29 Mayıs 2012 Salı

Neo-liberal Erdoğan'ın 'Muhafazakar' Toplum Projesi

Türk Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, “üç çocuk” yapılması ısrarı ile yaşam biçimlerine dönük direk müdahalesinin ardından başlayan süreci dikkatli okumak gerek. Zira Erdoğan'ın, “muhafazakar” kimliğinden hareketle egemen kılmaya çalıştığı “yaşam biçiminin” bir alt yapısı olmadığı açık. Ekonomik yaşamda serbest piyasa ekonomisinin en acımasız kurallarının egemen kılınıp, emekten yana en ufak bir politik adım atılmayıp, global sermayenin rant alanına dönüştürülen bir memlekette, “geleneksel, muhafazakar” bir yaşam önerisi ile ortaya çıkan siyasetçinin tek bir amacı olabilir. Gerçek amacı perdelemek.

Nitekim Erdoğan, herkese üç çocuk kampanyasını sınır ötesi temaslarında da gündeme getirerek yaşam biçimlerine yönelik müdahalesine meşru bir anlam kazandırmaya çabalıyor.

Oysa, Erdoğan'ın AKP'sinin geçmişte iktidar olmuş ANAP ya da DYP gibi sistem partilerinden daha farklı bir ekonomi politiği izlemediği ortada. Serbest piyasanın hem de en acımasız neo-liberal eğilimin bölgesel temsilcisi olan Erdoğan'ın, yaşam biçimlerine “muhafazakar” müdahalesi, politika üretmede dibe vuran iktidarın göz boyama operasyonu olarak da değerlendirilebilir.

Erdoğan, dış politikada da geleneksel Türk dış politikasının momentini oluşturan, “amerikanofil” bir yol izliyor. Hatta bunu kendinden öncekileri de geride bırakarak, Büyük Ortadoğu Projesi'nin ABD ile birlikte eş başkanı olduğunu ilan edecek kadar da aleni yapıyor. Müslüman dünyaya yönelik askeri müdahale ve işgal yoluyla yeni döneme hazırlama operasyonunda ABD'nin yanında yer alan AKP'nin içerde dayattığı “muhafazakar” yaşam bir toplumun kendi içine dönük Truva Atı'nı andırıyor.

Ekonomide ve dış politikada neo-liberalizmin uluslararası patronajının bölgesel temsilciliğine soyunmuş olan AKP'nin, iç politikada muhafazakar bir eğilimden söz etmesi manidar. Eşlerinin türban takmasının dışında bir kapitalistten hiç bir farkı olmayan yaşam biçimleri ile günden güne zenginleşen AKP'li politikacıların samimiyeti de ortada. AKP etrafında öbekleşen bir kesimin kısa bir sürede tarifi zor bir biçimde zenginleştiği de açık. Lüks tüketim konusuda kapitalist gibi yaşayan AKP cenahının-cemaatinin muhafazakar yaşam biçimi talebinin samimiyetsizliği de ortada. Hükmettikleri parayı paylaşma konusunda geniş halk kesimlerine karşı oldukça cimri davranan AKP, sadece yasakçı, denetimci “mutaassıp” yaşam biçimini ortaklaştırıyor yoksullara. Gelir dağılımı adaletsizliğini düzeltme gibi bir hedefi olmayan AKP, geniş halk kesimlerini bu muhafazakar söylemle pasifize etmeyi hesaplıyor.

Bu nedenle, hem iktidarda oldukları yerel yönetimlerde hem de hükümet politikalarında belli bir takvime yayıldığı anlaşılan, “muhafazakar yaşam modeli” için yeni “adımlar” atılacağı anlaşılıyor.

Bu söylemle özellikle dinsel taassup ve muhafazakarlık baskısının daha yoğun olduğu metropollerin etrafında yoğunlaşan yoksulları ve küçük şehirlerde yaşayan kitleler üzerindeki kuşatma yaygınlaştırılmak isteniyor. Bu politikaların sonucu olarak yerel “muhafazakar, ahlakçı” baskılar daha da artacaktır.

AKP'nin bir başka hesabı da bu söylemi Kürt sorunu karşısında da yoğunlaştırmaktır. Başından bu yana Zerdüşt'ü diline dolayan Erdoğan'ın önümüzdeki günlerde bunu yeniden açması mümkün. Bir sonraki aşama da giderek, PKK ve BDP gibi Kürt siyasal kurumlarındaki kadınlara yönelik “ahlakçı, dinsel” bir dil de kullanabilir. Hatta bu amaçla AKP Genel Merkezi'nde Kürdistan'da kılınan Sivil Cuma Namazları'nı engellemeye dönük bir çalışmanın başlatıldığı konuşuluyor.

Mısır'da rejim muhaliflerine, “Laikliğe bağlılık” çağrısı ile uluslararası sermayenin sözcülüğüne soyunarak İslam dünyasında hayal kırıklığı yaratan Erdoğan iç siyasette, “muhafazakar” kimliğini “kürtaj, sezaryen, içki” yasakları üzerinden inşa etmeye çalışıyor.
Kendisine oy veren muhafazakar kesimlerin desteğini ekonomi ve dış politikada uluslararası neo-liberal sistemin hizmetine sunan Erdoğan içerde “muhafazakar” kılıfına büründürdüğü yasakçı, yasaklayıcı baskı rejimini “ahlak, din, kutsal değerler” adı altında yaşama egemen kılma hesabı yapıyor.

Erdoğan'ın uluslararası neo-liberal güçle bütünleştikçe yaşamın diğer alanlarında kendini perdeleyecek “muhafazakar” yaşam biçimini zorlayacağı açık. Önümüzdeki dönemde sokaklarda nasıl davranılacağına ilişkin uyarılarda bulunması da muhtemeldir.
Gençlik kamplarında grupların cinsiyete göre tasnifi, ekonomi ve dış politikada uluslararası kapitalizme teslim olmuş AKP'nin, içerde sosyal ve kültürel hayata müdahalesinin daha da artacağını gösteriyor. Erdoğan uluslararası sermaye ile bütünleştikçe, yaşam biçimlerine yönelik müdahalenin dozunu da günden güne artırıyor.

Bir diğer yaşamsal konu olan Kürt sorununda da “açılım” politikaları ile örgütlü Kürt muhalefetini tasfiyeyi hedefleyen AKP'nin, sorunda geldiği nokta kendine bağımlı bir Kürt tipi yaratmak olarak ortaya çıktı. 2002'de, “değişim, daha çok özgürlük, eşitlik, hakça paylaşım” gibi söylemlerle iktidara gelen AKP'nin bu konuda geldiği nokta, “Diyarbakır belediyesini istiyorum” hükümdar tavrıyla Başbakan'ın gerçek yüzünü gösteriyor.

Kısa süre önce 20 milletvekilini Kürdistan'a göndererek rapor isteyen Erdoğan'ın önüne gelen rapordan da hiç hoşnut olmadığı ortada. AKP milletvekillerinin hazırladığı raporda dahi birinci sırada yer alan Roboski Katliamı konusunda Erdoğan'ın takındığı duyarsız ve saldırgan tavırda bu rahatsızlığı görmek mümkün.

Erdoğan, kürtajla, Roboski katliamını bir tutarak da aslında bu “muhafazakar” tahakkümün sınırlarını nereye kadar vardırılabileceğini gösteriyor.
erdemcan@riseup.net

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: