6 Nisan 2012 Cuma

ABD'nin "Yeni İzolasyon" Politikası ve Özgür Kürdistan Direnişi

Kürdistan, Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi ile Mazlum Halkların tarihsel intikamını er geç alacaktır. Kürdistan ve Ortadoğu Halkları üzerinde kan pahasına oynanan oyunları, ABD Emperyalistlerinin ve AKP gibi taşeronlarının kafasına geçireceklerdir. Kürdistan'a ve Ortadoğu Halklarına biçilen köle ve sömürge statüsü parçalanacaktır. Tarihin akışı ve Kürt ve Ortadoğu Halklarının iradesi bu yöndedir.
Ne kadar sinsice düşünseniz de Özgür Kürdistan düşü gerçek olacak
Kürtler, AKP'nin hırçınlığı ve Batılı güçlerin sessizliğine aldanıp dünyada kovulmuş bir halk psikolojisine girmemeleri gerekiyor. Ortadoğu'nun kanlı, kirli ve karanlık perdesi biraz aralandığında, Özgür bir Kürdistan ile Kürt ulusunun doğuşuna tarih tanıklık edecektir.

1. ABD doktrinleri önce karşıtını doğurur: ABD tarihi bir bakıma siyasal doktrinler tarihidir.

"Yeni dünya teorisi" ile Amerika'nın keşfi, 1798 Amerikan bağımsızlık savaşı ile "özgür dünya ile kölelere eşitlik bildirgesi" 19. yüzyılda "izolasyon doktrini" Pearl Harbor saldırısı ile "Aktif savunma stratejisi", II. dünya savaşı sonrası "Monreo doktirini" Sovyet tehdidine karşi, "Hür dünya" ve daha sonra "yeni dünya düzeni" 11 eylül ile birlikte "terörizme karşı güvenlik stratejisi", Irak ve Afganistan müdahelesi ile "yeni Ortadoğu projesi" ve en son ABD'nin Irak'tan çekilmesi ile birlikte, bölgelere "gardiyan tayin etme stratejisi" olarak adlandırılan, izafi olarak yeni bir "izolasyon doktrini."

Dünyamızın son asrında eğer bir dünya tarihi varsa, ABD tarihi ve ürettiği doktrinler incelendiğinde, ''bu dünya tarihini anlatmaya yeterlidir'' dersek, abartma sanılmasın.

Öncelikle, ABD dünya egemenlik stratejisi, önce karşıtını var ettikten sonra dostunu oluşturuyor. Karşıtını var eden sistem, sonradan zorunlu ittifaklarını geliştiriyor. Bunu derken, tüm karşıtları ABD üretiyor türünden banal bir iddiamiz yok. Ancak, ABD karşıtlığı üzerine oluşmuş hareketlenmelerin çogu, son tahlilde ABD'nin çıkar menziline, ya da mecrasına sürüklenmiş olmaları da tarihsel bir gerçektir.

Örnegin, Sovyetlerin nükleer silahlanma yarışı, ABD'nin bir politikasıydı. Sovyetlerin totaliter, eşitlik adına özgürlügün olmadığı tek düze bir sisteme karşı, "Hür dünya" teorisi ile bu tuzağa çekildi ve karşıt politikaya sürüklendi. Sovyetlerin karşıtlığı eğer rosyonalist bir tarih bilinci ile değerlendirilirse, ABD'nin işine yaramıştır.

Saddam'ın Küveyt'e girişi ve Irak savaşı, ABD'nin çıkar formatları üzerine kuruludur. Saddam, Baas milliyetçiliğinin gururu ve aldatılmanın ruh hali ile ABD uşaklığından karşıtlığına sürüklenerek, Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesinin basamağı olmuştur.

Ve en son İran. İran tarihsel olarak, Mekke hidivinin sahte islamcılığına bir alternatif olarak islam ve Şii birliğini temsil etmede, ruhani bir model olarak, Ortadoğu'nun temel bir durağını işgal ettiği kesin.

Ancak, ABD terörizme destek veren ülkelerin başında İran'ı görmektedir. Yine son dönemlerde, İran'ın nükleer silahlanma iddiası, İran'a müdahale tehdidini gündeme getirmiştir. İran'ın bu iki pozisyonu, ABD'nin Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme politikasına önemli düzeyde zemin sunmaktadır.

İran Anti-Amerikancılık politikası ile bağnaz islamcılığını sürdürmeye heveslenirken, asıl olarak bu tutumu ile islam reformasyonu önünde engel teşkil etmektedir. Mezheplere bölünmüş ve içinde bağnaz gericiliği barındıran sunni yada şii mezhebçiliği, özünde demokratik islamın gelişmesinin önünde en büyük iki engeldir.

Kısacası, sunni islamın Amerikan işbirlikçiliği ile şii anti-Amerikancılık, özünde aynı limanda buluşmaktalar.

Bu açıdan İran, ABD sistemini koruyan beslemelik bir düşmandır dersek, sanırım bazı aydınlar itiraz ederler.

Ancak, ABD'nin dünya egemenlik politik doktrinleri incelendiğinde, "politikalara hizmet eden bir düşman en zengin dosttan daha yararlıdır" tespiti görülecektir.
Onun için İran'a müdahale olur mu olmaz mı, bu denklemde bakmak gerekiyor.

2. Vietnam ve Irak deneyimi, "İzolasyon Politikası"

ABD tarihinde iki önemli müdahele vardır. Bir Vietnam, ikincisi Irak ve Afganistan.

Vietnam, kanlı bir deneyim ile ABD'nin gerilla mücadelesine karşı düzenli ordu ile savaşın iflas ve yenilgi tarihidir.

Ancak, Keneddy'den sonra gelen Johnson, ABD'nin bu iflasını asgariye düşürmek için, Vietnam'ı karış karış bombalayarak teknik-taktik üstünlükle barış masasına çekmekti.

Vietnam bağımsızlığını kazanmıştı, ama talan edilmiş harabe bir ülke olarak.

Bu deneyim, ABD için çok can kaybı ve ekonomik külfete yol açmıştı. Bir diplomat, "savaşlarda Amerikan çocuklarının ölmesini engellemeliyiz" diyerek, Keneddy politikasını eleştirmişti. Bunun için yeni bir politikaya ihtiyaç duyuluyordu. Truman doktirini ile Yunanistan ve Türkiye ye ekonomik yardım, Monreo doktrini ile ordaki siyasal hükümetleri, ABD'nin tayin edilmiş bir karakolu olarak kullanmak.

Bu politika ile, artık Amerikan çocuklarının yerine, başka ülkelerin çocukları ABD çıkarları uğruna faşizmin idealist argümanları ile öleceklerdi!

İki, Irak ve Afganistan müdahalesi ise, ABD'nin dünya egemenlik stratejisinin olmazsa olmaz anlamında bir koşuluydu. Dünya ölçeğinde itibarını ve ekonomik gücünü kaybeden ABD'nin yeni bir çıkış elde etme deneyimi olmuştu.

Afganistan ve Irak savaşıyla birlikte ABD küresel insiyatifini bir kez daha ele almıştı. Bu küresel insiyatif iki mecrada ilerleyecekti. Bir, radikal islami terörizm ilan edip savaş gerekçesi saymak; iki, şii islamı denetime alabilecek liberal islam akımını Türkiye öncülügünde Mısır ve Ürdün destekli geliştirmek.

Ancak, bu savaş ABD'ye ciddi bir asker kaybına ve ekonomik krize yol açacak kadar önemli bir savaş bütçesine, dolayısıyla mali krize neden olmuştu.

ABD, bu krizi Irak'tan geri çekilerek atlatmaya çalısması, yine bölge gardiyanı olarak Türkiye'yi atamış olması, ABD'nin 19. Yüzyıl benzeri bir izolasyon politikası izlediği tartışmalarını gündeme getirmiştir.

ABD'nin 19. yy. izolasyon politikası, kendi içine çekilip, dışa aktif müdahalede bulunmama olarak varsayılıyor. Görünüşte pasifist ancak özünde aktivist olan bu politikanın günümüze uydurulmuş biçimi, merkezine çekilerek kukla olarak atanan güçleri çıkarı için görevlendirmek olarak şekillenmektedir.

Dönemin Rus liderleri, ABD'nin bu politikasını halkların üzerinde dövüleceği örs ya da vurulacağı bir çekiç olma olarak, tanımlamıştı.

Yeni izolasyonizm politikası para ve asker zaiyatı vermeden aktif müdahaleden ziyade ''halkları üzerinde dövebileceği örsü yaratma ile vurdurabileceği çekici bulma politikası''dır.

ABD'nin Ortadoğu üzerinde sürdürdüğü gerginlik ve istikrarsızlık politikasının olası bir çatışma ya da savaşa dönüşmesi sonucu ölen ve öldürenin Amerikan askerlerinin olmayacağı anlamına geliyor.

3. İzolasyon politikasında AKP aktör mü, gardiyan mı olacak?

Ortadoğu, çeliskileri itibari ile özellikle İran ve Suriye bir örs olma adayı iken, en vurucu güç olan çekiç ise Türkiye seçilmiş durumda.

AKP'nin yıllardan beri Ortadoğu için hazırlanması esas olarak, bu rol nedeniyledir.

ABD Irak'tan çekilirken, Türkiye üç rol üstlenmiş oldu.

Bir, Irak'taki Kürtleri kabullenmesi şartı ile Irak'ın güvenliğini sağlama!

İki, Suriye'ye olası iktidar değişiminde taktik vurucu güç olma,

Üç, İran'ı nötrleştirip, İran'nın ruhani islam liderliğinin rolünü kapma.

Türkiye'nin ve özelde AKP hükümetinin ''Ortadoğu'da aktör olma'' hayaline dalıp Kürt halkına karşı hırçınlaşması bu nedenledir. Ortadoğu'da aktörlük rolü kapacağını düşünen AKP, Kürtleri bu güç içinde ezebileceğini ve hatta Güney Kürtlerini kendine bağlayacağını, Misak-i Milli'nin de-facto biçimlenmesini hayal etmektedir anlaşılan.

ABD, Ortadoğu politikalarında Türkiye yi görevlendirirken, Türkiyenin Ortadoğu politikalarını da belirlemiş oluyor. Ancak Kürt sorunu karşısında ABD'nin politikalarını -stratejik olarak olmasa da güncel itibariyle- Türkiye'nin belirlediği saptamasını yapmak hiç de yanlış olmayacaktır. ABD ve Batılıların güncel olarak sessizliği ve hatta AKP vahşetini onaylamaları bunun kanıtı olarak görülebilir.

AKP, ABD'nin El-Kaide türü örgütler şahsında terörizme karşı mücadelesinin yanı sıra liberal islam politikasını çok kötü biçimde kopye ederek, Kürt sorununa indirgemeye çalıştığı görülmektedir. PKK'ye karşı mücadele, ancak Kürt halkı ile müzakerecilik politikası olarak ortaya atılan "yeni plan" ABD'nin Ortadoğu'ya uydurmaya çalıştığı islam politikasının karikatürize edilmiş biçimidir.

Konjüktürel akımın hevesiyle, tarihin doğru ilerlediğine inanan AKP eksenli Türk dış politikasının göremediği tek şey, halkların direnişinin bu konjüktürü tamamıyla tersine çevirebilecek güçte olduğudur.

Yine ABD'nin AKP'ye biçtiği misyon bir "gardiyanlık" görevi iken, AKP bunu "Bölge Aktörü" olma olarak yorumlamaktadır. Önümüzdeki süreçte bu çatlak giderek derinleşececektir.
Bunun için, könjüktürel durum, sanıldığı gibi bir plan silsilesi değildir. Çelişkilerin derinliği ve çıkar ilişkisi konjüktürü belirliyor. En derin çelişkiyi yaşayan Kürtler, yarın çıkarların ilişkisi olduğunu kimse görmezden gelemez.

Bu gün, Batının rüzgarına yelken açmış Türkiye AKP'sinin, yarın halkların Doğu -Kürd direnişi- ile karşılaşırsa o zaman, iki rüzgarın çarpışmasından oluşan hortumla savrulacağı bir hayal olmasa gerek.

4. Kürtler konjüktürde yer almasını başaracak mı?

Dünya ve Ortadoğu yeni bir değişim sürecine girmişken, Kürtlerin, ABD ve Sovyet çarpışmasından arta kalan kavramlarla kendini idare etmesi anlaşılır değildir.

Kürtlerde Demokratik Ulusalcılık kuramı yerine kavramcılık gelişerek, saptamalarda eklektik ve determinist olma adeta bir yazgı olarak görülüyor.

Kürtlerin uluslaşma ya da ulusal özgürlük kuramları varmı sorusunu sorduğumuzda, ya sol jargonla "halkların kardeşliği", "Türkiyelileşme", "Anayasal vatandaşlık" gibi Kürt ulusunu Türk devletine yamayan sol kavramcılık; ya da islami Kürtçülükten gıdasını alan aşiretçi bir ilkellikle AKP'nin verdiği kırıntılar ile yetinen bir kavramcılık karşımıza çıkıyor.

Yine, parçalanmış Kürdistan'ın parçalı siyasetleri geçmişteki gibi "kardeş kanı dökmeyeceğiz" demeleri ne kadar olumlu ise, Ulusal konferans geliştirebilecek kapasiteden yoksun olmaları ise o kadar olumsuz bir durumdur.

Ancak tüm bunlara rağmen, daha önceki bir yazımızda da vurguladığımız gibi, Kürtler Ortadoğudaki gelişmeleri engelleyecek güçte değiller, ancak gelişmeleri -siyaset masasında hata yapmamaları kaydı ile- yönlendirebilme gücüne sahiptirler.

Kürtlerin dört parçadaki parçalı duruşları, konjüktürel durum açısından değerlendirildiğinde, bu durum Kürtler için bir zaaftan öte önemli bir güce dönüşmektedir. İşte bu güç, Ortadoğu'daki gelişmeleri yönlendirme kabiliyetine sahip en temel güçtür. Çünkü Ortadodoğu'da değişim ve dönüşüme girmesi gereken dört ülkenin çeliskilerinin aktörüdür Kürt ulusu.

Demografik olarak, Ortadoğu'nun neredeyse ikinci ulusu olan Kürtler Siyasal taleplerinde birleşip ulusal bir güç olarak ortaya çıkarsa o zaman konjüktür rüzgarı Kürtlerin lehine de eser.

Kürtler, AKP'nin hırçınlığı ve Batılı güçlerin sessizliğine aldanıp dünya da kovulmuş bir halk psikolojisine girmemeleri gerekiyor. Ortadoğu'nun kanlı, kirli ve karanlık perdesi biraz aralandığında, Özgür bir Kürdistan ile Kürt ulusunun doğuşuna tarih tanıklık edecektir.

Bazılarının iddia ettiği gibi, ne zamanın ruhu, ne de konjüktür Kürtlere karşıdır.

Tek sorun, Kürtlerin konjüktür içinde yer almasını başarıp başaramayacağıdır.

Ali Kızıl

Hiç yorum yok: