21 Nisan 2012 Cumartesi

Nazım Hikmet'in Açlık Grevi






Nazım Hikmet 1950 yılına geldiğinde artık mahpusluk canına tak etmişti. Ömrünün geri kalanını mahpus damlarında geçirme fikri onu kahrediyordu. Cezaevi arkadaşlarının anlattığına göre Nazım’ın aklında bir açlık grevi yapma fikri uzun bir süreden beri vardı.

Şair sonunda özgürlüğü için kendini açlık grevine yatırmaya karar verdi. 30 Mart 1950’de ailesine yazdığı mektupta Nazım Hikmet açlık grevi kararını şu sözlerle açıkladı: „Başka türlü hareket etmek kabil olmadığı için bu kararı verdim. Sizden yalnız bir şeye kayıtsız şartsız inanmanızı istiyorum; bu kararım, herhangi bir yeis, bir yılgınlık, bir korkaklık, bir sabırsızlık neticesi değildi Sabırlı, şuurlu, ümitliyim. Fakat hakkın ve hakikatın ortaya çıkması için meydana hayatımı atmaktan başka imkanım kalmadığına kaniyim.“

Ailesi Nazım’ı bu kararından döndürmek için çok uğraştı ama şair „Millete verdiğim açık istidaya (dilekçeye) canımı pul yerine kullanıyorum” diyerek 8 Nisan günü açlık grevine başladı.

Nazım bundan 52 sene evvel bugün açlık grevinin 13. günündeydi. Nazım Hikmet’in annesi Celile hanım, Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat da ona destek için açlık grevine yatmışlardı.

Avukatının isteği üzerine açlık grevine kısa bir süre ara veren Nazım, 1 Mayıs’ta yeniden başladığı eylemini 17 Mayıs 1950’de sonlandırdı. Bu kararında Sait Faik, Halide Edip Adıvar, Cahit Sıtkı, Adnan Saygun gibi isimlerin yazdığı mektup etkili olmuştu. Aydınlar Nazım’dan yeni hükümet kurulana kadar eylemini durdurmasını istiyordu.

Nazım bu çağrılara kulak verdi ve 15 Temmuz’da çıkan af kanunuyla serbest kaldı.
Bu dönemde dönemin Kudret gazetesi Orhan Veli, Anday ve Rıfat’ı hedefe koyarak: „Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış” başlığıyla çıkmıştı. Buna karşı üçlü 15 Mayıs günü Yaprak dergisinde şu sözleri kaleme aldı: „Bir şairin öldürülmesine şair gönlümüz razı olmadığı için, sırf onu kurtarmayı istediğimizi belirtmek için iki gün aç durduk. Niyetimiz kimseyi tehdit değildi, sadece şairlik borcumuzu ödemekti.“

Memleket şairinin açlığına katılmayı bu üç büyük isim bir „şairlik borcu” olarak görüyordu.

Orhan Veli, Nazım’ın serbest bırakıldığı sene onun için „Hürriyete Doğru” şiirini kaleme aldıktan sonra öldü. Ünlü şair Nazım’a „Görmüyor musun, her yanda hürriyet /Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol /Git gidebildiğin yere” diyerek seslenmişti.

***

Açlık grevi eylemleri insanların vicdanlarına seslenme biçimidir. Toplumun vicdanının anahtarını da aydınlar ellerinde tutar.
Nazım’ın açık grevi eylemi sırasında aydınlar öyle bir hava estirmişlerdi ki iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk icraatlarından biri Nazım’ı serbest bırakmak olmuştu.
Üzülerek belirtmek gerekir ki günümüz aydınlarının pek azı insanların kendilerini açlığa yatırmaları karşısında insanlık görevlerini hatırlamakta. 12 Eylül sonrası Türkiye’de aydınların apolitizasyonu, iktidara yamanmaları sürecinin artık başarılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşı ağırlıklı olarak sadece Kürt hareketi ve Türkiye solunun belli bir kesiminin önde gelen isimleri durabiliyor. Geri kalanı ne yazık ki bundan yıllar sonra anlatmaya utanacakları sessizliklerini korumayı sürdürüyor.

Yukarıda saydığımız büyük yazar ve şairler öyle durup dururken „büyük” olmadılar. İnsana ait duygulara, acılara, sevinçlere sırt dönmedikleri için büyük oldular.

Sessizliğin, yardakçılığın bir aydını büyüttüğü hiçbir çağda görülmemiştir. Kudret ya da Ulus’ta Nazım’a, Orhan Veli’ye küfredenleri hatırlayan var mı?
Kaynak: Özgür Politika

Hiç yorum yok: