9 Nisan 2012 Pazartesi

Kürtler, Kürdistan, PKK ve İşgalciler Üzerine...

1. PKK, son bir yıldır Suriye politikasında gösterdiği başarıyı ne yazık ki Türkiye'de gösteremiyor. Çünkü bu iki bölgede Kürtler ve egemenler arasındaki ilişki farklı biçimlerde kurulmuştur. Türkiye'deki Türk-Kürt ilişkisi çarpıktır ve bir Stockholm Sendromu örneğidir.

2. Türkiye'de Kürtler ne vardır ne yoktur. Sistem, onları ne yok saymıştır ne de var. Bu yüzden herkes uyku ile uyanıklık arasında bir boşluktadır. Suriye, Irak ve İran'a kıyasla Türkiye'de bir Kürdün sisteme entegresi daha kolaydır çünkü Kürtler Kemalist darbe ile Türk olarak tanımlanmışlardır ve bu tanım Türkiye'nin hukukî, beşerî ve ekonomik alanlarında karşılık bulmuştur.

3. Türkiye'de Kürtlerin birer Türk vatandaşı olarak sistem içinde kendilerini görece ifade edebiliyor oluşu (seçme-seçilme hakları vs.) Kürtlerin sistem içinde yer edinmesine sebep olduğu için ruhsal ve fiziki kopuşu yavaşlatmıştır. Sözgelimi Roboskî'de 34 Kürdün öldürülmesinden sonra büyük çoğunlukla Kürtler, bu olayı Türk devletinin Kürtlere yaptığı bir saldırı olarak değerlendirmek yerine 'devletin kendi vatandaşlarına uyguladığı bir zulüm' olarak değerlendirmiş ve 'hükumetin bu konuyla ilgili hesap vermesini' istemişlerdir. Oysa Halepçe, Amûdê Sineması ve 2004 Qamişlo olayları incelendiğinde, tepkilerin kaynak ve muhtevasında yapısal farklılıklar net bir şekilde görülecektir.

4. Yirmi yıldan bu yana BDP gibi Kürt partilerinin varlığı ve dolayısı ile siyasal sistem içindeki bu ifade ediş, her ne kadar Kürtlerin kendilerini 'diğer' olarak tanımlamasına engel olmuşsa da varlıkları tümüyle olumsuz değildir. Çünkü bu varlık yine de Kürtleri talepler konusunda diri tutmuş ve toparlamıştır. Kürt siyasal partileri yasalara göre Türk partileri olmasına rağmen kitleleri Kürttür ve sosyalleşme onlara kimi duygular aşılamıştır. Fakat bu partilerin çoklukla kendilerini 'Türkiye partisi olmak' üzerine kurgulamaları, adayları arasında Türk politikacılara yer vermeleri, direkt olarak Kürdistan'ın ayrı bir bölgesel yönetime kavuşmasına dair bir talepte bulunmamaları, durumu Kürtler açısından içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Bu yüzden de bu durum parti taraftarlığı dışında bir kimliğe dönüşememiştir.

5. Türkiye, çoğunluğu aynı bölgede yaşamasına rağmen Kürtleri, Suriye'dekine benzer bir şekilde vatandaşlık bağı açısından hiçbir zaman reddetmemiştir. Kürtler bu ülkede Türk üst kimliğini kabul etmeleri halinde cumhurbaşkanı dahi olabilmişlerdir. Yine aynı şekilde Kürtler de Türk vatandaşlığını reddetmemiş, vatandaşlıktan çıkarılanlar yıllar sonra yine Türk vatandaşı olabilmek için başvuruda bulunmuşlardır. Oysa ki 1943-1946, 1967 ve 1977 olaylarında Irak'ta yaşayan Kürtler, Bağdat'a karşı kimliksiz olmayı tercih etmişlerdir. Yine aynı şekilde Gandhi hareketinin Britanya tarafından kendilerine verilmiş pasport, kimlik, geçiş izni vb. belgeleri topluca yakma ve reddetme gibi bir direnç göstermemişlerdir.

6. Irak'ta bir kitle yasal olsun ya da olmasın Kürt veya Kürdistan adıyla bir parti kurabilir. Irak tarihinde bu hep böyledir. Suriye'de ise bu durum kanunla yasaklanmıştır. Türkiye'de salt bu duruma işaret eden bir yasaklama olmadığı halde Kürtler, adında Kürt veya Kürdistan geçen yasal bir parti girişimi gerçekleştirmemişlerdir. Çünkü bu durum algıda bir 'imkansızlık' ve 'öğrenilmiş çaresizlik' yarattığı için Kürtlerce de kabul edilmiş ve böyle bir girişim olmamıştır. İşte bu üç durum, millî, karşıt ve entegre politikalar olarak üç farklı yaklaşımın çıkmasına sebep olmuştur.

7. Irak'ta Kürtler, önceleri Kürdistan toprakları dahilinde, ardından da merkezî hükumete karşı bir millî politika ve millî söylem geliştirmiştir. Suriye'de ise Fransızlara karşı bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra değişen ortamda Kürt partileri kurulmuş ama bu partileri faaliyet alanları yasaklandığı için yer altına çekilmişlerdir. Suriye'de nasıl bir politika izlemeleri konusundaki fikir ayrılıkları partilerin sürekli bölünmesine sebep olmuştur. Nitekim şu an Suriye'de en az 26 Kürt partisi mevcuttur ve son olaylarla birlikte legal alana çıkmaya başlamışlardır. Türkiye'de ise HEP, DEP, HADEP, DEHAP vs. partileri ile Türk devletine kendi kanunları çerçevesinde entegre siyaseti izlenmiştir. Sürgünde Kürt Parlamentosu girişimi ve Leyla Zana'nın Kürtçe yemini dışında ciddi bir karşı duruş ve Kürdistanî bir durumdan söz etmek mümkün değildir. Nitekim parlamento kısa bir süre sonra işlevsiz kalmış, Zana'nın yemini ise "Türk ve Kürt halklarının kardeşliği"nden bashettiği için Kürt milliyetçilerince eleştirilmiştir.

8. Suriye’de Kürt partileri, Türkiye'deki legal ve illegal partilere nazaran daha az diasporaya ihtiyaç duymuşlardır. Irak'ta ise bu durum savaş halleri dışında olmamıştır. Sözgelilimi PKK, henüz ilk yıllarında kurulduğu topraklardan çıkmak zorunda kalmış ve önce Lübnan'a ardında da Irak topraklarındaki Kürt bölgesine yerleşmiştir.

9. İran'da ise iki siyasi dönemden bahsedilmelidir. Mollalar öncesi ve sonrası. Ama ikisinde de Kürdistan bir ülke olarak vardır, kısmen bir statüye de sahiptir. Kürt partileri yoğun olarak burada çalışmalar yürütmüş, başarılar elde etmiş ama dağlarda elde edilen zaferlerini siyaset masasında kurşunlanmayı hesap edemedikleri için kaybetmişlerdir. Irak'ta ülke ve statü durumu İran'dan daha gelişkindir. Türkiye'de halen tartışmaya açılamayan Kürdistan otonomisi, 1970'li yılların ortalarında Irak'ta anlaşmaya bağlanmıştır. Bu her iki ülkedeki toprağa bağlı tanım, Kürtleri var kılar. Oysa Türkler, 1941 Coğrafya Kongresi ile Kürdistan'ı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu olarak isimlendirmiş ve hem Kürdistan'ı hem de buna bağlı olabilecek siyasal bilinci ortadan kaldırmışlardır. Kürtler de buna adapte olmuşlardır. Kürt siyasal gelişiminin olduğu veya bölgenin isyanlarla gündeme geldiği dönemlere denk gelen seçimlere bakıldığında bu durum daha da anlaşılır olacaktır. Seçim sonuçları, seçimlere katılım oranlarının yüksekliği vb. göstergeler büyük oranda bir kabulün de göstergesidir. Halen bile birçok Kürt siyasetçisi Türk partilerinde yönetici veya parlamenter olarak görev almakta, Türk partileri Kürt illerinde yüksek sonuçlar almakta, merkez Kürt partilerinin bile yöneticileri Kürdistan demek yerine bölge, doğu, güneydoğu vb. tanımlamaları farkında olmadan kullanmaktadır.

10. Bütün bu durumlar göz önüne alındığında PKK gibi bir hareketin Türkiye'deki Kürtler içinden çıkmış olması mucizevî olarak nitelenebilir. Fakat bu hareketin işi gerçekten çok zordur. Bu zorluğun büyük bir kısmı aşılmış olsa da bu büyük hareketin Türklerin entegrasyon mantığını aşmadığı söylenebilir çünkü toprağa dayalı bir tanımlama yapmaz. Bu durumun ortaya çıkardığı mantıktan dolayı da çoğu kez, Kürtlerin Türkiye'den ne talep edeceği de şaşılır: Kültürel haklar mı? Siyasi haklar mı? Statü hakkı mı? Türk ordusu ve Kürt ordusu arasındaki savaşın bitirilmesi mi? Başka bir ülke ideası mı? İşte bütün bunlar Türk politikasının Kürtleri hem var hem yok sayması ile birbirine karışmıştır. Mesela 2000'lerin başından bir önceki seçim dönemine kadar "barış süreci" adı verilen dönemde sadece kültürel haklar talep eden harekete devlet, bu hakların hiçbirini vermemiştir. Oysa yasal partisi aracılığıyla 100'e yakın belediyeyi dolaylı da olsa PKK'ye vererek Kürtleri sisteme dahil etmiştir. Bunun olumlu daha çok sonucu olmasına rağmen birçok yerde ihale kavgaları ve küçük hesapların ortaya çıkması yer yer Kürt partisine olan güveni kırmıştır. Birçok belediyede imkansızlıklardan dolayı başarısızlık yaşanmış ve bazı illerde kazanılmış belediyeler kaybedilmiştir. Buradaki tehlike Kürt hareketinin AKP, CHP veya MHP'ye benzer bir şekilde bir parti hareketine dönüşmesi tehlikesini yaratmıştır. Devletin benzer şekillerde Ecevit ile Türkiye'de solu, Devlet Bahçeli ile ülkücü hareketi, Erbakan ve Erdoğan ile Milli Görüş'ü bitirmesi gözden kaçmamalıdır.

11. Diğer taraftan Kürt gençleri dağa çıkar, bilinç sıçraması yaşarlar ve özgür bir ülke için mücadele ederler. Ama bu entegrasyon mantığından dolayı bir süre sonra hedefleri Kürt ülkesi istemek yerine Türkiye içinde üstelik toprağa bağlı olmayan bir özerklik anlayışına evrilir. Bu savaş da Türkiye'nin demokratikleşmesi savaşına döner. 2007'de bir gerilla annesi oğlunun cenazesinde şöyle bağırır: ‘’Oğlum Demokratik Türkiye için değil Bağımsız Kürdisan için şehit oldu, bu böyle biline... ‘’

12. Asimilasyon hızla devam etmekte ve Kürtler, Kürt sorununu dahi Türkçe konuşmaya başlamışlardır... İşte tam da burada PKK'nin işi zordur çünkü kendisini üzerine bina ettiği temel nokta tanımsızdır. Mesela Kürdistan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmuştur. Değilse bile 22 özerk bölgeye ayrılmış Türkiye içinde birkaç bölgeden oluşmuş bir yönetim bölgesidir. Kürt bağımsızlığı, Kürt özgürlüğü ifadesiyle yer değiştirmiştir. Türk devleti, Türk ordusu, Türk başbakanı vs. Kürtlerin de devleti, ordusu, başbakanıdır. Bu durum tümüyle reddedilemez. PKK'nin Türk devletinin bütün baskılarıyla karşılaşan gazete ve internet sitelerinde bile bu yaralı bilincin yansımalarıyla karşılaşılır: "Başbakan şöyle dedi...". Kimdir bu başbakan? Kürtlerin de başbakanı mıdır yoksa "Türk Başbakanı" mıdır? İşte tam da tanımsızlıktan kaynaklı bu durum, Kürtleri Türk devleti karşıtlığından hükumet aleyhtarlığına taşır farkında olmadan. Mesela polis, asker ve yargı Türk devletinindir ama bütün Kürt siyaseti, 'AKP'nin polis, asker ve yargısı'nı hedef alır. Sanki iktidar değişse Kürtlerle Türk devleti arasındaki sorun çözülecekmiş gibi. Oysa Kürdistan diye bir ülke vardır ve Türk devleti orayı işgal etmiştir. Hükumetler seçimlerle değişir ama Türk devletinin oraya temel bakış açısı değişmez.

13. Suriye, Irak ve İran'daki Kürtlerle Türkiye'de yaşayan Kürtlerin temel farkı bu tanımlanma meselesi üzerinden okunmalıdır. Türkiye'nin siyasi bir uyanıklıkla bilinçlerden sildiği Kürdistanîlik meselesi Kürtlerin siyasetinin yeni belirleyeni olmak zorundadır.

14. Türkiye, yarın PKK'ye seçimlere girme hakkı tanırsa ne olacaktır? Bütün davası bitecek ve Türkiye için mi çalışacaktır? Ya da yeni bir Türkiye inşaası mı önerecektir? Ne olursa olsun iktidara hiçbir zaman gelmeyeceği kesindir. O halde bu durum, baştan kaybedilmiş bir mücadele olmayacak mıdır? Ya da bir Türkiye partisi olduğu zaman Kürtler dışında bir kesimden oy alabilecek midir? Bugün BDP'nin siyasetinin Türk kesimindeki karşılığı görülmektedir ve durum hiç de iç açıcı değildir. Çünkü Kürtlerin Türk toplumuna yaklaşımı ile Türk toplumunun Kürtlere yaklaşımı aynı değildir. Bir taraf sömüren iktidarın sahibi bir toplum diğeri ise herhangi bir iktidarı olmayan ve sömürülen toplumdur. Türk siyaseti içinde yer alan Kürtlerin sayısı bu yüzden Kürt siyasetini destekleyen Türk sayısını bine katlar.

15. Dünya haritalarının yeniden şekillendiği bu dönemde artık Kürt hareketlerinin Kürdistan üzerinden bir konumlandırma zorunluluğu vardır. Bu konumlandırma, toprak merkezli bir kültür, dil, inanç ve ekonomik merkez yaratacağı için hareketleri başarıya ulaştırabilir. Çünkü Kürtlerin dinî, ekonomik ve ideolojik bütün sınıfları, Türk sistemine karşı kendi topraklarında bir alternatif yaratma ideali çerçevesinde işgalcilere karşı ikna edilebilir. Geriye kalan bütün konumlandırmalar enerji kaybı doğuracaktır. Irak Kürtleri ve dolayısı ile Kürdistan bunu başarmıştır, Suriye Kürtleri de PKK'nin müthiş siyaseti sonucunda doğru yoldadır. PKK'nin yeni dönemde Türkiye Kürtleri için biçeceği elbise, bunlar dikkate alınarak yapılmazsa Kürtleri, bu rezil Türk politikasına kurban edecektir.

İbrahim Halil Baran

Hiç yorum yok: