6 Nisan 2012 Cuma

Suriye'de Politik Sürecin Yeni Bir Aşaması: Kofi Annan Planı


Suriye sorununun uluslararası ilişkilerde tahmin edilenden çok daha önemli bir yere sahip olduğu ve meselenin arka planında küresel güçlerin politik dengelerine göre bölgesel ilişkilerin yeniden reorganize edilmesinin bulunduğu, son birkaç haftalık gelişmelerden çok daha net olarak görülmeye başlandı.

Birleşmiş Milletler (BM) eski genel sekreteri Kofi Annan, BM Temsilcisi olarak Suriye’ye yapmış olduğu ziyaret, Suriye’ye ilişkin planların yerinden tartışılmasına yol açtı. Dahası uluslararası küresel güçlerin karşılıklı çıkarlarını dengeleyecek bir plan hazırlandı. Özellikle Çin ve Rusya’nın hassasiyetleri dikkate alınarak hazırlanan‘Annan Planı’ esasen Türkiye, Suudi Arabistan gibi Suriye’ye yönelik bir askeri operasyondan ısrar eden ülkelerin politikalarını bir bakıma geçersiz kıldı.


Kofi Annan planının politik gerekçeleri

Suriye’nin bölgesel pozisyonu ve iç politik dengeleri, Annan Planı’nı kaçınılmaz kıldı. Özellikle küresel sermaye, Ortadoğu’da yeni bir politik istikrarsızlık istemiyor. Halen Irak’ta çözümlenmeyen sorunların üzerine Suriye’nin eklenmesi, krizin bütün Ortadoğu’ya yayılması anlamına gelecek. Bu nedenle sorunun çözümünü sağlayacak bir denge planına ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Suriye’deki duruma ilişkin yapılan değerlendirmelerin, ortak bir planlamayı zorunlu kıldığı anlaşılıyor.

BBC diplomasi muhabiri Jonathan Marcus “Suriye krizinin başladığı 2011 yılının Mart ayından bu yana, uluslararası toplum askerî operasyon seçeneğine soğuk yaklaşıyor” tespitini yapıyor ve bunun gerekçelerini sıralarken sık sık vurguladığımız birkaç noktaya dikkat çekiyor. Libya'ya kıyasla Suriye'de muhalefetin bölünmüş olması, hükümete bağlı güvenlik birimleri daha güçlü ve Suriye'nin hava savunma sistemlerinin çok daha etkili olması, Beşar Esad'ı devirmenin, bölgede Suriye'nin de ötesinde çok daha geniş kapsamlı bir istikrarsızlık yaratacağı belirtiliyor. Suriye'nin içine düşeceği bir mezhep çatışmasının doğrudan Lübnan ve Irak'a yansımasının da çok yüksek olması bekleniyor. Bütün bu faktörlerin dışında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle, askerî operasyona hukuki bir dayanağın oluşturulamayacağı vurgulanıyor.


Oklahoma Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi Başkanı Joshua Landis da, ‘Suriye konusunda Amerika Birleşik Devletleri'nin liderlik yapması konusunda artan çağrılara rağmen, Obama yönetimindeki Washington'un böyle bir liderlik üstlenmek niyetinde olmadığını’ belirtiyor. ABD’nin bu tutumu özellikle Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgesel müttefiklerinde bir hayal kırıklığı yaratıyor.


Henderson da, "Amerika Birleşik Devletleri, farklı birliklerin komutanlarının kimler olduğunu biliyor ve büyük olasılıkla bu komutanlarla temasa geçme şansı da var” diyor ve buna benzer taktiklerin Irak'ın işgalinde de kullanıldığına, ancak Suriye’de bunun çok başarılı olmayacağına dikkat çekiyor.


Suriye muhalefetinin tek bir blok olmaması ve farklı politik eğilimlerin varlığı ve bunların silahlı mücadele konusunda ayrı noktalarda olmaları, özellikle ABD’yi kaygılandırmaktadır. Landis, “Hepsi Esad rejiminin devrilmesini istese de Suriye muhalefeti içinde pek çok farklı grup var. Bu bölünme, Suriye ordusunun yerini alacak istikrarlı bir hükümetin oluşmasını engelleyebilir.” Bu değerlendirmesi, küresel güçleri kaygılandıran bir başka önemli faktördür.


Yapılan analizlerden anlaşıldığı gibi Suriye çok karmaşık politik bir denklemdir. Bu bakımdan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin onaylamadığı herhangi bir planın yaşama geçirilmesi son derece zordur. Özellikle Ortadoğu gibi uluslararası küresel rekabetin merkezi olan bir bölgede, hiçbir küresel güç tek başına hareket etme şansına sahip değildir. Politik ilişkilerin son derece kırılgan olduğu bir bölgede, dengelerin hesaplanması kaçınılmazdır. Ayrıca, ekonomik veya askeri olarak güçlü olan ülkeler, uluslararası çıkarları hesaba katmaksızın bir başka ülkenin politik yapısını değiştirme şansına sahip değildir. Küresel ilişkilerde, karşılıklı bağımlılık ilişkisinin bir başka anlamı, belirlenen stratejilerin dengeleri zorunlu olarak hesaba katmasıdır.


Annan Planı’nın da Suriye denklemi

Annan Planı olarak bilinen esasen BM-Güvenlik Konseyi’nin uzlaşı planı, Suriye denklemine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu plan, öncelikli olarak daha önceden belirlenen ‘savaş’ eksenli politikaların geri çekilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca Annan'ın Rusya ve Çin’den sonra İran’ı da ziyaret edeceğini açıklaması, bölgesel aktörler bakımından bize bir fikir vermektedir. Suriye konusunda İran’ın devre dışı bırakılamayacağı ortaya çıkmış bulunuyor.

Öncelikli olarak 6 maddelik Annan Planı, politik olarak ne anlama geliyor? Annan Planı, BM denetiminde ‘tüm tarafların şiddete son vermeleri çağrısı’ yapıyor. Bu çağrı aslında Esad rejimini meşrulaştırmanın bir başka ifadesidir. Karşı taraf olarak lanse edilen politik güçler kendilerini var edecek durumda değiller. ABD, Türkiye ve bazı Arap devletlerinin zorlama çabalarıyla parçalı olan muhalif güçleri bir araya getirilerek muhatap kılınmaya çalışmaktadır.


Söz konusu plan, devlete askeri operasyonları durdurma çağırısı yaparken, aynı zamanda muhaliflerin askeri eylemlerine de karşı olduğunu belirtiyor. Bu durum muhaliflere yönelik ciddi bir engel oluştururken, Suriye devletinin inisiyatifini nispeten arttırıyor.


Ayrıca ‘askerlerin ve ağır silahların kentlerden çekilmesini, mahkûmların serbest bırakılmasını Suriye'de insani yardıma ihtiyaç duyanlara bu yardımların ulaştırılmasını ve gazetecilerin serbest dolaşım hakkını’ içeren planın en önemli yanı Esad rejimini Suriye’nin meşru iktidarı olarak görmesidir. Böylelikle ve ülke içinde ciddi bir örgütlülüğü olmayan muhalif güçlerin hareket alanını sınırlamaktadır.


Çin ve Rusya’nın sürece dâhil edilmesi
 
Bu iki ülke olmaksızın Suriye’de her hangi bir değişimin olması söz konusu değildir. ABD ve AB’nin, daha önce gündemleştirmeye çalıştıkları askeri müdahaleyi önemli oranda geri plana çekmeleri planın destek görmesine yol açtı. ABD, Almanya ve daha sonra İngiltere’nin askeri bir müdahaleden yana olmadıklarını belirtmeleri Çin, Rusya ve hatta İran’ı rahatlatma politikası olarak ön plana çıktı. Bu düzeydeki politika değişikliği bir bakıma zorunlu ve kaçınılmazdı.

Özellikle Rusya’nın Suriye’ye silah satma konusunda geri adım atmayacağını vurgulaması, Çin’in Suriye’ye yönelik yaptırımlara karşı çıkması, İran ve Irak’ın Suriye ile ekonomik ticari ilişkilerini geliştirmeye devam edeceklerini açıklamış olmaları ve İstanbul toplantısına katılmamaları, Suriye Dostları Grubu’nun toplantısının politik gücüne veya iradesine bir darbe vurmuştur. Bu nedenle özellikle ABD daha dengeli bir politikadan yana olduğunu belirmek zorunda kalmıştır. Böylelikle, basında yansıdığı gibi İstanbul toplantısında beklenen sonuçlar çıkmadı. Özellikle Rusya ve Çin’in Annan Planı dışında herhangi bir planı kabul etmeyeceklerini vurgulaması da, planın önemini çok daha fazla arttırdı.


Annan Planı’nın Arap Birliği tarafından kabul edilmesi

Bugüne kadar burjuva demokrasisinden dahi hiçbir nasibini almamış, ilkel devlet anlayışıyla yönetilen Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi Ortadoğu’nun aşiret devletleri, askeri müdahale için özellikle ABD’ye baskı yapmaya çalıştılar. Enerji kaynakları bakımından zengin olan bu ülkelerin esas hedefi, Suriye’de Vahabiliğe dayanan Sünni eksenli bir iktidarı egemen kılmaktır. Böylece İran-Irak-Suriye ve hatta Lübnan’ı kapsayan Şii Hilal’inin gelişen etkisini kırmayı planlıyorlardı. Suriye’deki rejimin demokratikleşmesiyle hiçbir şekilde ilgilenmeleri söz konusu değildir. Kendi sistemlerinde demokrasiye dair en küçük bir veri bulunmayan ülkelerin, Suriye’de demokrasi istemeleri beklenemez. Esas amaçları, politik dengeleri kendi lehine çevirmektir. Annan Planı, bir bakıma bu süreci de etkiledi. Tersine, Suriye’ye yönelik bir askeri operasyonun söz konusu olmadığını belirten Annan Planı, Körfez Ülkelerin istemlerini bir bakıma geçersiz kıldı.

Arap Birliği ülkeleri toplantısı, Irak’ta yapıldı ve daha önce belirledikleri Suriye’ye ilişkin politikalarında bir kısım değişiklikler gündeme geldi. Böylelikle Suriye’ye askeri bir müdahaleden çok, Esad rejimiyle uzlaşı içinde değişimin sağlanması fikri benimsendi. Suriye’ye müdahaleye karşı çıkan Bağdat’ta Arap Birliği’nin toplantısının yapılması, mevcut politikanın kabul edilmesi anlamına geliyor.


Planın Esad rejimi tarafından kabul edilmesi

Esad politik manevra alanını geniş tutmak için, Arap Birliği’nin toplantısının başlamasına saatler kala ‘Annan Planı’nı kabul ettiğini açıkladı. Böylelikle hem muhaliflerin askeri alanlarını daraltmaya çalışıyor hem de "Suriye içinde hükümete karşı terör faaliyeti yürüttüğü” uyarısını yaparak, askeri saldırılar durmazsa, operasyonların devam edeceği mesajını da veriyor.

Esad, özellikle Rusya ve Çin’in telkinlerini dikkate alarak Annan Planı üzerinde uzlaşmasının aynı zamanda Suriye rejiminin varlığını bir süre daha devam ettirmesi anlamına geleceğine ikna olmuş durumda. Uluslararası güveni sağlamak için de Annan ile yapılan görüşmelerde ateşkes sürecinin 10 Nisan 2012 tarihinde yürürlüğe girmesi konusunda uzlaşıya varıldı. Annan’ın Güvenlik Konseyi üyelerine, “Suriye için gözlemci gücü oluşturmayı planlamaya başlayın” mesajı, bu süreci doğruluyor. Gözlemci gücünde özellikle Rusya ve Çin yetkililerin bulunması Esad için politik bir güvence olarak görülmektedir. Ayrıca Kofi Annan, Suriye yönetiminin kendisine, "silahlı muhalif güçler de silahlarını bırakmadıkça, kentlerdeki hükümet birliklerinin ve ağır silahların geri çekilmesine hazır olmadığını” bildirdiğini de açıkladı.


Suriye’deki muhalif güçler arasında ciddi anlaşmazlıkların bulunması, silahlı eylemlerin devam etmesi olasılığının güçlü olması, BM Güvenlik Konseyi karşısında Esad’ı çok daha fazla meşrulaştıracaktır. Ayrıca Suriye Ulusal Konseyi’nin “rejime karşı savaşan isyancı güçlere maaş ödeneceğini, taraf değiştiren askerlere ödeme yapılacağını” açıklaması, aslında muhalefetin yeterli bir güce sahip olmadığını ortaya koyan bir durum. Yapılan bir bakıma ‘paralı asker’ toplama politikası olduğu ortaya çıkmış durumda. Libya’da uygulanan yöntemin bir benzerinin izleneceğini anlaşılıyor. Ancak bunun tahmin edilenden çok daha ters etki yapma olasılığı yüksek.


Türkiye’nin Suriye Politikası Ve Annan Planı

Türkiye büyük umutlarla oluşturduğu Suriye politikası iflas ettiğinin farkındadır. Suriye Dostları Grubu’nu İstanbul’da toplanmasını sağlayarak durumu kurtarmaya çalıştı. Özellikle İran’ı sürece dahil etmek için bu ülkeyi ziyaret eden Erdoğan, Ahmedinejad ile görüştü. Suriye’deki gelişmelerin önemli bir yer tuttuğu görüşmede, Türkiye, İran’ın İstanbul’daki toplantıya katılması için ikna edemedi ve eli boş döndü. Rusya ve Çin’in de katılması için çok çaba sarf etti ama başarılı olamadı.


Erdoğan’ın yaptığı konuşmada, Suriye’ye yönelik askeri operasyondan vazgeçmediğini de bir biçimiyle ifade etti. Şaşkına dönmüş bir biçimde, “Şam işbirliği yapmazsa BM'nin dur demesi kaçınılmaz olur” ve “Suriye rejiminin hiçbir surette bu planı zaman kazanmak için kullanmasına izin verilmemeli” tehdidine devam etti. “Bugün burada Suriye yönetimine vereceğimiz mesaj kesin ve net olmalı. Eylem birlikteliğini sağlamalıyız. Suriye'de akan kan derhal durmalı. Suriye'de Kofi Annan'na verilen hiçbir söz tutulmadı. Suriye'deki rejim zaten şimdiye kadar verdiği hiçbir sözü tutmadı. İnanıyorum ki Suriye halkı kendi kaderini kendisi belirleyecektir” diyen Erdoğan, esasen Annan Planı’nın başarılı olmayacağını ifade ediyor. Türkiye’nin bu plana pek sıcak bakmadığı, ancak BM Güvenlik Konseyi kararı olması nedeniyle kabullenmiş gibi yaptığı biliniyor.


Türkiye’nin ana hedefi Suriye’de askeri krizi derinleştirmektir. Heydemann’ın ifadeleriyle, “farklı miktarlarda olsa da, Suriye'nin tüm sınırlarından içeriye silah akışı sürüyor. Batı'nın muhalefeti silahlandırmadaki isteksizliği bu süreci yavaşlatmayacak. Türkiye sınırlarında silah akışı devam ediyor.” Suriye sınırları içerisinde çatışmaları derinleştirmek için muhaliflerin silahlandırılmasına devam edeceğine ilişkin yapılan değerlendirmeler, Türkiye’nin Annan Planı’ndan pek hoşnut olmadığını ortaya koymaktadır.


Türkiye’nin olası Suriye’nin işgali planı çöktü. Rusya, İran ve birçok Arap ülkesiyle olan ilişkilerinin gerilmesi, bölgesel dış politikasının bir bakıma çöküşü anlamına geldi. Suriye politikasında kendisine vazife çıkartmak isteyen Erdoğan, Güney Kore’ye giderek Obama ile görüştü. Bölgesel dengeleri hesaba katan ABD’nin askeri operasyona karşı olduğunu açıklaması, Türkiye’nin Suriye politikasına vurulmuş bir darbe olarak algılandı. Dahası Türkiye, kendisini aldatılmış bir pozisyonda görüyor.


Washington Enstitüsü Yakın Doğu Çalışmaları Merkezi'nden Soner Çağatay da, Türkiye'nin kriz boyunca izlediği politikalarda yapmaya çalıştığı değişikliklere dikkat çekiyor: “Türkiye, Beşar Esad'a karşı, ilk olarak Birleşmiş Milletler öncülüğünde bir operasyon arayışına girdi. Bu başarısız olunca, Ankara yönetimi, Arap Birliği'ne ve Suriye'nin Dostları'na döndü ve uluslararası toplum tarafından desteklenen bir ortak Suriye politikası tesis etmeye çalıştı.” Türkiye içine girdiği bölgesel politik krizden kurtulmak istedi, ancak bunu başaramadı. Uluslararası küresel güçler ve Arap Birliği ülkeleri Türkiye’nin belirlediği politikaları desteklemediler. Özellikle Arap Birliği ülkeleri Türkiye’nin Arap dünyası adına hareket etme girişimlerinde çok açık olarak rahatsız oldu. ABD, bölgesel dengeleri hesaba katarak Türkiye’yi Suriye politikasını dizayn etmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan Türkiye’nin Suriye politikası esasen çökmüş durumda. Böylelikle Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ‘sıfır sorunlu’ dış politikasının iflasının somutlaşmış biçimi Suriye’dir.


Türkiye ile ABD’nin Suriye politikasındaki farklılaşma


Koç Üniversitesi'nde düzenlenecek bir konferans öncesi değerlendirmede bulunan ABD'nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin Suriye’ye ilişkin yaptığı değerlendirme, Türkiye’nin Suriye politikası ile farklılıklar taşıdığını ortaya koymaktadır: “Türkiye ve ABD, (Suriye konusunda) askeri müdahalenin en son seçenek, en arzu edilmeyen seçenek olduğuna inanıyor. Bu sorun, uluslararası hukuka uygun, diplomatik bir süreçle çözümlenmeli. Bu, kolay yanıtları olmayan, sihirli bir şekilde ortadan kaybolmayacak, kolay bir çözümü olmayan bir durum. Dolayısıyla bu sorunun çözümü için birlikte çalışıyoruz.” Türkiye’nin askeri müdahaleden yana olduğunu çok açık olarak ifade ediyor. Ricciardone’nin Suriye konusunda Türkiye ile ortak politikalara sahip olduğunu söylemesine rağmen bunun böyle olmadığını, Türkiye ile farklı düşündüklerini şu cümlelerle ifade ediyor: “Türkiye ile aramızda belli bir derecede farklı bakış açılarının olması doğal. Sonuçta Türkiye'nin Suriye ile sınırı var.” Türkiye’nin tersine, Ricciardone, ‘Suriye konusunda ayrıca muhalif grupların silahlandırılmasının işe yarayacak bir yöntem olduğuna kesinlikle inanmadıklarını’ belirtti.


İstanbul’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ‘BM Temsilcisi Kofi Annan'ın planına uyulması için Esad üzerindeki diplomatik baskıyı devam ettirmeleri’ uyarısında bulundu. 70’e yakın ülke temsilci göndermesine rağmen Rusya, Çin ve İran’ın yer almaması, toplantının politik gücünü kırabilecek bir durum yaratacağını fark eden ABD, başka alternatiflerin peşine düşmek yerine ‘Annan Planı’ esas aldı.


Kürtlerin Suriye Politikası oldukça önemlidir

Suriye’de Kürtlerin elde edeceği her hangi politik bir statü, Türkiye’yi de çok ciddi oranda tedirgin ediyor. Ayrıca Suriye’nin iç politik dengelerini değiştirebilecek tek örgütlü güç Kürtlerdir.

Suriye’deki her yönlü değişim, Kürtlere yeni olanaklar sunmaktadır. Türkiye ise Kürtler için oluşan yeni pozisyonu engellemeyi hedefliyor. Bunun riskli ama kestirme yolunun da işgalden geçtiğini düşünüyor. Ancak uluslararası ve bölgesel dengeler buna izin vermiyor. Bunun farkında olan Türkiye, Kürtlere yönelik yeni hamleler uygulamaya koymaktadır. Bunun en somut biçimi Suriye Muhalif Güçlerine yaptırdığı açıklamadır. Suriye’nin ‘Milli Misaki Sınırları içinde demokratikleşme’ olarak yapılan açıklamanın hedefi Kürtlerdir. Böylelikle Kürtlere yönelik politika netleştirilmiş bulunuyor.


Konsey’de politik etkisi pek olmayan birkaç küçük Kürt grubun yer alması, Kürtler bakımından hiçbir politik değeri bulunmuyor. Suriye’de en örgütlü güç Kürtlerdir. Bu bakımdan Kürtler olmaksızın Suriye’de ne politik bir istikrar sağlanır, ne de demokratikleşme süreci tamamlanır. Bu bakımdan Kürtlerin içinde yer almadığı, Kürtlerin politik taleplerini içermeyen girişimlerin Suriye’de başarılı olması son derece zordur. ABD’nin Birleşmiş Milletler temsilcisi Rice, yaptığı konuşmada bu duruma dikkat çekti. Kürtler muhalif harekete katılmadan, Suriye’de başarılı olmanın zor olacağını belirtti. Bunun için Kürtlerle ilişki kurulması gerekliliğine dikkat çekti.


Suriye’de Kürtler için nesnel koşullar tahmin edilenden çok olgunlaşmış bulunuyor. Suriye’de hedeflerine ulaşabilmeleri ve kendi özerk yapılarını korumaları için mevcut olanaklar oldukça gelişmiş durumda. Muhaliflerle Esad arasındaki her çatışma veya rekabet Kürtlerin durumunu güçlendirecektir. Her iki tarafın da Kürtlere ihtiyacı var. Bundan dolayı Kürtler politikalarını belirlerlerken çok boyutlu düşünmek zorundadırlar. Öncelikli olarak askeri müdahaleye karşı çıkmalılar ve Suriye’deki iç dengeleri iyi değerlendirmeliler. Zaman geçirmeden kendi aralarında tam bir birlik oluşturarak ‘Kürt Ulusal Meclisini’ oluşturup, ‘Özerk Yönetimlerini’ ilan etmelidirler. Özellikle kendi askeri güçlerini oluşturup, Kürdistan bölgesini korumaya almalıdırlar. Ayrıca Kürdistan bölgesi dışındaki hiçbir askeri sürece dâhil olmamalıdırlar. Aksi durum, Kürtlerin meşruiyetini tartışma konusu yapacaktır.


Bu bakımdan Kürtler, ortaya çıkan tabloyu iyi okumadıkları takdirde, Türkiye tarafından oluşturulan ‘Milli Misaki’ olarak belirlenen Arap Milliyetçiliği, Kürtlerin tasfiyesi üzerine şekillenecektir.


İstanbul Toplantısı ve Annan Planı

1 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da yapılan Suriye Dostları grubu toplantısına yaklaşık olarak 70 ülkeden temsilci katılmasına rağmen, aslında beklenilen etkiyi yaratmış değil. Bunun birçok nedeni ortaya çıktı. Birincisi Arap ülkeleri arasında oluşan görüş ayrılıklarıdır. Birkaç ülke dışında ülkelerin önemli bir kısmı, Suriye Özgür Ordusu’nun silahlandırılmasına karşı çıktı. İkincisi Çin, Rusya ve İran’ın İstanbul’daki oyuna katılmaması toplantının etkisini çok önemli oranda zayıflattı. Üçüncüsü, muhalefetin Suriye içinde yeterince güçlü ve örgütle olmaması. Diğer bir başka nokta, toplantının başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki bütün politik güçleri kapsamamasıdır.

Suriye'nin Dostları Grubu, Suriye’ye yönelik kuşatmada askeri seçeneği esasen devre dışı tuttu ve daha çok diplomatik, ekonomik ve politik alanlarda yoğunlaştırmayı hedefliyor.


Uluslararası güçlerin üzerinde anlaştığı Annan Planı, Suriye Dostları Grubu tarafından da kabul edildi. Çünkü bu plan, bir bakıma Suriye’deki denklemin en son halkasıdır. Bu sürecin nasıl işleyeceğini bölgesel ilişkiler ve Suriye’nin iç politik dengeleri belirleyecektir.

Hiç yorum yok: