4 Haziran 2012 Pazartesi

AKP’nin Kendisi ‘Gündem’ Ve Gündemden ‘Düşecektir’

VEYSİ SARISÖZEN

Bütün köşe yazarları “Başbakan gündem değiştirmede çok usta” diyor, başka bir şey demiyor. 

“Her kürtaj bir Uluderedir” lafı böyle değerlendiriliyor. Başbakan “ustaca gündemi değiştirmiş”…


Bütün demagoglar “gündemi ustaca değiştirir.” Arkasında bir medya ordusu ve seçimlerde yüzde ellilik oyu olan bir siyasetçi için, aslında “gündemi değiştirmek” çocuk oyuncağı gibi bir şeydir. Herkes “yükselen” Başbakan’ın ağzına bakarken, o Başbakan ağzından çıkan her lafla o kitleyi istediği yöne sürükleyebilir. “Başbakan yükseliyor, demek ki sözleri yükselmesine yol açıyor, o halde o sözler önemli ve değerlidir” algısı “yükselişe” özgüdür.


Ama “düşüş” sürecinde işler değişir.


“Düşüş” sürecindeki demagogun dili dolanır, sürçer “AK’ım” derken, “şeyim” der.


İşte bu “her kürtaj bir Uludere’dir” lafı, gündemi değiştirmek şöyle dursun, “katmerleştirdi”. 


“Uludere” ve “Kürtaj” sözlerinin yan yana gelmesi, AKP’nin “iki cephede” gerilemesini simgeledi. 

Roboskî katliamı, Kürtler arasında AKP’ye hala inanan kitleyi sarstı ve Başbakan’ın son Diyarbakır “seferindeki” bozguna yol açtı. Şimdi AKP’ye oy veren “İslamcı Kürtler” bir geçiş sürecine girdi. 


Onlar AKP’den kopmakla BDP’ye katılmak arasında bocalıyorlar. Çelişkili bir süreç içinde “Kürdistan’da ümmeti bir kere daha parçalamak mı, yoksa Kürdün kurtuluşuna giden yolda farklılıkları koruyarak, çeşitlilik içinde, BDP’de olmasa bile DTK’de birlik mi?” sorusunu soruyorlar.

 Şurası kesin; AKP “son Kürtleri” de kaybediyor. Ve onun bozgununu bizim “bozguncu” medyamız değil, Milliyet yazarı Can Dündar dile getirdi. Yazısına “Diyarbakır’da hüsran” başlığını atmıştı ve yazıya şöyle başlamıştı: “Başbakan, tesis açmaya gittiği Diyarbakır’da büyük güvenlik önlemleriyle ve kapalı kepenklerle karşılandı.” Başbakan gündemi değiştireceğim derken eski merkez medyayı biraz daha Kürt sorununa yaklaştırdı. Can Dündar ve ona benzer merkez medya mensubu yazarlar, “kıyıların Türk laikliğinin” sözcüleri. Ve AKP’nin Batı’daki hegemonyası ve Kürdistan’daki zorbalığı, bu “kıyı Türklerinin” bir yandan AKP’ye karşı çıkarken, diğer yandan AKP’yle birlikte Kürt özgürlük hareketine karşı savaş yürüten orduya verdikleri destek sayesinde geriletilemiyordu. 

Şimdi “kıyı Türkleri” artık Orduya güvenmiyor ve AKP’nin “kürtaj” ile “Uludere” sözlerini birleştirerek gündem değiştirme çabası tersine sonuçlar veriyor; “Kıyı Türkleri” ilk büyük dini yasak olan Kürtaj yasağı ile Uludere’yi kendi bilinçlerinde birleştirmeye başlıyor.

Türk aydınları arasındaki yarılmadan en büyük kazancı AKP elde etti. En büyük zararı Kürt halkı gördü. Aydınların bir kesiminin “laiklik” adına orduya ve Ergenekonculara dayanması, diğer kesimlerinin “AB üyeliği” için AKP’ye destek vermesi, Türk aydınlarının toplumsal yaşamdaki rolünü neredeyse sıfıra indirdi. Şimdi Başbakan “gündem değiştirmek” için “Kürtaj ve Roboskî” sözcüklerini yan yana getirdiğinde, düne kadar birbiriyle boğaz boğaza gelen aydınlar arasında bir anda “ortak” mücadele ihtiyacı boy atıverdi. Kurulduğu günden beri “Kemalist aydınlara” ve Kürt özgürlük hareketine karşı demediğini bırakmayan Taraf başyazarı bile artık, CHP’den BDP’ye, ÖDP’den DSİP’e v.s. kadar geniş bir “demokrasi cephesi” için çağrılara başladı.


Düne kadar durum şuydu; PKK ve BDP adım adım izole oluyor, AKP yalnız dindarların değil, liberallerin, hatta Türkmen Alevilerin arasında bile kendisine müttefikler elde ediyordu. Şimdi durum şu: AKP adım adım yalnızlaşıyor. Düne kadar onu destekleyen liberaller AKP’den kopuyor. AKP Kürdistan’da “aşiret ve tarikatların” desteğini kaybediyor. AKP’ye karşı Ordudan medet uman ve o nedenle de orduyla savaşan Kürtlere “düşmanlık” besleyen “kıyıların Türkleri” Kürt özgürlük hareketine karşı önyargılardan kurtulmanın eşiğinde bulunuyor. Ondandır ki, “kıyı Türklerine” dayanan CHP, kendisinde Kürt sorununu dile getirme “gücü” bulmaya başlıyor; derken “memur maaşları” ile “grev yasağı” çalışan kitleler içinde AKP’nin gücünü zayıflatıyor.


Bütün bunlara AKP’nin “iç çelişkileri” ekleniyor. Cemaat büyük bir sabırla AKP içindeki eski “Milli Görüşçülerin” tabanını oyuyor. AKP içindeki “sağ duyulu” kesimler “Roboskîli kaçakçılar PKK figüranıdır, öldürülmeleri vaciptir” diyen İdris Naim Şahin tarzı Kürt düşmanlığının ve istenmeyen gebeliğe karşı “kadının bebeğini değil, kendini öldürmesi gerekir” diyen Melih Göçek tarzı kadın düşmanlığının karşısında ne yapacaklarını bilemez durumdalar.


Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bunlar AKP hükümetine karşı, “eğer solcu yanlışlar” yapılmazsa, çok geniş bir cephenin kurulabileceğini gösteriyor. Batıda HDK, Doğuda BDP böyle geniş bir cephe için adım atmaya hazır olduğuna göre, sorumluluk düne kadar sola ve Kürt özgürlük hareketine karşı bir kısmıyla “orduyu”, diğer kısmıyla “AKP’yi” destekleyen bugünkü “muhalefete” düşüyor.


Başbakan “gündemi” değiştirmek için ne yaparsa yapsın, artık kendisi “gündem” haline gelmiştir. AKP “düşüş” sürecindedir. Şimdilik “zirvede”, havaya atılan taşın düşmeden önceki halini yaşıyor. 


Düşecektir.

Hiç yorum yok: