10 Nisan 2012 Salı

Hangi Müzakere?

Selahattin Erdem

 
Son günlerde “Müzakere” konusu siyaset gündeminin de en önemli tartışmalarından biri haline geldi. Bunda Kürt halkının miting meydanlarında yükselen müzakere talebinin belirleyici payı var. 15 Şubat’tan beri Kürtler “Savaş değil barış, tecrit değil müzakere” pankartlarıyla meydanları dolduruyor. Bu talep özellikle Newroz kutlamaları sürecinde doruğa çıkmış bulunuyor.

Bunun etkisiyle olacak ki, Başbakan Tayyip Erdoğan da sık sık “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyor. Kuşkusuz “terör” ile kastedilen PKK oluyor. Elbette “siyaset” ile de BDP kastediliyor. Tabi Başbakan, PKK ile BDP’nin adını vermiyor. Hatta ilerleyen süreç sıkıştırdıkça, yukarıdaki sözü “Terörle sonuna kadar mücadele, siyasal uzantılarıyla da müzakere” haline getiriyor. BDP, Tayyip Erdoğan tarafından “Terörün siyasal uzantısı” olarak tanımlanıyor. Buna bir de “Kendilerine ait iradeleri varsa” ibaresi ekleniyor. AKP yandaşı basın ise, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu formülünü topluma taşıma görevini yerine getirirken durmadan “İmralı ve Kandil ile artık asla görüşülmeyeceğini” tekrarlıyor.

Bu açıklamalara cevap veren BDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Kürt tarafının bütünlük içinde müzakereye hazır olduğunu” belirtiyor. BDP’nin irade sahibi olduğunu vurguluyor. Esas kendilerinin muhatap bulamadıklarını, “müzakereyi kiminle yürüteceklerini bilmediklerini” ifade ediyor.

Kürt halkının somut müzakere talebi karşısında siyaset kurumu çözümsüzlüğünü bir kez daha ortaya koyuyor. Bu konuda BDP’nin yapabileceği çok fazla bir şeyin olmadığını siyasetten anlayan herkes görebiliyor. Çünkü kendisinden “müzakereye taraf olması” değil, “AKP’ye teslim olması” isteniyor. Siyasal çözüm sürecini çok açık bir biçimde AKP tıkatıyor.

Yandaş basının yazdığı gibi, “İmralı ve Kandil ile artık asla görüşülmeyeceği” görüşünün ne kadar gerçeği yansıttığı pek belli değil. Zira Beşir Atalay ile Mesut Barzani’nin açıklamaları, hatta çağrıları bunun tersini gösteriyor. AKP’nin KDP üzerinden oyalama politikasını devam ettirmek istediği anlaşılıyor. Bu konuda “PKK’ye baskı uyguladıklarını” Mesut Barzani açıkça söylüyor.
Benzer şekilde Tayyip Erdoğan’ın sözleri de pek gerçeği yansıtmıyor. Tayyip Erdoğan “Kürt Halkı” demediği gibi, BDP’nin adını da telaffuz etmiyor. Dahası “Terörün siyasal uzantısı” diyor. Terörle müzakere etmeyen, hiç terörün uzantısıyla müzakere eder mi? Elbette etmez! Ama sanki BDP ile müzakere edecekmiş gibi bir hava yaratıyor. Bu da birçok insanın kafasını karıştırıyor. “AKP acaba BDP ile müzakere edecek mi?” sorusunu sordurtuyor. “Etmeyecek” deyince, “O halde niye siyasetle müzakere diyor” cevabı veriliyor. Tabi bunun da cevabı basittir. Başbakan Tayyip Erdoğan başka ne söyleyebilir ki! Açıktan “BDP ile” veya “siyasetle müzakere etmeyeceğim” diyebilir mi? Böyle söylese sadece kendini yalnızlaştırır ve siyasal hata yapar. Bu biçimde ne liberalleri Kürtlerden koparabilir, ne de Kürtleri içten bölebilir. Belli ki Tayyip Erdoğan’ın “Terörle mücadele, siyasetle müzakere” sözü bir oyundur. Sanki BDP ile müzakere edecekmiş görüntüsü verip beklenti yaratarak liberalleri kazanmayı ve Kürtleri içten parçalamayı, tartıştırmayı hedefleyen ucuz bir siyasettir.

AKP’nin BDP ile müzakereyi hiç öngörmediği birçok olguyla sabittir. Bir tanesi Tayyip Erdoğan’ın sözkonusu ifadeleridir. Hiçbir parti, müzakere etmek, yani görüşmeler yapmak istediği başka bir partinin adını söylemezlik eder mi? O parti için “Terörün siyasal uzantısı” der mi? Bu durumda o partiyle görüşse kendisi de “Terörün uzantısının ortağı” haline gelmez mi? Sadece bunlar bile AKP gündeminde BDP ile “Kürt sorununun çözümünü müzakere etme”nin bulunmadığını göstermeye yeter. AKP aslında bu tür oyunlarla “BDP’yi tasfiye mücadelesi”ni derinleştirmek istemektedir.

Diğer önemli bir veri, son üç yılın siyasal soykırım operasyonlarıdır. Şöyle bir geriye dönüp son üç yılda yaşananlara bakalım. 29 Mart 2009’da yerel yönetimler seçimi yapıldı. AKP’nin “referandum niteliğinde” dediği bu seçimi Kürdistan’da ezici bir çoğunlukla Kürt demokratik siyaseti (o zaman adı DTP idi) kazandı. Böylece Kürt sorununun siyasal çözüm zemini ciddi bir biçimde güçlenmiş oldu. Bu zeminin kullanılması ve bu temelde Kürt sorununun siyasal çözümünün önünün açılabilmesi amacıyla KCK Yürütme Konseyi 13 Nisan 2009 günü “Tek taraflı ateşkes ilan ettiğini” açıkladı. 7 Nisan’da da ABD Başkanı Obama DTP Eşgenel Başkanı Ahmet Türk ile görüşmüştü. Peki AKP hükümetinin bu siyasal girişimlere karşı tutumu ne oldu? 14 Nisan 2009 günü, yani PKK’nin ateşkes ilanından sadece bir gün sonra “KCK Operasyonları” adı altındaki Kürt demokratik siyasetine yönelik siyasal soykırım operasyonlarını başlatmak!

Şimdi 13 Nisan ve 14 Nisan olaylarının üçüncü yılı doluyor. Geçen bu üç yılda neler yapıldı? Herkesin bunu namusluca değerlendirmesi gerekiyor. PKK’nin ateşkesine karşı başlattığı tutuklama operasyonlarını gizleyebilmek için, AKP sahte bir “Açılım” kavramı ortaya attı. Bir yandan “Kürt açılımı”, “Demokratik açılım” derken, diğer yandan bu üç yılda yedi bin kişiyi zindana tıktı. DTP’yi kapattı. Ahmet Türk ile Aysel Tuğluk’un milletvekilliğini düşürdü. BDP’nin çeşitli düzeylerdeki yöneticileri ile halkın seçtiği belediye başkanlarını tutukladı. İmralı işkencesini artırdı. Halk üzerindeki faşist polis terörünü yoğunlaştırdı. Bütün bunlarla Kürt demokratik siyasetini yok etmeye çalıştı. 14 Nisan darbesinin dördüncü yılına girerken, AKP’nin bu faşist saldırıları artarak devam ediyor. O halde sormak gerekiyor: AKP hangi siyasetle, hangi BDP ile müzakere edecek? Dışarıda BDP ve Kürt demokratik siyaseti kalmadı ki! Hepsi AKP’nin siyasal kararları temelinde zindanlara dolduruldu ve şimdi hepsi de açlık grevi yapıyor. Peki AKP kiminle müzakere edecek? Zindana doldurduğu BDP ile mi?

Çok açık ki, zindanda siyasal müzakere yapılamaz. Bu nedenle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Eğer benimle müzakere yapacaksanız İmralı’dan çıkarmanız gerekir” dedi. Aynı durum BDP için de geçerlidir. Bu kadar BDP yöneticisi ve belediye başkanı sadece BDP’li oldukları için zindandayken, hangi BDP’li AKP ile müzakere yapabilir? Böyle bir duruma hiç kimsenin giremeyeceği açıktır. Çünkü, zindandaki insan müzakere yapamaz. Zindandaki insanla müzakere yapılmaz. İnsanlar zindana “Teslim alınmak” için konur. Her zindana koyuş, o insan için bir “Teslim ol” çağrısıdır.

Demek ki Tayyip Erdoğan’ın mevcut koşullarda “Siyasetle müzakere” demesi, aslında BDP’ye yönelik bir “Teslim ol çağrısı” anlamına geliyor. Zaten bu müzakerenin hep sözü ediliyor, nedense hiç pratikleşmiyor. Çünkü AKP, “Gel Kürt sorununun siyasal çözümünü tartışalım” demiyor. Daha masaya oturmadan önce ilk şart olarak “PKK’ye karşı tavır al, bizimle ortak mücadeleye katıl” diyor. Aynı şeyi KDP ve YNK’ye de dayatıyor. Yani AKP Kürt sorununu çözmeyi değil, PKK’yi yok etmeyi hedefliyor. Müzakere adı altında BDP’den de, KDP’den de istediği budur. Bunu da BDP kabul edemeyeceğine göre, o halde mevcut koşullarda BDP ile müzakere sözü sadece bir oyundur.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın netçe ifade ettiği gibi, Kürt sorununun siyasal çözümünü müzakere etmenin iki koşulu vardır. 

Birincisi, başta Önder Abdullah Öcalan olmak üzere PKK ve BDP bu müzakerenin birer tarafıdır. 

İkincisi ise Önder Abdullah Öcalan ve BDP ile müzakere ancak cezaevinden çıkılırsa, yani İmralı zindanı dağıtılır ve “KCK tutukluları” salıverilirse, PKK ile müzakere de ancak çift taraflı ateşkes yapılır ve silahlar susturulursa mümkündür.  

Bunlar da çok açık bir biçimde “Kürt sorununa demokratik çözüm projesini” gerektirir. Kürt sorununda müzakerenin de, çözüm arayışının da başka yolu yoktur.

Kaynak: Yeni Özgür Politika

Hiç yorum yok: