21 Mayıs 2012 Pazartesi

'Büyük Marmara Okyanusu' Ve 'Kosterdeki Barbaros'

İmralı Kosteri 300 gündür ''bozuk'', aynen AKP-Devlet niyet ve zihniyeti gibi...
Veysi Sarısözen


Abdullah Öcalan’a karşı uygulanan tecrit kanun dışıdır. Hiçbir kanun maddesine, hiçbir hukuki gerekçeye, hiçbir infaz uygulama yönetmeliğine dayanmamaktadır. O nedenle suçtur. Suç olduğu için, bu suçu işleyenler suçludur. Ve biz bu suçun alçakça ve namussuzca bir suç olduğunu hiç çekinmeden en yüksek sesle dile getirmeliyiz.

“Bu kadar kesin nasıl konuşuyorsun?” diyenler olabilir. “Hükümetin ve Adalet Bakanlığının belki bir hukuki dayanağı vardır” diye düşünülebilir. “Sen hukukçu musun, nereden biliyorsun bu tecritin hukuki bakımdan bir dayanağı olmadığını”diyenler de çıkabilir.

Bu tür konuşanlara karşı, şu sıralar moda olan “yalakalık” yöntemini benimsesem, diyeceğim ki, “Sevgili muarızlar, size saygı duyuyorum, gözlerinizden öpüyorum, hepinizin saadeti için Allahtan duacıyım” falan gibi pasaklı laflar edebilirim. Ama etmeyeceğim. Böyle soruları soranlar, hatta aklından geçirenler ahlak düşkünü insanlardır.

Aylardır süren tecritin en küçük bir hukuki dayanağı olsaydı, Hükümet bugüne kadar bu hukuki dayanağı dile getirmez miydi? “Öcalan örgüte talimat verdi, bu falanca maddeye göre suçtur, o nedenle ona tecrit uyguluyorum” diye kendini savunmaz mıydı? Ne böyle bir hukuki dayanak ortaya koyabiliyor ne de kendini bir hukuki dayanakla savunabiliyor.

Böyle bir dayanağa sahip olmadığını bildiği için, malum bir “yasa” tertibine girişti. “Öcalan’a mahsus yasa” çıkartmaya kalkıştı. “Örgüte talimat veren hükümlünün Avukatlarıyla ve yakınlarıyla görüşmesine altı ay yasaklama getirmek” için hazırlanan yasa taslağını, her ne olduysa geri çekmek zorunda kaldı. Böylece Öcalan’a karşı uygulanan kanun dışı tecride yasal dayanak sağlama yeltenişi de boşa çıktı.

Şimdi bu tecrit hiçbir kanuna, yönetmeliği, hukuka dayanmıyor.

Dayanmadığı içindir ki, hükümet bu alçakça ve namussuzca uygulamaya hukuk, yasa, anayasa dışında bir “gerekçe” aramak zorunda kalıyor.

Arayıp da nasıl bir gerekçe buluyor?

Bulduğu iki gerekçe şu:

Hava bozuk…

Koster bozuk…


Hükümetin elinde tek bir, örneğin darbecilerin darbelerini anayasaya değil de, bilmem ne yönetmeliğinin, bilmem kaçıncı maddesine dayandırması gibi kıytırık bir dayanak olsaydı, hiç böyle “hava bozuk, koster bozuk” maskaralığı ortaya dökülür müydü? “İç Hizmet Yönetmeliğinin bilmem ne maddesinin, falancaşıkkının, fişmekanca dip notuna” dayanarak, “Öcalan’a tecrit uygulanıyor” diyerek işin içinden çıkılırdı.

Ama yok. Ortada hukuk yok. Kanun yok. Rezillik var.
Hava bozuk…

Koster bozuk…

Sanırsınız ki, İmralı Adası, Bermuda Üçgeni’nde bir yerde. Dev dalgaların, tsunamilerin ortalığı Nuh Tufanına çevirdiği bir Okyanusya adasıdır. Zavallı Koster çaresiz kalmakta, bu deryayı aşıp, İmralı’ya ulaşması mümkün olmamaktadır.

Hava bozuk, diyenlerin niyetleri bozuktur. Bu bozukluk siyasi ahlakın bozulması, kokuşmasıdır.

Ya koster?

O da bozuk? Hani siz Osmanlı torunlarıydınız? Barbaros ahfadıydınız? Gemilerinizin yakılmasını sakalınızın kesilmesi sayan, “kesilen kol uzamaz, kırpılan sakal durduğu yerde durmaz” diye kasideler yazan ve Akdeniz’in sahib-i aslisi olduğunu iddia eden, “Karadeniz, Karadeniz, gelen düşman değil biziz” diye inim inim inleyen, “her Türk anasının karnından bir Amiral olarak doğduğu için, fazlalık Amiralleri kulaklarından tutup dört duvar arasına kapatan “denizci bir milletin” “uzantılarıydınız.”

Ne oldu size böyle! Bir kosteri dokuz aydır tamir edemiyorsunuz ha…

Evet. Böyle. Türkiye’de savaşa son verecek ve Kürt sorununda tüm bölge ve hatta dünya halklarının çıkarına bir çözüme ulaşılmasında kilit durumunda olan bir insana karşı uygulanan tecritin iki nedeni böyle…

Bizim bir komşumuzun, biraz zihin engelli bir çocuğu var. Özel bir okula gidiyor. Babası anlattı: “Baba demiş, Öcalan’ın yakınları neden İmralı Adasına gidemiyor?” Baba “Evladım hava bozuk oluyor, Koster bozuk oluyor, o nedenle İmralı’ya ulaşılamıyor?” Çocuk biraz düşünmüş: “Yani baba, Adadaki askerlere yiyecekleri paraşütle mi atılıyormuş?”
Eğer bu hükümetin elinde suyunun suyu kabilinden dayanabileceği en küçük bir hukuki dayanak, uysa da uymasa da gerekçe olarak öne sürebileceği bir “mecelle” cümlesi olsaydı, hiç böyle, zihin özürlü çocuğu bile ikna etmeyen aptalca, salakça. Sefilce ve rezilce gerekçelere sığınmak zorunda kalır mıydı?

Ey, araştırmacı gazeteciler? Şu işi bir ele alsanıza! Tecritin sürdüğü aylar boyunca, gün gün, saat saat ve dakika dakika “Büyük Marmara Okyanısunda” meydana gelen ve kosterin İmralı’ya gidişine imkan vermeyen fırtınaların bir dökümünü ortaya koysanıza…

Ve hemen hergün bir işçinin yaşamını yitirdiği tersaneleri bir ziyaret edip, şu “bozuk” Koster’deki aşılamayan “arıza” hakkında söyleşiler yapsanıza… “Kosterdeki çözülemeyen arızanın sırrı…” “Kosterin uskurundaki hırıltının arkasındaki gerçek”, “Koster kaptanının oturduğu koltuğun çıkan çivisi” türünde manşetlerle bu konuya el atsanıza…

Gazetelerde yine manşetler… Asker cenazeleri… “Kınalı kuzu”gözyaşları…

Ağlayıp, bağırıp, çağıracağınıza, kanı durduracak insana karşı Hükümetinizin uyguladığı tecride ve bu tecridin dayandığı “Hava bozuk, koster bozuk” rezaletine karşı çıksanıza…

ANF NEWS AGENCY

Hiç yorum yok: