10 Haziran 2012 Pazar

Atalay ‘Roma Barışı’ İstiyor

Cahit Mervan



Kürdistan Özgürlük Hareketine karşı Türk hükümetinin yürüttüğü tasfiye politikasının ‘mimarlarından’ başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ın yaptığı son açıklamalar tekrardan bir ‘heyecan’ yarattı. Ancak yaratılan bu heyecan Kürt dünyasında bir karşılık bulmadan saman alevi gibi söndü gitti.
İlk bakışta 'savaşı sonlandıracak ve sorunu çözecek' gibi gözüken Atalay’ın açıklamaları Kürdistan kamuoyunda temel olarak iki nedenden dolayı karşılık bulmadı. Ciddiye alınmadı.

Bir: Atalay çözüm yerine, onurlu ve kalıcı bir barış yerine teslimiyet öneriyor. Arzu bu.

İki: Kürt tarafı ve kamuoyu AKP hükümetini, başta da Türk başbakanı Tayyip Erdoğan’ı ve onun akıl hocalarını ‘güvenilmez’ olarak görüyor, algılıyor.

Kaldı ki, Türk medyasının kopardığı gürültünün aksine Atalay yeni bir şey söylemedi. O bu güne kadar Türk hükümetlerinin söylediklerini tekrarladı. Örneğin ‘dağdan indirme’, ‘teslim alma’ ‘Kuzey Irak’tan çıkarma’, ‘ABD’nin desteğini alma’, ‘pişmanlık yasaları’, ‘açılım düzenlemeleri’ gibi sözler yeni değil.

Bu tekerlemelerin sayısını hem Atalay, hem kamuoyu, hem de Kürtler çoktan unuttular. Arşivleri açın bir bakın. Hemen hemen her mevsim bir başbakanın, yetkili bir bakanın, bir genelkurmay başkanının Kürt Özgürlük savaşçılarını ‘dağdan indirmenin’ an meselesi olduğunu, onların değimiyle ‘Kuzey Irak yönetiminin bu işe onay’ verdiğini, ABD’nin ise ‘teslimiyetin sağlanması için gerekli destek ve çabayı gösterdiğini’ söylediğini göreceksiniz.

Hatta Nisan 2009’da şu meşhur ‘KCK operasyonları’ başladığı zaman, ‘dağdan inişler’ ve tasfiye için tarih verenler dahi vardı. Hepsi boş çıktı. Karşılık bulmadı. Bir dönem sonra söylenenlerde, söyleyenlerde unutuldu.

İşte Atalay’ın açıklamaları bundan daha fazla bir anlam içermiyor. Eğer içermiş olsaydı, Atalay bunu bir ‘halkla ilişkiler çalışması’ olarak TV ekranından ‘açıklama’ ihtiyacı duymazdı. Yada bu tür sorunların çözümünde geçerli olan ‘güven ortamını’ dinamitlemez, sorunun çözümünde Ankara’nın yükünü hafifleterek, onu sorumluluktan arındırarak , adres olarak Federal Kürdistan yönetimini ve ABD’yi göstermezdi.

ATALAY PSİKOLOJİK SAVAŞIN KODLARINI AÇIKLADI

Öte yandan Atalay bu ‘heyecan’ yaratan açıklamaları yaptığı saatlerde, onun emrindeki, polis ve savcılar Van belediye başkanının da aralarında olduğu altı belediye başkanını ve BDP yöneticilerini rehin almakla meşguldü.
Ancak Atalay’ın söylediklerini ‘boş şeyler’ diyip geçecek miyiz?

Elbette ki hayır. Atalay’ın söyledikleri Erdoğan liderliğindeki Türk hükümetin yakın dönem psikolojik savaş politikalarını açığa vurması bakımından hayli ‘enteresan’ kodlara sahip.
Atalay’a göre Federal Kürdistan Yönetimi bir yol ayrımında. Ne için? PKKnin tasfiyesi için, Kürdistan özgürlük Hareketi’nin silahsızlandırılması ve teslim alınması için. Dahası bu koordinatör bakana göre Hewler yönetimi, işini gücünü bırakmalı. Kürt Özgürlük savaşçılarının teslim olması için çalışmalıdır. Sözüm ona geldiği ‘yol ayrımında’ Kürlerin tasfiyesi için Türklerden yana olmalıdır. Bu duanın amin denilecek bir tarafı yoktur. Gerçekleşme şansı neredeyse sıfırdır.

Bağdat’taki kriz, Federal Kürdistan’ın iç dengeleri, Suriye’deki iç savaş ve İran meselesi PKK’ye karşı geçmişte olduğu gibi bir Ankara-Hewler ittifakını neredeyse imkansız kılıyor. Süreç ve reel politik dengeler Hewler yönetimini kalıcı ve onurlu bir barışın tarafı ve Mesut Barzani’yi de bu barışın elçisi olmaya zorluyor.
Aksi bir durumun intihar olacağını, Kürtler arası bir savaş ve çatışmaya yol açacağını, belki de herkesten çok Federal Kürdistan başkanı Mesut Barzani biliyor. Bu nedenle ısrarla siyasi ve barışçıl bir çözümden yana olduğunu ve üzerine bu konuda bir şey düşerse yardımcı olmaya hazır olduğunu vurguluyor. Ancak Atalay Türk hükümetinin kirli projesini gizlemek, kamuoyunda kafa karışıklığı yaratmak, herkesin PKK’ye karşı olduğu imajını vermek için ısrarla Barzani’nin isimi zikrediyor. Sanki PKK’nin tasfiyesi için bir anlaşma varmış imajı yaratmaya çalışıyor.

PKK’Yİ TESLİM ALMAK MÜMKÜN MÜ?

Real parametrelere bakıldığı zaman imkansız gibi görünen bu ittifak sağlansa dahi PKK’yi silahsızlandırmak, özellikle de teslim almak öyle kolay mi? Mümkün mü?

Tek cümle ile sunu söylemek gerekir ki PKK son iki yüz yıllık Kürdistan halkının özgürlük arayışının en son, ama en dinamik, en çelik, en yıkılmaz ve diz çökmez halkasıdır. Bunu en iyi 12 Eylül generalleri, Diyarbakır zindancı başları, 92 konseptinin uygulayıcıları Güreş-Çiller-Ağar ekibi ve tabii ki on yıldır iktidarda olan Erdoğan da biliyor.

14 Nisan 2009’dan buyana 'KCK Operasyonları' adı altında uygulanan Siyasi Soykırım Operasyonlarının sonuçları ortada. Seçilmişlerde dahil binlerce insan rehin alındı, ama ne Kürt hareketi diz çöktü, ne de halk ürktü, geri çekildi. Aksi bir durum yaşandı. Kürt ulusalcılığı hiçbir döneme de olmadığı kadar toplumun kılcal damarlarına nüfus etti. Kürdistan Ankara’dan koptu. Kürt toplumu Uludere-Roboski katliamında olduğu gibi ani bir refleks olarak değil, her zamankinden daha çok bilinçli olarak PKK’yi koruyup, kollamaya ve yeniden tekrar tekrar onu üretmeye başladı.

Dahası Türk ordusu gerillaya karşı son teknolojiyi devreye soktu. Uluslararası sözleşmelere göre yasaklanmış silahları kullandı. Kullanıyor. Ama başarı sağlayamıyor. Kürt savaşçıların ağır darbelerinden kendisini kurtaramıyor. Bir çok yerde alan hakimiyeti sağlayamıyor. Halkla, özgürlük savaşçıları ararsına duvar öremiyor. Engel olamıyor. PKK’yi marjinalleştireyim derken, kendisi Kürdistan’da marjinalleşiyor. Amad ve Hakkari’de olduğu polis ve subay eşleriyle kongrelerini yapmak zorunda kalıyor.

Bu nedenle PKK’nin çözüm olmadan silah bırakması, bazı güçlerin anlaşması ve kirli ittifakı ile teslim olması imkansız bir hal alıyor. Bu mesele hızla üzerinde konuşulacak bir alan olmaktan çıkıyor.

Atalay’ın ‘ABD baştan itibaren işin içinde’ demesinin ise ne tür bir hikmet-i har biyesi var, o da belli değil. Bunu bilmeyen mi var Allah aşkına? Atalay istiyorsa, kendisine bağlı televizyonlarının kamara ve mikrofonu Kürdistan sokaklarına çevirtsin. Halkın, kadın, erkek, genç, yaşlı, ihtiyar, her türlü meslekten ve inançtan insanlarının bu konuda nasıl analizler yaptıklarını kamuoyu ile paylaşsın. ABD’nin bu işin içinde nasıl olduğunu isterse birde Roboskililere veya ABD istihbaratı ile öldürülen gerillaların yakınlarına bir sorsun.

ATALAY BEKLENTİ YARATMAK İSTİYOR


Bütün bunlardan daha önemlisi ise şudur. Atalay neden kendi değimi ile ‘toplumsal zeminde ajite edilebilecek konuları’ bir televizyon ekranından tellallar gibi duyuruyor?

Evet. Neden? Dünyanın neresinde samimi ve kalıcı bir çözüm arayan güç, yürüttüğü çalışmaları, hem de karşı tarafı rencide ederek açıklama ihtiyacı duyar ki? Duymaz. Sadece bunu kamuoyunu aldatma, zaman kazanma, mücadele eden ve direnen güçleri ham hayaller içine sokmak için yapar. Direnen ve hak arayan bir halk için, bir hareket için en ölümcül an hiç şüphesiz beklenti içinde olma anıdır.. Ham hayaller peşinde koşma anıdır. Atalay’ın yaptığı da budur.

Atalay’ın bu son ‘heyecan’ yaratan çıkışını, ‘biz çabaladık, ama PKK kabul etmedi’ demagojisinin takip etmesi ve imha hareketlerinin devreye girmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü Atalay’ın açıklamasından sadece bir gün önce Erdoğan’ın hareket tarzını yakından bilen, hükümete çok yakın bir politikacı Brüksel’de bir grup Kürt gazetecisiyle sohbette Kandil ve gerilla alanlarına yönelik Kazan vadisi türünden yasaklanmış silahlarının da kullanılacağı imha hareketlerinin olabileceğini ima etmesi, dikkat çekiciydi.
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki koordinatör bakanın tellallar gibi TV ekranlarından yaptığı son çıkışın nihai hedefi ise muhatabına ‘Roma barışını’ dayatmaktır. Yani mazlum ve mağdur için kölelikten ve teslimiyetten başka bir anlam ifade etmeyen güçlünün barışını sağlamaktır. Tıpkı bundan ikibin iki yüz yıl önce Roma imparatorluğunun kılıç zoruyla sağladığı ‘sükunet ve barış’ gibi.
Ancak Atalay ve Erdoğan’ın unuttuğu ise ne Türkiye bir Roma imparatorluğudur, ne de Kürtler kılıç zoruyla yola gelecek bir halktır.

Hiç yorum yok: