30 Mart 2012 Cuma

SAİD-İ KURDÎ(Nursi) VE KÜRT SORUNU - II


1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi’nin bastırılması üzerine, birçok Kürt aydını idam edilirken, (muhtemelen) Sevr Antlaşması’na karşıt tutumu ve ‘Milli Mücadele’yi desteklemesi dolayısıyla, birçok Kürt aydını ve Said-i Kurdî de, Van’dan Isparta’ya sürülür. Burada ‘’Risale-i Nur Külliyatı“ adını verdiği Kur’an tefsirini kaleme alır.

1876 yılında Bitlis’in Hizan kazasına bağlı Nurs köyünde dünyaya gelen ve gerek köyünün ismine gerekse kuramcısı olduğu Nurculuk tarikatına izafeten, tevriyeli olarak Bediüzzaman Said-i Nursi adıyla ünlenen Said-i Kurdî; eğitimini Kürdistan’ın çeşitli köy, belde ve şehirlerinde özel eğitim ve medrese ortamında tamamladıktan sonra, 1900’lü yılların başlarında İstanbul’a gelir. Dönemin padişahı II. Abdülhamid’den Kürdistan’da Van şehrinde Medresetü’z- Zehra adıyla El- Ezher benzeri bir üniversite kurulmasını isteyen Said-i Kurdî’nin isteği yerine getirilmediği gibi tımarhaneye atılır. Said-i Kurdî, üniversitenin üç dilli olmasını istemektedir: „Arapça farz, Osmanlıca- Türkçe vacib, Kürtçe ise caiz olsun“ demektedir.

Uğur Mumcu’nun, 1900 yılında kurulan Kürd Azm-i Kavi Cemiyeti’ne de üye olduğunu söylediği (bkz. Said-i Nursi Kimdir?, Cum. 27 Mart 1990) Said-i Kurdî, 1908 Meşrutiyet Devrimi’ni destekleyen Kürt aydınları arasındadır. Nitekim, bu devrimin motor gücünü oluşturan İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin beş kurucu üyesinden ikisi Dr. Abdullah Cevdet ve Dr. İshak Sükuti’dir. Hatta bu Cemiyetin Diyarbekir şubesi Osmanlı- Kurd İttihad ve Terakki Cemiyeti adıyla kurulmuş ve faaliyet göstermiştir. Arapgirli Dr.Abdullah Cevdet Bey’le Kurd Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kurd Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti gibi Kürt örgütlerinde faaliyet yürüten Said-i Kurdî ile ilgili Abdurrahman Nursi tarafından kaleme alınan ilk kitap da 1919’da Abdullah Cevdet Bey tarafından yayımlanıyor.

Bezmi Nusret Kaygusuz gibi Türk yazarları, Meşrutiyet dönemine ilişkin anılarında; Said-i Kurdî’nin İttihadçılar’la ilişkilerini „İttihadçılar, bu adamı çok şaşırtmışlardı. Önceleri Said-i Kurdî’ye büyük bir paye verdiler. Güya Kürt meselelerinde ondan istifade edeceklerdi“ sözleriyle özetler. (Bkz. Bezmi Nusret: Fırkalar ve Ben, İst. 1328).

Doğu Cephesi’nde Ruslar’a esir düşer


O, 31 Mart 1908 ayaklanmasında yatıştırıcı rol oynar ve  Meşrutiyet’ten yana olduğunu gazete ve dergi yazılarıyla dile getirir. Balkan Savaşı döneminde, bir ara İttihad yöneticilerince at sırtında, askeri özendirmek ve yönlendirmek amacıyla, Hamidiye alaylarının da katıldığı Balkan cephesine gönderilmek istenir. Nitekim Sultan Beşinci Mehmed Reşat’la birlikte 1911’de Rumeli seyahatine katılır. Bu girişime ilişkin elimizde bir resim bulunuyor ki, bu seyahat sırasında Padişah’ın, Said-i Kurdî’nin istediği üniversite için 20 bin altın tahsisat ayrılır. Bundan sonra Said-i Kurdî’nin Doğu cephesinde  görevlendirildiği anlaşılıyor. Nitekim o, İttihad- Terakki yönetimince „Harb-ı Mukaddes“ (Kutsal Savaş) ilan edilen I. Dünya Savaşı sırasında Doğu Cephesi’nde Ruslar’a karşı savaşır ve esir düşer.

Bu döneme ilişkin (1914-1916) gözleme dayalı bir çalışmada askeri yönetici gözüyle şu tesbitler yapılıyor: „Erzurum ricatinden (dönüşünden MB) sonra Dersim ve Kızılbaşlık meseleleriyle de ordu rahatsız oluyordu. Tercan kazası ahalisi kamilen Kızılbaş’tır. Cehalet saikası (nedeni MB) ile bizim askere ve Sünniler’e adeta düşmanlık gösteriyorlar. (s.106)

Vehip Paşa evvelce Erzincan’da bulunmuş ve bu havaliyi tanıyordu. Dersimlilerin beylerini ihsanla tutarak kullanmağı münasip görerek hepsini çağırtmıştı. Sırasıyla gelen beylere iltifat ediyor, ziyafet veriyor ve avuçlarını altın ile doldurarak gönderiyordu. (s.107)

Kürtler, gerek cehalet ve gerek teşvik neticesinde kaçıyorlar. Süvari Kolordusunda ve 33-34. fırkalarda bizzat gördüm ki, hiç birisi gönülden harbe sokulmuyor, ilk fırsatta kaçıyorlar. Bunların halini o sırada Orduya nasihat için gelen Şeyh Said-i Kurdî’ye gösterdim. Dedi ki; (Her şeyi söyledim, fakat nasihat kar etmiyor. Bu halleri görünce Kürt olduğuma utanıyorum.“ (Bkz. Aziz Samih: Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları, Büyük Erkanıharbiye Mtb. Ank. 1334).

Gerek Dersim Kızılbaş Kürtleri’ne gerekse başka bölümlerde Ermeniler’e ilişkin anlatımlar, bu iki kesimin de bu savaşı bir „Harb-ı Mukaddes“ olarak görmediklerini gösteriyor…

Van’dan Isparta-Barla’ya sürgün


Esaretten İstanbul’a döndükten sonra, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin çalışmalarına katılır. Aynı zamanda Milli Mücadele’yi desteklediği için, Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne „onur konuğu“ olarak davet edilir ve Meclis’te ayakta alkışlanır. Bu ziyaretin amaçlarından biri de, önce Abdülhamid’e, daha sonra İttihad- Terakki yönetimine önerdiği Medresetü’z-Zehra adlı üniversite projesinin Mustafa Kemal yönetimince desteklenmesidir.

1914’te Van valisi olan Hasan Tahsin (Uzer), bu tarihlerde Evkaf Nazırı Hayri Bey’in desteğiyle Van’da büyük bir Medrese-i Zehra-yı Reşadiye’nin yapımına başlandığını bildiriyorsa da,  bunun tamamlanıp Said-i Kurdî’nin istediği doğrultuda faaliyet yürüttüğüne ilişkin elimizde bir veri yoktur. (Bkz. Y. Demirel: Van Valisi Tahsin (Uzer) Bey’in Mektubu/ Van’da Asayiş Berkemal, Toplumsal Tarih, Sayı:27/1996).

Said-i Kurdî, belli bir umut bağladığı ve destek verdiği  Ankara’daki yönetimin, gerek Fransız ve İngilizler’le gizli görüşmelerinden gerekse Koçgiri’de yapılan katliamdan sonra uğradığı düş kırıklığıyla Ankara’dan ayrılarak Van’da inzivaya çekilir.

1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi’nin bastırılması üzerine, birçok Kürt aydını idam edilirken, muhtemelen Sevr Antlaşması’na karşıt tutumu ve „Milli Mücadele“yi desteklemesi dolayısıyla, birçok Kürt aydınının yanı sıra o da, Van’dan Isparta’nın Barla nahiyesine sürülür. Said-i Kurdî, burada göreceli olarak politikadan uzak kalarak kendisini dini çalışmalara verir ve „Risale-i Nur Külliyatı“ adını verdiği Kur’an tefsirini incelemeye ve irdelemeye başlar. Bu tarihten sonra, daha çok Bediüzzaman Said-i Nursi adını kullanır.

Naaşı ‘bilinmeyen’ bir yere gömülür


1925’te diğer Kürt aydınlarıyla birlikte idam edilmese de, bundan sonraki yaşamı sürgünlerde ve hapishanelerde geçer, adeta o, 1960’ta ölünceye kadar süründürülür… Nitekim, 1935’te Eskişehir’de hapsedilen Said-i Nursi, 1936-1943 yıllarını Kastamonu’da sürgünde geçirir. 1943’te Denizli’ye sevkedildiği mahkemede beraat ettikten sonra Afyon’un Emirdağ kazasına yerleşir. Ancak, 1947’de yeniden tutuklanan Said-i Nursi, Afyon Hapishanesi’nde iki yıla yakın süre kaldıktan sonra tahliye edilir.

Ömrünün bundan sonraki bölümünü çoğunlukla Emirdağ ve Isparta’da geçiren Said-i Nursi, 23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat eder. Bundan birkaç ay sonra, 27 Mayıs 1960’ta darbeyle işbaşına geçen askerler, Konya’da bulunan kardeşine zorla bir dilekçe imzalatarak, mezarını açar ve naaşını ‘bilinmeyen’ başka bir yere gömerler.

Said-i Nursi, yayımladığı „Risale-i Nur Külliyatı“ adı altındaki binlerce sayfalık eserlerinde; çoğunlukla inancın, akli ve mantıki olarak isbatına çalışır. Bellibaşlı eserleri şunlardır: Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şualar, İşaratü’l- İ’caz, Münazarat, Hutbe-i Şamiye, Sünuhat, Muhakemat.

‘Dünyada örneği olmayan bir zındıklık’


Araştırmacı Müfid Yüksel’in ortaya çıkardığı, daha önce yayımlanmamış bir risalesi ise Rumuzat-ı Semaniye adını taşıyor ki, bu örnek, Said-i Nursi’nin sürgün yıllarında da Kürt meselesine duyarsız kalmadığını gösteriyor. Said-i Kurdî burada, 1937/38 Dersim Katliamını „Dünyada örneği olmayan bir zındıklık“ olarak nitelendiriyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da kaynak olarak kullandığı, Necib Fazıl Kısakürek’in yönetiminde çıkan Doğu Mecmuası’na atıfta bulunarak, Dersim Katliamını şöyle eleştiriyor:

„1938 Senesinde (Dersim Faciası) ki, Doğu Mecmuası 17. sayısında (Doğu Faciası) başlığıyla, bu olayın tamtamına aynını yazdı ki, dünyada hiç örneği görülmemiş öyle bir zındıklık, münafıklık ve vatana-millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu kesinlikle isbat ediyor. Elbette, öyle fevkalade canavar memurlara bin defa zındık dense, değil suç olmak, bilakis tasdik ile mukabele lazım.“ (Ayrıca bkz. R. Peşeng: Said-i Kurdî ve Şeyh Said, Esmer der. Sayı:37/2008).

Esasen, Said-i Kurdî’nin Kürtler’e ve Kürt sorununa ilişkin belirlemeleri ve çalışmaları başlıbaşına bir inceleme konusudur. Özellikle İslami çevrelerce bu konuda yapılan saptırma ve sansür, özellikle araştırmacı Rohat Alakom ile Malmisanij’in Said-i Kurdî’yle ilgili çalışmalarında ortaya konmuştur.

Şeyhlerin etkinliği ve Nur tarikatı...


19. Yüzyılın başlarından itibaren Kürt mirliklerine karşı yürütülen askeri harekatlarla, mirliklerin nüfuzu önemli ölçüde kırılmış ve özellikle yüzyılın son çeyreğinden itibaren Kürt ulusal hareketlerinin öncülüğü daha çok dini önderlere ve Şeyh ailelerine geçmişti. Nitekim, 1880’de ortaya çıkan Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı’ndan sonra, birçok şeyh ailesi önderlikli hareket gerçekleşmişti. Güney Kürdistan’da faaliyet yürüten Barzani Şeyhleri, Talabani Şeyhleri, Berzenci Şeyhleri bunlar arasında sayılabileceği gibi, Kuzey Kürdistan’da da daha 1864’te Dersim bölgesinde, Seyid Rıza’nın babası Seyid İbrahim’in de içinde yer aldığı bir Kürt- Ermeni İstiklal Komitesi kuruluyordu.

20. Yüzyıl başlarında da, Bitlis yöresi başta olmak üzere kimi Şeyh ve Molla önderlikli hareketlere tanık olunuyordu. Bu önderler, İslam’ı olduğu gibi benimsemek yerine, eski din, inanç ve kültürleriyle mezcederek yeni bir yorum katıyorlardı. Nitekim, bölgede yaygın olan Nakşibendi tarikatının da daha çok, bir Kürt tarafından kuramsallaştırılan Halidiye koluna mensuptular. Said-i Kurdî’nin ortaya çıkmasından sonraysa, İslam’ı 20. yüzyılın gereklerine uyarlamaya çalışan Nur (Işık) tarikatı yayılmaya başlamış ve kabul görmüştü. (Prof. Dr. Martin van Bruinessen’in, bu konuda özellikle 1992’de ilk kez Türkçe olarak yayımladığımız önemli eseri „Ağa, Şeyh ve Devlet“ de önemli belirlemeleri bulunuyor. Çünkü bu çalışma, Kürdistan’ın sosyal ve politik örgütlenmesi üzerine yoğunlaşan bir çalışma.)

Kürdistan’da tekkelerin işlevi


Bir sivil toplum örgütü olarak Kürdistan’daki tekkelerin „Kürt milliyetçiliği“ işlevi gizli belgelere de yansır. Sözgelimi, 1925 Kürt Hareketi yargılamaları için hazırlanan „Esas Hakkındaki İddianame“de; „Silahlı ayaklanmanın tek silahının din, tekke ve şeyhlik olduğu“ vurgulanarak şöyle deniyor: „…Bir hakikat daha vardır ki, içeride senelerdenberi memleketin Doğu bölgelerinde bir silahlı ayaklanma meydana getirmek için bir silah vardır; o da din silahı, tekke silahı, şeyhlik silahıdır.“

Tekkelerin birer hafiy ictimagah (gizli toplantı yeri MB) olarak işlev gördüğünü belirten Savcılık İddianamesi, aynı zamanda „Tekke ve zaviyeler, siyasi ve ilmi örgütler haline gelmiştir“ belirlemesinde bulunarak, şöyle devam ediyor:

„Bu tekkeler ve zaviyeler, kurucuları tarafından ancak ibadet maksadıyla açılmış birer mahalli ibadet yeri iken bugün bu hakikatten uzaklaşarak, hakikatte birer siyasi, birer ilmi siyasi cemiyet haline dönüşmüş ve gizli siyasi görüşmelerin merkezi haline gelmiştir.“ (M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri, Ank. 1993, s. 364-365).

1925’te Diyarbakır’da yürütülen Şark İstiklal Mahkemesi yargılamaları sırasında da, bu tekkelerde İslami kitaplardan çok Kürtçe Mevlid ve Mem û Zin gibi Kürtçe eserler okunarak, Kürtler’de milliyetçilik fikrinin diri tutulduğu belirtiliyordu. Zaten, Şark İstiklal Mahkemesi’nin idam kararında da, „ayaklanmanın din perdesi altında tamamiyle milli bir hareket“ olduğuna vurgu yapılıyordu.

Tüm bu hususlar, Şark Islahat Encümeni’nin kendileriyle görüştüğü Şark İstiklal Mahkemesi Heyeti’nce de ifade edildiği gibi; Kürdistan’daki tekke ve zaviyelerin kapatılmasına gerekçe yapılmak üzere, daha önce adı geçen Hasan Tahsin Uzer’e de bir rapor hazırlatılır. Sadece Barzan, Hizan, Sultan Memduh, Pervari, Küfrevi tekkelerine ait bölümlerini 1994’te yayımlayabildiğim (Bkz. Kürdoloji Belgeleri-I, s. 183-193) bu raporun hüküm bölümünde, „İşte Vilayat-ı Şarkiye tekkelerinin mahiyeti ve siyasi safhaları“ dendikten sonra şu hüküm veriliyor:

Said-i Kurdî Ehmedê Xanî’den etkilendi


„Bunlar bir tekke mi, bir ihtilal, isyan, eşkıyalık ve kötülük ocağı mıdır?.. Ve bu ocakları kapamak değil yakmak, yıkmak bir devlet görevi midir, değil midir?“ (Bkz. age, s. 187, 193)

Kürdistan’da saygın bir kişilik olarak anılan ve Doğu Beyazıt’taki mezarı ziyaretçi akınına uğrayan Ehmedê Xanî’nin Said-i Kurdî üzerinde de etkili olduğunu biliyoruz. Daha 1919’da Said-i Kurdî üstüne „Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı“ adlı ilk kitap çalışmasını yapan yiğeni Abdurrahman Nursi, şunları söylüyor:

„Kürdler’in edib dahilerinden Molla Ahmed-i Hani Hazretleri’nin, gündüz bile korku ile girilebilen türbesine kapanır, bazan geceleyin de orada kalırdı. Bundan dolayı halk Molla Said için, (Ahmed-i Hani Hazretleri’nin feyzine mazhar olmuştur) diyor ve bu hali onun kerametlerine yüklüyorlardı.“ (Bkz. A. Nursi: Bediüzzaman’ın Hayatı, Nubihar yay. 3. bas. 1993, s. 20).

Aynı kaynak, Molla Said’in İstanbul’a gitmeden önce Kürdistan’ın tanınmış şeyhlerinden Şeyh Seyyid Nur Mehmet’ten Nakşibendi tarikatini; Şeyh Abdurrahman Taği ve Şeyh Fehim’den meslek, muhabbet ve ilmi; Şeyh Mehmed Küfrevi’den son dersini aldığını; yine dönemin ulemasından Şeyh Emin Efendi ile Molla Fethullah ve Şeyh Fethullah’a sevgi duyduğunu bildiriyor. Yine aynı kaynaktan, Said-i Kurdî’nin Kürt toplumunun ve bir bütün olarak Kürdistan’ın aydınlanması için, üniversite düzeyinde Medresetü’z- Zehra adıyla çok yönlü faaliyet yürütecek bir yüksek eğitim kurumunun kurulması amacıyla İstanbul’un yolunu tuttuğunu öğreniyoruz…

‘Özerklik’ eksenli siyasi çalışmaları


Yiğeni Abdurrahman Nursi, Said-i Kurdî’nin siyasetle ilk defa Mardin’deyken uğraşmaya başladığını ve siyasi faaliyetleri yüzünden bir mutasarrıf tarafından tutuklatılarak, jandarma gözetiminde Bitlis’e gönderildiğini söyler.

1907’de İstanbul’a gittikten hemen sonra, Sultan II. Abdülhamid nezdinde Kürdistan’da kurulacak üniversite konusunda girişimlerde bulunur. Ancak, bu girişim tutuklanmak ve tımarhaneye atılmakla sonuçlanır. Said-i Kurdî, bu sürece ilişkin izlenimlerini „İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi“  adıyla 1911’de bir kitapçık halinde yayımlar. İki mektepten kastettiği, o günlerde atıldığı tımarhane ve hapishanedir. Eserin bir diğer adı ise, „Divan-ı Harb-ı Örfi ve Said-i Kurdî“ dir. Çünkü, aynı tarihlerde 31 Mart ayaklanması dolayısıyla Örfi İdare Mahkemesi’nde yaptığı Sokratvari ünlü savunmaya da bu kitapçıkta yer vermiştir. Said-i Kurdî, bu noktada verdiği bir söylevde; „İstediğim nokta, Kürdlük namus ve haysiyetini muhafazadır… Ey Kürdler! Tımarhaneyi kabul ettim ama Kürdlüğü lekedar etmemek için irade-i padişahı ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim“ diyordu. (Bkz. Lem’alar, s.22,29)

Said-i Kurdî, dönemin birçok aydını gibi II. Meşrutiyet hareketini sevinçle ve övgüyle karşılar. Onun, „Ey umum Kürdler, gözünüzü açınız, sabah geldi“ veya „Ey bağlı arslanlar gibi Kürd bireyleri, Meşrutiyet’e her cihatle hizmet ediniz“ söylemleri bu mutluluğunun bir ifadesiydi. Bu dönemde, 1908- 1923 yılları arasında 20 dolayında demokratik Kürt örgütü kurulmuş ve bunların 15 dolayında periyodu yayıklanmaktadır ki, çoğunluğu kültür örgütleridir.

Said-i Kurdî’nin üye olduğu Kürt örgütleri


Uğur Mumcu, Said-i Kurdî’nin bilinen diğer birkaç örgütün yanı sıra Kurdistan Azm-i Kavi Cemiyeti’ne (Kürdistan Güçlü İrade Derneği) de üye olduğunu söylemektedir ki, bu derneğin büyük olasılıkla 1904 yılında Abdülhamid yönetimince kapatıldığı gözönüne alınırsa, bunun pek mümkün olmadığı kanısındayız. Ancak bu derneğin kurucularının bazılarıyla dostluğuna ve bu derneğin yararına sonradan kimi yayınlar yapıldığına bakılırsa, derneğin sonradan yeniden faaliyete geçtiği düşünülebilir. „Kürdler Cemiyeti adına Lütfi (Dr. Abdullah Cevdet)“ tarafından, „Geliri Kurdistan Azm-i Kavi Cemiyeti’ne aittir“ ibaresiyle ve „Bediüzzaman’ın Birinci Nutku“ ile birlikte yayımlanan „Emir Bedirhan“ adlı bu kitapçığı 1990’lı yılların başlarında rahmetli Musa Anter’e „Hinker-i Zıman-ı Kurdi“ ile birlikte çevrimyazı ve çeviri için vermiş, ancak sonucundan bir daha haber alamamıştım. Bu nedenle, Abdullah Cevdet’in himayesinde bu faaliyet sürmüşse, Said-i Kurdî’nin de ilişkilenmesi mümkündür. (Bu dernek hakkında bkz. M. Lewendi: İlk Kürt Kültür Derneği/ Kürdistan Azm-i Kavi Cemiyeti, Azadi, Sayı:2/1992).

Said-i Kurdî’nin doğrudan üye olduğunu bildiğimiz 3 Kürt örgütü bulunuyor:

1- Kurd Teavün ve Terakki Cemiyeti
2-Kurd Neşr-i Maarif Cemiyeti
3-Kurdistan Teali Cemiyeti

Kurd Teavün ve Terakki Cemiyeti, 19 Eylül 1908’de İstanbul’da kurulmuştu. Bu örgüt bir bakıma daha sonra 1918’de kurulacak olan Kurdistan Teali Cemiyeti’nin öncelidir. Cemiyetin kurucuları arasında Seyid Abdülkadir, Müşir Ahmed Paşa, Dr. Şükrü Mehmet (Sekban), (Babanzade) Ahmed Naim Bey gibi şahsiyetler vardır.

İşin ilginç yanı, 7. maddeyle sürekli Genel Başkanlığa seçilen Danıştay Başkanı ve Ayan Meclisi Başkanı Seyid Abdülkadir’in, Seyid Taha ile birlikte I. Dünya Savaşı yıllarında Mısır’da kurulan İstihlas-ı Kürdistan Cemiyeti’nin (Kürdistan’ın Kurtuluşu Derneği) kurucularından da olmasıdır. 

Devam edecek...

MEHMET BAYRAK

Hiç yorum yok: