21 Haziran 2012 Perşembe

‘Barışa Darbe!..’


AHMET KAHRAMAN

Kabahatli görülen köleyi kamçılayarak dövmek, yere düşünce tekmeleyerek, sopalarla başını ezerek, hançerleyip, kuşunlayarak öldürmek serbest, ama darbelerin acısıyla yüzünü buruşturması, elini, kolunu oynatması ölümcül suçtu.

El aleme uşaklık, çıkar bekçiliği yaparak beslenip, ayakta duranların yüz yıldan beri, Kürtlere reva gördüğü muamele, efendinin köle üzerindeki sonsuz yetkisinin benzeridir. Kendini Kürdistan’ın efendisi sanan türedi için, dillerini de kapsayan soykırım, yurduyla birlikte insan onurunun talanı hak, ama Kürdün “ben bir insanım” diye inlemesi suçtur.


Bunların insaniyet cibiliyetinin menzili, bu kadardır. Onurlarını satıp, ajanlaşmayı kabul etmeyen sivil Kürt çocukları, Roboskî’de napalm bombalarıyla paramparça edildiler. Katillerin peşine düşen Kürtler, Başbakan’ın kelimeleriyle “milli imkanlarla gerçekleştirilmiş bir operasyonu istismar”, daha ötesi “ölü sevicilik, morg bekçiliği” oldu.


Rejiminin, toplama kampına tıkıştırdığı Kürtler, nefes alamaz hale gelip, çaresizliğin çaresi olarak, isyanla bedenlerini ateşe verince, “terörist” oldular, onun zalimlik akan ağzından.


Türk yönetimi, bugüne kadar Kürdistan davasına, asla doğruyu söylemedi. Gerçeğe takla attırarak etrafında dolandı.


Onlar, aynadaki yüzlerine bakıp kendilerine, sonra dönüp birbirine, ardından kendi kamuoyu kalabalıklara, bütün dünyaya yalan söylediler.


Zalime baş kaldıran Kürt dün eşkıya, bugün terörist, son isyancı PKK hareketi halktan kopuktur, onların yalan akan ağızlarında…


Oysa, gerçeğin dinamiğindeki mesele öyle değildir. PKK, bugün dar anlamda partisel yapının çok ötesinde, bütün sınıf ve katmanları içine alan, kucaklayan mücadelenin motorudur. Kürdistan onuru sevdalısı bütün Kürtlerle bir, birlikte ve katışıktır. PKK halklaştı.


PKK’nin kökünü kurutma güdüsüyle, toplama kamplarına doldurdukları Kürtlerin sayısı 40 bin kişiyi aştı.
İnsanca değil, güdüleriyle hareket edenlere göre, esir alınıp, betonların gerisinde esir tutulunca, gerilla gücüne maddi, manevi ve insan gücü akışı duracak, halk isyanı bitecekti.


Ama olmadı. Çünkü gövde bir, geleceğe dair hayaller aynıydı. Önlenip, öldürülemeyen hayal, zalimden kurtuluştu.


Aşağıya aldığım Sedat Ergin’in tespitlerine rağmen, gerçeği nasıl gözlerine sokmak gerekiyor, bilemiyorum: Alınan oylar, seçilmişlerin sayısı ortadayken, isyancıları PKK ve halk diye ayırma kandırmacası neye, hangi işlerine yarayacak onu da bilemiyorum.


Bunlara Kürt ve Kürdistan gerçeğini anlatma nafileliğini bırakıp güncele dönecek olursak:


Onların görüp, Recep Erdoğan’ın Kürdistan’daki boş yollar, kapalı kepenklerle bizzat yaşadığı halde, gizlemeye, üstünü örtmeye çabaladığı bir gerçeği daha ifade edelim:


Kürdistan kopmuş, ayrılmıştır. En son Çatalca’da Kürtlerin linç girişiminde de görüldüğü üzere, onlar da kopmuşlardır.


 Gerillanın son Oramar taarruzlarında, somut şekliyle görüldüğü gibi birinin sevinci, artık ötekinin matemidir. Kim saklarsa saklasın, etle tırnak olmuş, kaynaşmış iki toplum yok, birbirini istemeyen iki kesim var. Bu bir gerçek.


Evet kan akmasın, insanlar ölmesin, barış gelsin ama, barış ancak Kürdistan’ın statüsü ve Kürtlerin hak ile özgürlüklerinin avuçlarına almasıyla mümkündür. Onları tanklar, toplar ve uçakların zoru, kan nehirleri ve toplama kamplarıyla el altında tutmak, artık mümkün değildir.


Onun için, Oramar kışlaları taarruzunu öne sürüp, “barışa darbe vuruldu, barış ortamı provoke edildi, Genelkurmay Başkanı göz yaşlarına boğuldu” sözleri palavradan ibarettir.


Üstelik, TC tarihi boyunca, hangi barış ortamı? Bana Kürtlerin yüzü güldüğü tek bir günü kim gösterecek? Kürtler, yüz yıldır kurtulma hayallerini, isyana dönüştürmüyorlar mı?


 Göz yaşlarına boğulan Genelkurmay Başkanı General Özel, son kış ayları boyunca, kesintisiz Kürt avında değil miydi? Uçakların Kandil dağlarını bombalamasını, Dersim, Bingöl, Çukurca, Bitlis katliamlarını zafer narası olarak, kendi kamuoyuna sunan o değil miydi? Roboskî Katliamı’nı “milli” diye ilan edenler kimlerdi?


Onlar, gerillanın Oramar kışlalarına taarruzunu, kölenin efendiye diklenip, tokat atması olarak görüyorlar. Ama hiçbir şey, bildikleri gibi değil, artık.


Olanlar, aylardır süren kırım saldırılarına cevaptır.


Diyelim ki, ben taraflıyım. Bu tespitlerim hatalı, abartılı. 


Logosunda ırkçılığın “Türkiye Türklerindir” narası ışıldayan gazetenin yazarı Sedat Ergin’in yazdıklarına ne demeli?

Sedat Ergin, barış düşmanlarının “barışa darbe vuruldu” teranesine cevap verip, PKK halk bütünleşmesini anlatıyor. Okuyalım:


 “Bundan tam 5 yıl önce baskın yaptığı bir bölgeye yine çok büyük bir hareket serbestisi içinde ulaşıp bu saldırıyı tekrarlayabildiğine göre, düzenlenen bütün askeri harekatlara, bombalamalara, verilen bütün hasara, uğradığı bütün kayıplara, bütün uluslararası diplomatik baskılara, Kuzey Iraklı Kürtlerle girilen yakınlaşmaya, Avrupa üzerinden yürüyen mali kuşatmalara, en sert demeçlere, insansız hava araçlarına, uydu istihbaratına, en ileri teknolojiyle donanımlı F-16’lara, gece görüşlü dürbünlere ve ateş gücü yüksek top bataryalarına rağmen örgütün hala önemli bir askeri yeteneği elinde tuttuğunu kabul etmeliyiz. Ve meselenin görmek istemediğimiz, yüzleşmekten kaçındığımız bir boyutu daha var. Ne kadar “terörist” dersek diyelim, çoğu çocuk yaşta olan yüzlerce, binlerce genç her yıl ölmeyi göze alarak dağa çıkmaya devam ediyor.”


Elbette kimsecik, askerler de ölmesin. Kürt gençleri, insanlık onuru savaşında ölüme gitme yerine, kevcır yeşili çayırlarında “holi” topu oynasın isterim.


Ama, benim isteğim yetersiz kalıyor. Ölümün diliyle konuşan zorba karşıda oturuyor..


akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: