23 Mayıs 2012 Çarşamba

Asrın Tecridi-1


Dünyada eşi benzeri bulunmayan İmralı Cezaevi Sistemi’nde PKK Lideri Abdullah Öcalan ve diğer 5 hükümlüye yönelik ağırlaştırılmış tecrit devam ediyor. 27 Temmuz 2011’den bu yana Öcalan avukatlarıyla görüştürülmüyor. Türkiye ve dünyanın her yerinde alanlara çıkan yüzbinlerce Kürt, Öcalan’a uygulanan tecride tepki gösteriyor ve Öcalan’ın özgürlüğünü haykırıyor.
 
‘Tecride meşruluk kazandırılmak isteniyor’

11 Ocak 2011’de TBMM Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” her ne kadar Meclis’ten “Öcalan’a uygulanan tecridi yasalaştıran madde” çıkarılarak geçirilmişse bile tamamen gündemden çıkarılmış değil. 2010, 2009, 2008, 2005 veya daha önceki bütün dönemlerde İmralı’da tecrit, görüştürmeme durumlarının varlığına daha önce yaptığı bir açıklama ile değinen Asrın Hukuk Bürosu, “Ancak bugünkü durum çok daha farklı. Öyle dönemsel tecrit uygulamaları, görüştürmeme durumu olmayacağı görülüyor. Tecride meşruluk kazandırılmak isteniyor” diyerek hükümetin uzun süreli tecride yasal kılıf arayışlarının olduğunu kaydetmişti. İmralı’da daha önce de gerek ulusal gerekse de uluslararası hukuk normları keyfi bir şekilde uygulanmış, ilk uygulama özel yönetmelik ile gerçekleştirilmişti. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya getirilmesinin ardından Milli Savunma Bakanlığı tarafından 27 Şubat 1999 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir tebliğ ile İmralı Adası ve çevresi 2. derece kara, deniz ve hava açısından “askeri yasak bölge” olarak ilan edilmişti. Bu düzenlemeyle birlikte hak ihlalleri, hücre ve disiplin cezaları gündeme konulmuştu.


‘Öcalan’ın 37 avukatı tutuklu’


Tüm bunların yanı sıra PKK Lideri Abdullah Öcalan’a 300 gündür uygulanan ağırlaştırılmış tecrit, toplumun birçok kesimini etkilerken, Öcalan’ın avukatlığını yapan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarını da daha yakından ilgilendiriyor. Abdullah Öcalan’ın her hafta basında yayınlanan ve birçok köşe yazarı tarafından üzerine yorumlar yapılan “Görüşme notlarını örgüte talimat” olarak ilettikleri gerekçesiyle 37 avukat tutuklanırken, Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının gerek müvekkilleri Öcalan için gerek ise tutuklanan çalışma arkadaşları için hukuki mücadelesi devam ediyor. Müvekkilleri ile 300 gündür görüşme gerçekleştiremeyen Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, müvekkillerine uygulanan ağırlaştırılmış tecridi, bunun ne anlama geldiğini ve yapılması gerekenleri değerlendirdi.


‘Tecrit hükümet politikasıdır’


Müvekkilleri Öcalan ile 10 aydır görüşemediklerini belirten Avukat Rezan Sarıca, Öcalan’ın avukat ve aile ile olan görüşmelerinin tamamen engellendiğini hatırlatarak, şunları söyledi: “27 Temmuz 2011 tarihinde yapılan görüşmeden bu yana müvekkilimizle görüşmek için olağan olarak yaptığımız haftalık görüşme başvuruları reddedilmektedir. Başvurularımıza ‘gemi bozuk’ ya da ‘hava muhalefeti’ son bir aydır da ‘geminin onarımda’ olduğu yönünde bazı gerekçeler ileri sürülmektedir. Ancak biz bu gerekçelerin inandırıcı olmadığı kanaatindeyiz. Bizim bu kanaatimiz nettir. Yani 13 yıllık İmralı tecridi süresi içerisinde müvekkilimize zaman zaman gelişen gerek siyasal, gerek ise sosyal süreçlerle ilgili tecrit uygulanmıştır, ancak neredeyse 10 ayı bulan bir tecrit ile ilk defa karşılaşıyoruz.”


Müvekkilleri Öcalan ile görüşmelerinin engellenmesine yönelik sunulan gerekçelerin yansıtıldığı gibi olmadığını ve bu gerekçeleri inandırıcı bulmadıklarını belirten Sarıca, böyle bir kanıya sahip olmaları için birçok sebebin ortada olduğunu ifade etti. Sarıca, “En başta hükümet yetkililerinin basına verdiği demeçler, her şeyi apaçık ortaya koymaktadır. Başta Başbakanın açıklamaları. Tamamen hukuk dışı bir uygulama, tamamen iradeleri çerçevesinde uyguladıkları bir durum söz konusu” dedi.


‘Dünya kamuoyu tecride sessiz’


Öcalan’a yönelik tecride artık dünya kamuoyunun da yeterince tepki göstermediğini ve bu durumun hükümetin daha rahat hareket etmesine neden olduğunu belirten Sarıca, “Bu temelde yapılmış resmi tüm gerekçeler ve bahaneler de anlamını yitirmiş oluyor. Çarpıcı bir örnek verecek olursak, 19 Ocak 2012 tarihinde aile görüşmesi için müvekkilimizin kardeşi İmralı Adası’na götürülüyor. Yani ‘gemi bozuk’ değil. Gemi sağlam. O hafta bizim Çarşamba ve Cuma günleri müvekkilimiz ile görüşmek için başvurularımız vardı. Müvekkilimizin kardeşinin gittiği gün ise Perşembe günü. Yani öncesi ve sonrasında yaptığımız başvurular ‘gemi bozuk’ gerekçesi ile reddediliyor; ancak Perşembe günü müvekkilimizin kardeşi İmralı Adası’na götürülüyor. Normalde aile görüşü ayın 2’inci ve 4’üncü haftasında gerçekleşirken, o görüşmede ayın 3’üncü haftasına denk gelmişti. Ve bu da açık ve net bir şekilde ortadır, keyfi bir uygulama söz konusudur.


‘Özel ve ayrımcı bir uygulama’


Cezaevi idaresi tarafından görüşmelerin engellenmesi için sunulan gerekçelerin haklı olması durumunda yapılması gerekenlere ilişkin ise Sarıca, şunları söyledi: “Öne sürdükleri gerekçeler haklı olsun. Ve ‘gemi bozuk’, ‘hava muhalefeti’ ya da ‘gemi onarımda.’ Peki bu durumda ne yapılması gerekir. Haklı ve samimi iseler gerçekten ortada bir ihlal söz konusu ve bu ihlalin olmaması için olumsuz durumların ortadan kaldırılması gerekiyor. Yani geminin tamir edilmesi gerekiyor. 10 aydır gemi tamire gönderilmemiştir, son bir aydır gönderiliyor. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf devletlerinin gerek pozitif yükümlülükleri gerekse negatif yükümlülükleri söz konusu. Bu durumda hükümetin negatif yükümlülüğü var ve olumsuz şartların yani belirttikleri gerekçelerin ortadan kaldırılması gerekiyor. Ancak bu gerekçelerin hiçbiri yaklaşık 10 aydır ortadan kaldırabilmiş değil. Yani bu sorumluluklarını ve yükümlülüklerini yerine getirmediklerinden dolayı öne sürdükleri gerekçelerin haklı olmadığını, düşünmek zorunda kalıyoruz. Kendi yükümlülüklerini ihlal etmiş bulunmaktadırlar. Sormak gerekirse; son bir aydır onarımda olan gemi 10 aydır neden onarıma alınmadı. Yine belirttiğimiz gibi 19 Ocak’ta aile görüşündeki gemi kendi kendine nasıl oluyor da Perşembe günü düzeliyor ve Cuma günü tekrardan bozuluyor. Bunu mantık kurallarıyla açıklamak gerçekten mümkün değil. Yani apaçık her şey ortadadır. Tamamen İmralı sisteminde özel ve ayrımcı bir uygulama söz konusudur.”

‘Tecrit Öcalan’a saldırıdır’


Hükümlü olsa da müvekkilleri Öcalan’a yönelik mütemadiyen hak ihlallerinin söz konusu olduğunun altını çizen Sarıca, “Bu hak ihlallerine karşı çeşitli hukuki başvurularımız olmuştur. Hak ihlalleri devam etmektedir. Şu an itibariyle İnsan Hakları Mahkemesi’nde birleşmiş dört davamız sözkonusu. Yine bu tecride yönelik en son yaptığımız başvuru söz konusu. Tabi tecrit durumu, müvekkilimizle görüşmeme durumu, müvekkilimizin savunma hakkı üzerinde ciddi bir haksızlıktır. Yine müvekkilimizin avukatlığını üstlenenlere yıllardan beri çeşitli sebeplerden dolayı davalar açılmakta ve devamlı bir şekilde avukatlar yargılanmaktadır. Ancak bu son 22 Kasım 2011 tarihinde karşılaşmış olduğumuz avukatlara yönelik operasyon, gerçekten emsali görülmemiş bir operasyon. Başbakanın yaptığı açıklamayla da aslında bağlantılı bir şey. Yani kamuoyunda bir tepki almadıklarından kaynaklı olarak bu kadar vehamette bir avukat operasyonu yapabiliyorlar. Tabi bundaki en büyük etkenlerden biri de siyasal gelişmelerdi. Yani önceki zamanlarda da avukatlara davalar açılıyordu, avukatlar yargılanıyordu. Ama bu son örnek hiçbirine benzememekte. 16 ilde bulunan neredeyse bütün avukatlar gözaltına alındı ve şu an itibariyle 37 avukat tutuklu bulunuyor. Bu durumu müvekkilimizin savunma hakkının ortadan kaldırılması ve tamamen kendisine bir saldırı olarak düşünüyoruz” diye konuştu.


‘İmralı bambaşka bir süreç olarak işliyor’


Müvekkillerinden sağlıklı bir bilgi alamadıklarını aktaran Sarıca, şunları belirtti: “Özelde şunu bilmek gerekir; hiçbir mahpus ve hiçbir hükümlü ayrı bir uygulamaya tabi tutulamaz. Cezaevinde bulunan herkesin eşit bir uygulamaya tabi tutulması gerekiyor. Maalesef İmralı süreci bambaşka bir süreç olarak işliyor. Bu durumdan müvekkilimiz Sayın Abdullah Öcalan’ın yanına götürülen diğer hükümlüler de etkilenmektedir. Müvekkilimiz  Sayın Abdullah Öcalan’ın ailesinin ve avukatlarının görüşmeleri engellendiği gibi  aynı şekilde diğer hükümlülerin de avukat ve aile görüşmeleri engellenmektedir. Biz bu haksız uygulamalara karşı cezaevi idaresi ve cezaevi personeli hakkında suç duyurusunda bulunduk. Mudanya Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığımız suç duyurusu, ‘cezaevi personelinin kendi görevini yerine getirdiği’ gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Biz bu karara karşı itirazda bulunduk. Ancak Yalova Ağır Ceza Mahkemesi de hiçbir gerekçe göstermeden kararımızı reddetti. Ve o şekilde hukuki yolu kapattı. Ama biz öncesinden de durumun buraya varacağını bildiğimizden dolayı Mudanya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın vermiş olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair karar akabinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştuk. AİHM nezdinde ihtiyati tedbir talepli başvurumuz söz konusu ve şu an devam etmektedir. Yani var olan izolasyonun kaldırılması ve müvekkilimizle derhal görüşmemizin gerçekleştirilmesi ve bunun sağlanması talebinde bulunmuştuk. Şu an dava devam ediyor. Herhangi bir gelişme sağlanabilmiş değil. Bunun sonuçlanması gerekiyor.”


‘Türkiye tavsiye kararlarını uygulamıyor’


Müvekkillerinin durumuna ilişkin uluslararası kurumların Türkiye’ye tavsiye kararlarının olduğunu hatırlatan Sarıca, bu kararların da Türkiye tarafından uygulanmadığını ve dikkate alınmadığını gördüklerini ifade etti. Sarıca, bu konuda daha önce Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne (CPT) başvurduklarını hatırlatarak, “CPT bir raporunda 3 ayı bulan tecrit durumunun çok ciddi problemler yaratabileceği ve çok ciddi bir durum olduğunu açıkladığı gibi, yine bir raporunda da tecrit uygulamasının insanlık dışı ve aşağılayıcı bir muamele derecesine varabileceği ihtimalinin olduğunu belirtmekteydi. Biz bu raporları kendilerine hatırlattık. Bu doğrultuda adım atmalarını ve derhal müvekkilimizle görüşmeleri gerektiğini ve görüşmelerin sağlanması, bu tecridin aydınlatılması konusunda başvurularımız olmuştu” diye belirtti.


‘İşkenceye dönüşmüş bir rejim’


Müvekkillerin hukuk kolunun kırılmak istendiğini ifade eden Sarıca, şunları dile getirdi: “Müvekkilimizin AİHM’de dosyaları devam etmektedir. Birleşmiş dört dosyası söz konusu. Belki yakın süre içerisinde bu karara bağlanacak, ama müvekkilimizle daha bir görüşme gerçekleştirmiş değiliz. Bu anlamda savunma ayağı tamamen yok edilmektedir. Müvekkilimize yönelik tecride ilişkin Türkiye’de ve uluslararası alanda yaptığımız başvurulardan bir sonuç alamadık. Bu anlamda sanki tecridi bir kanıksama ve kabullenme var. Bu durum bizi gerçekten kaygılandırıyor. Buradan tekrar belirtecek olursak insan hakları kuruluşlarının bu duruma karşı bir tavır sergilemesi ve bu durumu kabullenmemesi gerekiyor. Yine benzer başvurularımız olacaktır. Müvekkilimizin hükümlülüğü gerçekten çok ağır. İdamı da aşan, aşağılayıcı, rencide eden ve onur kırıcı bir uygulamaya maruz bırakılıyor. Tamamen işkenceye dönüşmüş bir rejim söz konusu. Müvekkilimize yönelik 13 yıldır süren özel İmralı işkence sistemine son verilmesi ve bu konuda herkesin duyarlı olması gerekiyor. Buna yönelik dileklerimizi söyleyebiliriz; Müvekkilimizin konumu gerçekten tarihidir. Biz Asrın Hukuk Bürosu olarak, yapılacak her şeyin insan hakları çerçevesinde yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Hiç kimsenin çıkarları doğrultusunda hareket edilmemesi ve bu duruma ciddi bir şekilde yaklaşılmasını talep ediyoruz.”

devam edecek...

İbrahim Aslan - Mehmet Şah Oruç / İstanbul - Diha

Hiç yorum yok: