25 Haziran 2012 Pazartesi

Bir Halkın Onuruyla Oynamayacaksın!..

Eğer şeref, onur diye bir üstün değer yargısından haberin varsa, bir halkın onurunu eğlencelik yaparcasına ülkesini işgal etmeyecek, onurunu ilkel dünyada eğlencelik yapıp, çiğnemeyeceksin!..
Bunu yaparsan, isyan meşrulaşır, evrensel hak olur. İsyan büyüyerek, çağın en son teknolojisiyle donanımlı ordunla meydan savaşına girme aşamasına gelir. Halk isyanını devletin kesintisiz terörüyle engelleyemezsin. Yalan maratonları, "ben senin xulamınım abi, elini ver öpim" yaltaklanmaları, işportacı kurnazlığının yalakalığıyla onları kandırıp, uğrunda hayatlarını adadıkları davalarından vazgeçiremezsin.


Öldüre öldüre bitireme planları, vahşi işkenceler, cinayetler, toplu kırım, yangınlar ve insanlık suçu zehirli gazlar, napalm bombaları çözüm değildir. Hiç bir dönem ve coğrafyada çıkar yol da olmadı.
 Kürtlere, "iyiliğiniz için çocuklarınızı öldürüyoruz" propagandası ise insanlıkla alay etmektir. TC’de bu yapılıyor.


Topyekün savaş ve toplama kamplarıyla Kürdistan'a yayılanlar, utanmazlığın benzersiz örneğiyle Kürtlere dönüp, "seni ve teröristi ayırıyorum" diyebiliyor.


Terörist dediği ise onun oğlu, eşi, dayası, amcasıyla çocukları, başka bir deyişle bütün bir halktır.


Halkın canından can almayı, ona iyilik olarak sunuyor, rejimin başı. Onurunu ezmeyi de insalık olarak…


Oysa Kürdün ülkesi işgal altında, mensubiyeti talan edilmiş, kimliği suç sayılmış bir halk sözkonusudur. Bir Kürt olan Ahmet Koca, yolunu kesen polisin yanında, kardeşiyle Kürtçe konuşunca terörist oluyordu. Yedi polis, kadınlı, erkekli, çocuklu ailesinin gözü önünde genç adamı linç etmeye kalkışıyordu. Adaletleri, Adana’da Mehmet Tahir İlhan adındaki sağır ve dilsiz bir Kürt’ü PKK propagandası yapma suçlamasıyla 8 yıl hapis cezasına çarptırıyordu. Kararın suç delili, üstünde çıkan krem kutusu ve evindeki renklerdi.


Genelkurmay Başkanı ve Başbakan "ne çok Kürt öldürdük" diye övünüyorlardı.


Ta başından beri, bu böyleydi. Ölüme ara verildiğinde Kürtlerin yeri toplama kamplarıydı. Gerisinde de satın alınmış, kiralanmış Kürt figürlerin gölgesinde entrikaydı. Entrikanın mihveri ve temeli ise böl-yönet…


Bugüne kadar hiç biri, ben ne yaptım, hangi herzeyi yedim de bir halk isyan etti diye düşünmedi. Çünkü düşünmenin temelinde insanlık, insanca çözüm vardı, o da bunlarda yoktu.


KCK adıyla girişilen tutuklamalar, adı konmamış parti kapatmaydı. Recep Tayyip’in son açıklamasına bakılırsa, entrikanın son hamlesi BDP’yi parçalamaktı. Bunu başararak meyveyi almak ve davayı halletmek istiyordu. Recep’e göre, bu iş de pişmek üzereydi.


Bu çözüm mü? Böl ve yönetle Kürdistan meselesi bitseydi, onlardan öncekiler rahat uyurlardı. Üstelik ellerinde sayısız kiralık Kürt varken, bunlara yenilerini eklemek ne işe yarayacak? Çünkü geride isyancı milyonlar var. Gidenin yerini doldurmaya hazır bekleyen milyonlar…


O halde, böl ve yönet entrikası çözüm değil, son nafileliktir…


AKP rejimi, kiralık adam yerine kullandıklarından bazılarının yakasına Kürt aydını etiketi takılarak, televizyonlarda rejimin propaganda bülbülü olarak öne sürülüyor, kimileri gazeteci, yazar oluyor, bazıları milletvekili payesiyle vitrin süsü yapılıyordu.


Bunlar, yalan satarak ücretlerini çoğaltıyor, bu arada Kürt halkının kendi kanıyla kanırtarak, işgalcilerden kopardıkları kazandıkları AKP rejiminin ihsanı, vicdanının lütfü olarak sunuyorlardı.
Ahmet Altan, dünkü yazısında mücadelenin, küçük de olsa kazanımlarını şöyle anlatıyordu:


"PKK ilk kurulduğunda bu ülkede "Kürt” denemiyordu, sokakta Kürtçe konuşulamıyordu, Kürtçe şarkı söylemek hayatından vazgeçmek anlamına geliyordu. Kürtün, Kürtçenin varlığını bu ülkeye "silah” kabul ettirdi, bu bir gerçek. Ne yazık ki korkunç bir sağırlıkla hastalanmış kulaklar ancak silah sesiyle açıldı.”


Demek ki Kürtler, bir şeylere sahip olduysa, bu bir bağış değildir. Kanırta kanırta aldılar. En başta da, adanmış gençlerin can siperane fedakarlığıyla...


Partili olmayan (bağımsız) Diyarbakır milletvekili Leyla Zana da, seçim sürecinde bu gerçeğin izinden gidip, geleceğe bakarken, "Gerilla Kürt halkının sigortasıdır” demişti.


Leyla Zana gerçeği, doğruyu söylemişti. Ayrıca kazanımlar, AKP dönemine de ratlamıyordu. AKP yokken Kürtçe konuşma yasağı kalkmıştı. Bu insaniyetlerinden değil, önünü alamadıkları içimdi.
Generaller, Milli Güvenlik Kurulunda, Kürtlere Kürtçe propaganda yapacak bir televizyonun gerekliliğini karar haline getirirken, Türk televizyonlarından ilk Kürtçe seda yayılırken, AKP şeflerinden kimileri, henüz İstanbul’daki Mahmutpaşa, kimileri de Kasımpaşa pazarlarında işportacılık yapıyor, gelen, geçene bozuk malı sağlam diye satmaya çalışıyorlardı.


GAP televizyonu yayındayken onlar henüz, önünde elpençe divan durup, iki elini birlikte öptükleri Erbakan'ı devirme entrikalarına başlamamışlardı. TRT’de Kürtçe yayın, Olaganüstü hal rejiminin kalkması, AKP’den önce kararlaştırılmıştı, Milli Güvenlik Kurulunda. AKP bunlarla övünüyor, ama hazır buldu.


Böl ve yönet entrikası da yeni değildir. Ağa babaları, bunu hep deneye geldiler. Ama çözümse eğer, sonuç ortada...


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: