24 Mayıs 2012 Perşembe

Kan Banyosuyla Ferahlayan Baronlar

AKP iktidarının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı araştırmaya göre, halktan her 100 kişiden 74’ü (AKP’ye oy verenler yüzde 50’dir) hayatında hiç sinemaya gitmemiş, her 100 Türkten (AKP’ye oy verenlerin toplamına yakın bir nüfus) 44’ünün evine de hiç kitap girmemişti.

Bir halkın, hüzünlü kültür haritası bu da, Pakize Suda, elinde mikrofonla dolaştığı şehir sokaklarında, “zeka”nın çarpıcı sonuçlarını ortaya koyuyordu. Suda’nın dört tarafı toprakla çevrili su kütlesine, kadını, erkeği, yaşlısı, genciyle Türklerin neredeyse tamamına yakını “ada” diyordu.

Böyle bir toplumda, “gözü açıklar” nasıl olsa kimse bilmiyor, anlamıyor diye, çıkarlarına uygun yeni din yaratıyor, bu dini “yüksek kazançlı” sermaye yapıyor, “Elhemdulillah Müslümanım” diyen kalabalıkların sırtında makamlara, eski çağların Tanrısal yetkili mevkilerine konuyor, Karun zengiliği bir hayatın içinde debeleniyorlardı. 

Suudi Arabistan, Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Yemen rejimlerinin ayrı İslamı vardı. Bunların İslamı kendilerine de, biz kadının saçı, başı üstüne aksata (ticaret) yapan, dini türbana dolayarak ırkçılığın merkezine yerleşitiren bu yoldan “malı götüren” Türk İslamcılara bakalım:

Şöyle üstünü aralayıp, dibine baktığınızda İslam Peygamberinin yoluyla kesişen bir tarafını göremezsiniz bunların İslamında. En başta, Peygamber yolundaki İslamda din adamlarının memurlaştırılarak, rejimin hizmetine sokulması yoktur.

Ayrıca Peygamber, “Veda Hutbesi”yle, bir kavmi egemen kılma, yüceltme ırkçılığını ve insanlar arasında her türlü ayırım ile başka bir halkın gelişimini kısıtlama, varlığını, statüsünü yasaklamayı büyük günah saymış, bu yola sapanları ümmetinden olmayan münafık ilan etmiştir.

Peygamber, hutbede “faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle emretmiştir” demiş, bir ırkın ötekine üstünlük iddiasını, Müslüman’ın Müslüman kanı dökmesini yasaklamış, şunları eklemiştir:

“Allah, babasından başka soy iddia edenlerin ne tövbelerini, ne de şehadetlerini kabul eder…”

Şimdi sıkı durun: Adam dünyaya dağılmış şirketlere hükmeden para imparatoru, faizle servetini çoğaltan banker, Peygamberin sözleriyle günahkardı. Nişangahına oturttuğu “Türk-İslam” senteziyle, İslam dışı dinin önderi. En son başından aşağıya döktüğü unvanla, Gayrettullah. (İran Mollaları Ayetullahken, o neden Gayrettullah olmasın ki.)

Ve Garettullah’ın örgütlediği adamlar, kapı kapı dolaşıp dini tehditle zekat, fitre ile her türlüsünden hayrat topluyor, bankasına taşıyorlar.

Kürtler, “hadi oradan, münafık” deyince, televizyon ekranında, hayatının şah damarına basılmış gibi “fetva” adı altında “köklerini kurutun” emrini veriyor.

Gayrettullah’ın saltanat ortağı nutukçu, Peygamberin emrine rağmen, babasının soyunu da inkar edip, yaranma dünyasında başka bir soyun ırkçısı kesilerek “tek millet” naralarıyla Kürtlere, “benim gibi dön, dönek münafık ol ve nimetleri götür” diye sesleniyor.

Hayatında hiç sinemaya gitmemiş, kitap, bilgi nedir görmemiş, dört tarafı toprakla çevrili su kütlesine ada diyen kalabalıklar, bunların Müslümanlık dışı dinini İslamiyet sanıyor.    Kürtler, “İslamiyet değildir” diyerek, din memurlarının namaz kıldırdığı camileri terk edince, el ve güç birliğiyle düşman ilan ediliyor, Roboskî katliamında olduğu köylerinden çıkıştan itibaren takibe alınıp, top atışlarıyla bir araya toplandıktan sonra, tepelerine bomba yağdırılıyordu.

Peygamber, Müslümanın Müslümanı katletmesini dinden çıkma olarak nitelerken, nutukçu, Müslümanı katletmeye giderken kimin kim olduğunu ayırt etmeye gerek olmadığını söylüyor, bir halkı topluca namluya oturtuyordu. Sonra, “yaptığımız katliam millidir” diye övünüyor, kiralanmış kimi Kürtler de ona arka çıkıyordu.

Yazılıp eline verilmiş metni okurken, anlamından habersiz, kendini tarif edercesine, Kürdistan’ın kuruluş mücadelesi verenlere “Baron” diyordu.

Kölelikle mücadele insanlık vicdanı açısından meşru, dinen caizdir. Savaşçılar, davalarına adanmış insanlardır.

Baron ise, ücreti mukabilinde, başkasının davası uğrunda savaşmak üzere asker besleyen kişiydi. Söz gelişi, hiç bir davası olmadığı halde, ücretini hak etmek için, ölmek ve öldürmek üzere Somali’ye, Afganistan’a asker göndermek, Suriye’yi karıştırmak, Libya lideri Kaddafi’nin katli, ülkesini işgalde rol üstlenmek, Baron tanımının orta yerine oturuyordu.

Ve günümüzde dinci (sahte dindarlar) Baronlar, başkasının kanıyla besleniyor, kan banyosuyla ferahlıyor, sonra cinayet işleyemeye, midesini göğüs kafesinde arayacak kadar cahil kalabalıkları dolandırıp, soymaya, hırsızlık yapmaya çıkıyorlardı.

AKP’nin iktidarı söz konusu olunca “İdris Naim’den al haberi” derler. Dün bu yazı yazıldıktan sonra İdris Naim’den haber geldi. Roboskî katliamının sınır ticareti yapan çocukların kişiliğinde Kürtleri sindirme ve korkutup bastırmaya ilişkin, planlı bir devlet politikası olduğunu öğrendik.


AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: