Güney
Kürdistan’da oldukça ilginç gelişmeler yaşanıyor. Aslında normal
şartlarda bu gelişmeler ilginç değil, aksine doğaldır. Fakat Güney
Kürdistan (göründüğü kadarıyla) ‘güçlü bir yönetim’ olmadığından orada
yaşanan gelişmeler tarafımca ilginç karşılanıyor! Sayın Barzani
önderlikli Güney Kürdistan yönetimi nedendir bilinmez ama tam anlamıyla
Türkiye’nin arka bahçesi konumunda faaliyetler yürütüyor. Bu belki
birilerine hoş ve güç anlamında da mantıklı gelebilir. Arkana Türkiye ve
ABD gibi bir gücü almak cazip gelebilir. Ama sömürgeci ile bir kez dahi
diyaloga (!) girsen, bir kez dahi sırtını sıvazlasa, ardından neler
neler istenileceği de biliniyor.
Demedi
demeyin! Hem Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, hem de adım adım
sömürgecilerin tuzağına düşen Güney Kürdistan yönetimini yarınlarda,
büyük tehlike, zorluk ve katlanamayacağı sonuçlar bekliyor.
Nasıl mı?
Dün
Eski Irak Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Sünni mezhebinin etkin
temsilcilerinden olan ve Irak tarafından yargılanma amacıyla aranan
Tarık El Haşimi’ye evinin kapılarını açan Mesud Barzani, bugün Lübnan
Kuvvetleri Lideri Semir Ca’ca’ ile Suriye Ulusal Konseyi adlı rejim
karşıtı örgütün Lideri Burhan Galyon’u da ağırladı.
Dün
Haşimi’den kaynaklı Şii’lerin tepkisini alan Güney Kürdistan, bugün de
yeni ağırladığı misafirlerden kaynaklı aldığı tepkileri fazlalaştırmışa
benziyor. Açıkçası Güney Kürdistan’ın böylesi gelişmeler karşısında
doğabilecek negatif sonuçlara katlanabilmesi, yönetimin mevcut haliyle,
oldukça güç görünüyor. Ortadoğu kaynayan bir kazan ve normal şartlarda
(!) Güney Kürdistan da bu kazanın içerisine atılıp kaynatılacak ve
buharlaştırılacak kadar oldukça güçsüz bir yapıdır. Nasıl olur da bu
yapı böylesi yiğitliklere imza atar diye düşünmeden edemiyor insan.
Ortadoğu
gibi bir yerde zayıf ve güçsüz olan örgüt ve devletlerin arkasında
başka devlet ve güçler olmazsa, tek bir adım dahi atamazken hayret (!)
Sayın Mesud Barzani önderliğindeki yönetim oldukça cesur adımlar atıyor.
Öyle
sanıyorum ki Sayın Mesud Barzani ABD ve Türkiye’ye çok güveniyor! Zaten
bu güven Türk istihbaratçısı Sinirlioğlu’nun Güney Kürdistan’dan
çıkmamasıyla da ortadadır. Öyle ki Güney Kürdistan Sinirlioğlu’nun
evinden sonraki ilk uğrak yeri olmuş! Hem neden bu sömürgeci güçlere
güvenmesin ki..!
Baksanıza
PKK’nin sessizliğini fırsat bilen birkaç “artık, kaçkın ve ABD
sevdalıları” bir taraftan PKK’yi “it ve mitlerle” ilişkilendirirken,
diğer taraftan ABD’ye “el pençe divan durup, yalvarmasını” istiyorlar.
Konumuza
dönecek olursak, Barzani’nin, özellikle bir Erdoğan ve Yeni Türkiye
sevdalısı olan Haşimi’yi kabul edip evinde barındırması Şia’ları çılgına
çevirmişken, üstüne üstlük bir de Semir Ca’ca ve Burhan Galyon’un
gelmesi sözün tam anlamıyla Güney yönetimini hedef tahtasına oturttu.
Yarın öbür gün Güney Kürdistan’da patlayan bombalar duyarsak, hiç
şaşmayalım.
Sahi sormak gerek, neden hem Haşimi, hem de Suriye ve Lübnan’lı muhalif güçler Türkiye değil de Güney Kürdistan’da görüşüyorlar?
Yoksa Türkiye Kıbrıs’ın yerine Güney Kürdistan’ı mı düşünüyor! Belki de ABD istemiştir, kim bilir!
Bu arada Güney Kürdistan’ı büyük zorluk, tehlike ve katlanamayacağı sonuçlar bekliyor derken, bunları biraz açmak istiyorum.
Özellikle
belirtmek isterim ki, kendimce açacağım duruş tamamıyla onursal bir
duruş ekseninde ve Kürd ulusal bilinç çerçevesindedir. Yoksa kendini ve
halkını satabilecek bir duruş kastedilmemektedir. Hele hele ABD veya
Türkiye’ye el pençe divan durup, Kürd ulusunun onurunu ayaklar altına
alan bir mantaliteyle mümkün değil.
Her ne kadar şu sıralar PKK’yi ABD’ye yollamak isteyenler olsa da, bu yazı “o yolcuları” pek açmaz.
Yaşanabilecek zorluk, tehlike ve sonuçlarının ‘birinci’sine gelecek olursam;
Son
yaşanan gelişmeler de gösteriyor ki Güney Kürdistan yönetimi, temelinde
Sünni mantıkla ittifak arayışlarına girip Türkiye ve bölge Sünni
grupların temsilcileriyle anlaşmalar ve görüşmelerde bulunuyor. Eğer
Sayın Barzani bu ilişkilerine (Şii’leri ötekileştirerek) devam eder ve
bölgede Sünni iktidar hesapları içerisine girerse, Irak, İran ve
bölgedeki Şii örgüt ve güçler ciddi anlamda harekete geçeceklerdir.
Ortadoğu’yu yeniden dizayn rolü verilen Türkiye’nin Güney Kürdistan ile
işi bittiğinde de ve Şii’ler dizayn sonrası hala mevcut güçlerini
yitirse veya korusa da, Şii’ler bunu unutmaz ve Güney Kürdistan,
Şii’lerin intikam amaçlı hedefinde olur. Bu son ya kaçınılmaz olacak, ya
da Güney Kürdistan sömürgenin de sömürgesi olacaktır.
İkincisi;
Hatırlanacak
olursa Sayın Celal Talabani ve Mesud Barzani katıldıkları “vana açma”
töreninde Türkiye ile olan dostluklarının bir kez daha pekiştiğini
söylemişlerdi. Barzani; “Petrol anlaşmamızı ve ihaleyi bir Türk
şirketine verdik”, diye duyurmuş ve hem Talabani hem de Barzani ısrarla,
“bu ihale ve anlaşmanın Irak anayasasına uygun olduğunu” üstüne basa
basa belirtmişlerdi. Takdir edersiniz ki bu anayasa işgal edilmiş bir
ülkeye ABD tarafından sunulmuş bir anayasadır. Sömürgeci yasanın
uygulamada olduğu yerde, yapılan tüm anlaşmalar sömürgeci lehine olur ki
mevcut anlaşmaların da böylelikle Güney Kürdistan’ı esirleştirdiği
netlik kazanmış ve ortadadır. İhaleyi alan şirket bir Türk şirketi ve bu
şirket, petrolü çıkardıkları yetmezmiş gibi, Bakü- Ceyhan boru hattı
üzerinden de çıkardıkları petrolü bütün dünyaya pazarlayabilecekler.
Esirliği kabul etmek isteyenler hiçbir şeye benzetemeyebilirler ama
açıkçası ben bu petrol anlaşmasını, 1925 İngiltere –Ankara ve 1945
ABD-Türkiye esirlik anlaşmasına benzetiyorum.
Üçüncüsü;
Sayın
Mesud Barzani’nin tüm Kürd ulusunu ümitlendiren “Bırakujî” olmayacak
açıklaması hafızalardadır. Açıkçası Sayın Barzani’nin bu vaadi, o
zamanlar bana, Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘iyi şeyler olacak’
söylemini hatırlatmış ve bunun altında başka bir şey olabileceği
tehlikesini sezdirmişti. Şimdi de içinde olduğumuz süreç, sezgilerimde
beni destekler niteliktedir. Evet, belki Bırakujî olmadı ve olmayacak,
ancak ben Türk devletinin HPG gerillalarının üzerine “Tamil vari” gidişi
ve Barzani’nin “öz be öz” kardeşlerinin kanının dökülmesi karşısındaki
sessizliğini Bırakujî’den farksız görmüyorum. Ha pêşmergeler ile
gerillalar çatışmış, ha da sömürgecilerin yönelimlerine ses
çıkarmamışsın, hiçbir fark yok. Sömürgeci gücün tamil vari planının
başarı sağlaması halinde, ortada Pêşmergeler ile savaşacak Gerilla
kalmayacağından, Bırakujî olmayacak sözü rahatlıkla söylenebilir. Bu
sözün söylenebilmesi için de elbet bir güven gerekiyor. Öyle sanıyorum
ki Sayın Barzani’nin Bırakujî olmayacak sözü, böylesi bir güven
teminatından sonra söylendi. Yani sömürgecilerin Kuzey Kürdüne karşı
planladığı askeri ve siyasi tüm operasyonlardan Sayın Barzani’nin haberi
var!
Yine
belleklerdedir; Sayın Barzani PKK’ye, ABD ve AB’ye yalvarması,
yakarması için çağrıda bulunmuştu; git uluslararası güçlerle görüş
demişti, git siyaset yap, üç-beş asker öldürmekle olmaz, bak biz
Kürdistan’ı kurtardık, artık silahla bir yere varılmaz, diyordu. Sayın
Barzani bir taraftan PKK’ye; git ABD’ye teslim ol derken, diğer taraftan
da Türk devletine; biz kan dökülmesinden yana değiliz, bu iş siyasi
yollardan çözülmeli diyordu. Ama yaşanan olaylar karşısında gördük ki
Güney Kürdistan yönetimi Türkiye’ye, resmi hiçbir kınama mesajı
göndermedi. Sadece YNK ve KDP ağzıyla hem son Roboski katliamı hem de
önceki bombalamalar ve katliamların kınandığı açıklaması geldi. Tıpkı
Türk Başbakanı Erdoğan’ın Başbakan değil, AKP Genel Başkanı sıfatıyla
Ahmet Türk ile görüşmesi gibi.
Görebildiğim
kadarıyla Mesud Barzani liderliğindeki ve büyük ihtimal yarınlarda
Neçirvan Barzani’ye geçecek olan Güney Kürdistan yönetimi, şimdiden
Askeri anlamda işgal, (en basitinden Türk savaş uçaklarının her gün
Güney Kürdistan sınırına tecavüzü) siyasi anlamda teslimiyet (
Türkiye’nin arka bahçesi), ekonomik anlamda da sömürülüyorken (Güney’de
faaliyet gösteren firmaların tamamına yakını Fetullah Gülen bağlantılı),
öyle görünüyor ki Fetullah Gülen okullarıyla (beyaz ölüm hücreleri olan
Türk okulları) da yarınlarda, kültürel anlamda asimilasyona tabi
tutulacaktır. Bu durumun farkında olmamaları imkansızken, “halkımız
Bağımsızlık derse, biz Bağımsız Kürdistan’ı ilan edeceğiz”, demeleri, ne
akla mantığa sığıyor, ne de kimse kusura bakmasın samimi geliyor!
Dördüncüsü;
2011
Ekim ayında yapılması planlanan ama hem Talabani hem de Barzani
tarafından, “çatışma ortamı ve sınır ötesi operasyonlar” bahane edilerek
Hewlêr’de yapılması beklenen “Kürd Ulusal Konferansı”nın iptali…
Kürd
ulusunun hayatının söz konusu olduğu bu konferansın böylesi bir bahane
ile iptali açıkçası Kürd halkını çok üzmüştür. Tam da sömürgecilerin
Kürd halkının –özelde- Kuzey temsilcisi PKK gerillalarına saldırdığı bir
zamanda birlik olunması gerekirken ve Konferansın gerçekleştirilip tüm
parça Kürdlerinin ortak tutum ve karar almaları gerekirken, sömürgeciye
yarar bir pozisyon alarak konferansın iptali, Kürt’ten çok işgalcilere
yaramıştır. Senin kardeşinin kanı dökülecek ama sen bir araya gelmemek
için sömürgecinin işgaline seyirci kalacaksın. Bu olacak şey mi? Aslında
Sayın Barzani ve Talabani’nin “bir Kürd kedisini bile vermem” ile
“Bırakujî olmayacak” sözlerinin ne kadar da içi boş olduğu ta o
zamanlardan anlaşılmıştı. Sürece dikkatlice bakıldığında; yoğun anlamda
“siyasi soykırım ve askeri imha operasyonlar” ının “Kürd ulusal
konferansının” iptaliyle birlikte doruğa ulaştığı görülecektir.
Beşinci ve sonuncusu;
Sayın
Barzani ve Talabani neden Kürd halk önderi Abdullah Öcalan için “ulusal
temelde ama onurluca” birkaç girişimde bulunmuyor? Nedenini ben
söyleyeyim; Çünkü Sayın Barzani Kürdistan’ı sadece Güney parçasından
ibaret sanıyor. Tıpkı Kore’nin sadece Güney Kore ile sınırlı olduğunu
sanan ABD’ye bağımlı ve kardeş halk Kuzey halkını satan Güney Kore
yönetimi gibi. Sayın Barzani ve Talabani, Kuzey, Doğu ve Batı Kürdünü
satar mı,(!) bilinmez ancak bilinmelidir ki Kürdistan, Doğu, Batı, Kuzey
ve Güney’iyle Kürdistan’dır. ABD’yi bir Tanrı ve yenilmez güç olarak
görenler, Kürdistan’ı ABD ve işbirlikçilerine peşkeş çekmemelidirler.
Tarih ABD ve sömürgecilik karşısında onurlu bir direnişe geçmeyen ve
Kürd halkının tamamının onuru ve özgürlüğü için mücadele yürütmeyip
karşısında duran ve işgalci güçlerle her türden işbirliği içerisine
girerek ruhunu satan kişiliklerden mutlaka hesap soracaktır.
*
Umarım
yukarıda paylaştığım tüm kaygılarım yersiz, iddialarım asılsız ve
mesnetsizdir! Zira kahin de değilim. Ancak birilerinin planları suya
düşecek, kalbi kırılacak veya huzursuz olacak diye de gördüklerimi ve
“bildiklerimi” yazmadan yapamam. Bu benim Kürdistan halkına olan onur ve
namus borcumdur.
21.01.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder