30 Mart 2012 Cuma

Karayılan: 'Özgür Bir Geleceği Yaratmak İçin Direneceğiz'

Yeni stratejinin tasfiye ve yok etme stratejisi olduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ‘’Direnerek başarı kazanma ve zaferi elde etme koşulları bugün her zamankinden daha fazla vardır. Biz, özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz“ dedi. 

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan,  Türk devleti tarafından Kürdistan’ın boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldüğünü ve her tarafta gerillalara yönelik bir saldırının olduğunu söyledi. AKP öncülüğünde geliştirilen bu savaşa direneceklerini belirten Karayılan, „Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme stratejisidir. Fakat biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz. Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı geliştirdiği bu faşizan uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı direneceğiz ve kazanacağız.“ dedi.

Son siyasi gelişmeleri değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Fırat Haber Ajansı’nın sorularını  yanıtladı:

AKP’nin Öcalan üzerinde uyguladığı tecrit 246. gününe girerken bu tecridi protesto amaçlı başlatılan açlık grevleri ise devam ediyor. Bu konuda bir mesajınız olacak mı?

 Önderliğimize karşı geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit özünde bir işkence uygulamasıdır. Bu, tüm Kürt halkına karşı geliştirilmiş bir tecrit ve Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı alınmış bir tavırdır. Önderliğimiz orada bir irade mücadelesi ve savaşımı vermektedir.

Taviz almak için her türlü ahlaki, insani ve hukuki normu çiğneyerek İmralı’da en alçakça yöntemlerle yapılan uygulamalar, AKP’nin gerçek niyetini ortaya koymaktadır. İmralı, AKP’nin hukuka ne kadar bağlı olduğunu, demokrasiye ve Kürt halkına nasıl yaklaştığını açığa vuran en iyi alandır. AKP rejimi İmralı’daki uygulamalarıyla hem ulusal hem de uluslararası yasaları çiğnemekte, ahlaki kuralları ayaklar altına almaktadır. Koskoca bir devlet 8 aydan bu yana her hafta iki kere yalan söylemektedir.

Buna karşı ülke içinde, cezaevlerinde ve ülke dışında geliştirilen açlık grevleri tabii ki çok önemli ve anlamlıdır. Basına yansıdığı kadarıyla cezaevlerindeki açlık grevlerine katılım bini aşmış ve ileride daha da artacağı belirtiliyor. Yine bir Avrupa başkenti sayılan Strasburg’da geliştirilen açlık grevinin kararlıca sürdürülmesi de var. Bütün bu eylemler, Newroz direnişi ile birlikte ele alındığında halkımızın ve kadrolarımızın Önderlik konusundaki kesin kararlılığını ortaya koymaktadır. Her alanda Kürt halkının direnişi ve Önderliğine sahip çıkması giderek gelişecek ve yaygınlık kazanacaktır.

Esas olarak AKP sömürgeciliği Önder Apo üzerindeki tecridi kanıksatmak istemektedir. Sanki tecrit bir savaş ilanı değilmiş ve normalmiş gibi davranmakta ve bunu böyle yansıtmak istemektedir. Biz asla ve asla bunu kabul edemeyiz ve buna karşı sessiz kalamayız. Hiçbir yurtsever, dürüst ve onurlu Kürt insanı da Önder Apo’ya karşı İmralı’da uygulanan bu insanlık dışı yöntemlere karşı sessiz kalmamalıdır. Herkes öncelikle bu insanlık dışı uygulamalara, bu işkenceye karşı çıkarak, demokratik-ulusal tutumunu ortaya koymak durumundadır.

Aylardır Önderliğimizden bir haber alamıyoruz. Bir halk kendi Önderliğine sahip çıkamazsa geleceğine de sahip çıkamaz ve geleceğini kaybeder. Bu açıdan tüm yurtsever kurum ve kuruluşlar, yine barıştan yana olan tüm demokratik çevreler, Türk devletinin İmralı’da geliştirdiği bu alçakça savaş anlayışına karşı tutum geliştirmeli ve ancak buna karşı mücadele vererek savaşın ve faşizmin geriletilmesinin mümkün olacağını bilmelidir.

AKP’nin “yeni stratejisi” Türk basınında yoğunca işlendi. Üzerinde bunca tartışma yürütülen ve yeni olarak sunulan bu stratejiyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeni strateji, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme ve yok etme stratejisidir. Şimdi basında birçok yorumcu bu stratejinin ‘90’lara dönüş olduğunu belirtiyor. Bu, ana hatlarıyla doğru bir tespittir ama şimdi AKP Hükümeti’nin Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’ne karşı geliştirdiği saldırı daha kapsamlıdır. Yani ‘90’ları aşan düzeyde bir konsept söz konusudur. ‘90’ların her önüne geleni öldürme gibi yanlışlarını tekrar etmemeye dikkat eden, yeri geldiğinde yöntemine göre tasfiye edip öldüren ancak daha çok her önüne geleni tutuklayan veya bir biçimde etkisizleştiren, halkın dini duygularını ve yoksulluğunu istismar eden, Kürt toplumsal yapısıyla oynamaya çalışan bir iç ihanet tabakasını oluşturmayı hedefleyen, derin bir psikolojik savaş eşliğinde yürütülen bir yok etme konsepti geliştirilmektedir. Kürdistan’da toplumsal dokularla oynamaya, toplumu tahrip etmeye dönük derinleştirilmiş yöntemlerle sonuç almayı hedeflemektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında ‘90’lar sürecinden çok daha kapsamlıdır. Zaten daha kapsamlılaştırdıkları için kendilerince ‘90’ların bir tekrarı değil, bu kez başarı getirecek bir konsept olduğunu iddia ediyorlar. Bunun nedeni daha kapsamlılaştırılmış olmasıdır.

İşte “PKK’ye karşı savaş, uzantılarıyla da görüşme yap” biçimindeki çok çelişkili, uygulaması imkansız bir yaklaşımla sonuç alınamayacağını AKP’liler kendileri de biliyorlar. Aslında burada bir çözüm niyeti yoktur, bir tasfiye konsepti vardır; Kürtleri bir bütün olarak zayıflatma stratejisi sözkonusudur. Herkes bilir ki PKK ile Kürt halkını birbirinden ayırmak, yine PKK ile çeşitli biçimlerde oluşan Kürt yapılanmalarını ayrı ele almak mümkün değildir. Yine Kürt siyasetinde Önder Apo’yu tecrit altına alıp, sorunu çözmeye kalkışmak hiç mümkün değildir.

Her şeyden önce Önder Apo ağır bir tecrit altında iken hangi Kürt siyasetçisi ya da devrimcisi gidip de Türk devletiyle müzakere yapabilir ki? Bunu hiç kimse kabul edemez ve hiç kimse göze alamaz. Bu mümkün müdür? Bu mümkün değildir. Burada aslında yapılmak istenen şey Kürt cephesinde parçalanma yaratmaktır. Bu çerçevede, “PKK ile savaş, BDP ile görüşme yap” aslında PKK ile BDP arasına nifak tohumlarını ekmeye dönük bir çabadır. Yine, sözüm ona PKK’nin silahsızlandırılması süreci çerçevesinde Güney Kürdistan liderliği Barzani’ye rol biçmek, aslında Güney Kürdistan ile PKK arasında çelişki ve çatışma yaratmaya dönük kurnazca ve sinsice bir politikadır. Ben ne BDP’nin ne de KDP’nin böyle bir oyuna geleceğini düşünmüyorum.

Burada esas olan Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme politikasıdır. Hiçbir yurtsever Kürdistanlı buna alet olamaz. Biz hangi kurumların görüşme ve müzakere süreciyle mükellef olduğunu şimdiye kadar defalarca ortaya koyduk. Evet, BDP de bir aktördür ama İmralı’da tecrit varken, gerilla üzerinde imha savaşı geliştirilirken, BDP’yi aktör olmaktan çıkarma durumu zaten gerçekleşmiş anlamına gelmektedir. Yani sen Kürtlerin bir tarafını vuracaksın, diğer tarafını da diyalogda tutacaksın. Bu mümkün müdür? Bu aslında “bir tarafını vuracağım, teslim olmaya gelenleri de teslim alacağım” demektir. Bu sinsice politikayı her Kürdün ve her siyasetçinin kolayca anlayacağı açık ortadadır.

 Peki, esas gerçeklik nedir?

Esas gerçeklik pratikte yürütülenlere bakılırsa görülür. Pratikteki şeyler nedir? Birincisi, İmralı’da her türlü hukuk ve ahlaki değer yargısını ayaklar altına alan bir ağırlaştırılmış tecrit ve işkence sistemi vardır.

Newroz’da şiddeti gündemleştiren, her iki taraftan birer insanın yaşamını yitirmesine, beş yüz insanımızın yaralanmasına ve yüzlerce kişinin de tutuklanmasına yol açan o şiddet sürecini dayatan AKP’nin kendisidir. Bu kararların en üst düzeyde bizzat Erdoğan tarafından alındığı da açıkça anlaşılmıştır. Newroz’un barış içerisinde kutlanmasını istemediler. Kürt halkını bu vesileyle deyim yerindeyse biraz okşama, biraz sindirme ve bastırmayı çıkarlarına daha uygun gördüler. Çünkü gündemde bir imha konsepti var. Bunun için böyle yaklaşıyorlar ama halkımızın büyük direnişi onlara gereken cevabı verdi.

Bununla birlikte Newroz’la paralel olarak Cudi’de, Hizan’da, Dersim’de ve Çelê’de gerillaya dönük gerçekleştirilen saldırılarla Kürdistan boydan boya bir savaş alanına dönüştürüldü. Şu anda Kürdistan’da boydan boya bir savaş vardır ve her tarafta bir hareketlilik ve güçlerimize karşı saldırı durumu söz konusudur.

Ondan sonra Kürt siyasetinde en yaşlı, en olgun, en barışçıl, hayatı boyunca barış için mücadele etmiş, bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözümü için çaba göstermiş olan bir siyasetçi olan Ahmet Türk’e bizzat devlet mensuplarının planlı tertiplemesi sonucu ikinci kez, örgütlü bir biçimde vurulan yumruğu biz unutamayız. Bu yumruk Kürt halkının iradesine vurulmuş bir yumruktur. 

Kürdistan’da bu kadar katliam oldu. Roboskî Katliamı’nın üzerinden üç ay geçti. Failleri açığa çıkarıldı mı? Hayır. 28 Mart 2006’da Amed merkezinde 13 insanımız şehit düşürülmedi mi? Edildi. Peki, bunları gerçek kurşunlarla şehit eden polisler hiç yargılandılar mı? Hayır. Peki, buradaki 13 can, can değil miydi? Kaldı ki bunların yedisi çocuktu, birisi 78 yaşındaki bir ihtiyardı. Yine Uğur Kaymaz’ı babasıyla birlikte vuranlar ceza aldılar mı? Hayır. Ceylan Önkol’u katledenler yargılandı mı? Hayır. Şerzan Kurt’u da polis açıkça vurdu. Vuran polis ceza aldı mı? Hayır. Bunun gibi onlarca örnek var. Yani bu devlet, “istediğim vakit Kürtleri öldürürüm, istediğim vakit izin veririm, istediğim vakit vermem, onların bayram gününü bile ben tayin ederim, her şeyini ben veririm” diyerek bu tarzda ayrımcı, bu tarzda efendi-köle ilişkisi temelinde tepeden bakan bir yaklaşımla Kürtleri idare etmek istiyor. Fakat biz Kürtler artık bunu kabul edemeyiz ve etmiyoruz. Hiçbir zaman Roboskî Katliamı’nı unutamayız. Hiçbir zaman AKP’nin Van’da gerçekleştirdiği ayrımcı siyaseti, Van’ı boşaltmak için yaptığı alçakça uygulamalarını unutamayız. Biz İmralı’daki işkence sistemini hazmedemeyiz. Mesela en son, bir Kürt gazetesi olan Özgür Gündem’in bir ay kapatılması var. Bu ne demektir? Gazetenin iflası sağlamak demektir. O kadar çalışanı var, bir ay boyunca gazete çıkmazsa ne olur? İflas eder. Geçmişte bu gazetenin onlarca çalışanının katledildiğini herkes biliyor. Şimdi de tüm çalışanları içeride olmasına rağmen yayın hakkına son verilmek isteniyor. Yani bu, ‘90’lara dönmenin de ötesinde bir uygulama değil midir?

Açık ki, tüm topluma dönük kapsamlı bir sindirme hareketi geliştirilerek topyekün savaşla sonuç almak istemektedirler. AKP Hükümeti uzun bir süreden beri bunun için hazırlık yapmaktadır. Bunun için hem diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmış, hem de toplumu da böyle bir sürece hazırlamaya çalışmaktadır. Bunun için Erdoğan sürekli saldırgan bir üslup kullanmakta, şovenist duyguları hareketlendirmekte ve toplumu savaşa hazırlamaktadır.  Kısaca topyekün bir saldırı durumu söz konusudur.

Tüm bu gerçeklere karşı sizin yapacağınız şey nedir?

Bizim her biçimde hedeflendiğimiz bu koşullarda; özellikle ABD ile predatörler için, daha öldürücü silahların alınması için ittifakların yapıldığı bugünlerde; işte Güney Kürdistan’a gelerek “biz PKK’ye karşı kapsamlı bir yok etme hamlesini başlatacağız, gelin siz de katılın” dedikleri ve bu temelde hazırlık yapmakta oldukları bu süreçte; Cudi’de, Hizan’da, Dersim’de, Amed’de, Bingöl’de saldırıların başlamış olduğu bugünlerde; insanlarımızı bu kadar rencide edici saldırıların olduğu bu aşamada biz PKK olarak ne yapabiliriz? Ne yapmalıyız? Ben soruyorum; Türkiye’deki bütün dostlara, demokrasiden ve barıştan yana olan bütün kesimlere soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ve size dönük bu kadar saldırı gerçekleşmiş olsaydı siz ne yapardınız? Güney Kürdistan’daki siyasetçilere soruyorum; bizim yerimizde siz olsaydınız ve sizin çocuklarınıza, yaşlılarınıza, siyasetçilerinize, Önderliğinize bu denli rencide edici saldırılar gerçekleşmiş olsaydı, yine siz her gün sizi suikast etmek üzere her türlü yöntemi kullanan ve tüm güçlerinizi yok etmeyi önüne koyan bir devlet karşısında ne yapardınız? Ben Kuzey Kürdistan’daki tüm demokratik-siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara soruyorum; siz bizim yerimizde olsaydınız ne yapardınız?

Açıkça bir saldırı var, bir yok etme saldırısı var. Biz bu sorunu demokratik yöntemlerle, barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz. Buna sonuna kadar var olduğumuzu söyledik ama Ortadoğu’da son bir yılda yaşanan gelişmelerle birlikte AKP çark etti, bizim barışçıl elimizi havada bıraktı, onun için İmralı ve Oslo sürecine son vererek, bize karşı topyekün savaş ilan etti. Bunun karşısında biz ne yapabiliriz? Açık ki bizim yapacağımız tek şey buna karşı direnmektir. Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde Türk sömürgeciliğinin bu saldırılarına karşı sonuna kadar direnmektir. Kaldı ki, direnerek başarı kazanma ve zaferi elde etme koşulları da bugün her zamankinden daha fazla vardır. Çünkü biz Türk devletinin niyetini okuyoruz. Biz aptal değiliz. Ne yapmak istediğini çok iyi biliyoruz. O açıdan tabii ki gafil avlanmıyoruz; avlanmayacağız da. Bizim de kendimize göre hazırlıklarımız vardır. Eğer şimdi Newroz barışçıl geçseydi, barışçıl mesajlara karşı devletin de yumuşak adımları olsaydı, İmralı’daki tecrit kalksaydı, operasyonlar olmasaydı bu bahar farklı karşılanabilirdi. Ama ne yapıldı? Newroz yasaklandı, Newroz’da şiddet oldu, Newroz’a kan bulaştırıldı, İmralı İşkence Sistemi derinleştirildi, ardından operasyonlar başlatıldı ve bugün yoldaşlarımız şehit düşüyorlar.

Bir de geniş bir ittifak konsepti vardır. Herkesle ittifak kurup, bizi yok etme çabası alabildiğine sürdürülmektedir. Biz de buna karşı tabii ki uyumuş değiliz. Biz de hazırlığımızı yapıyoruz ve bizim direnerek kazanma koşullarımız bugün çok daha artmıştır. Dolayısıyla tercihimiz kesin ve nettir. Tüm halkımız bilmeli, biz sadece gelişen haksız saldırılara karşı onurumuzu, şerefimizi kurtarmak için direnmek durumunda değiliz. Evet, onurumuz, şerefimiz, haysiyetimiz için direnmek zorundayız, fakat biz özgür bir geleceği yaratmak için direneceğiz. Bu direnişte kazanma, bu direnişte özgür geleceği yaratma umudu bugün her zamankinden daha fazla vardır.

Kazanma şansımız bugün her zamankinden daha fazla artmıştır. İşte yanı başımızda en örgütsüz halklar bile sokaklara dökülüp, özgürlük istemekte, en katı diktatör devletleri alaşağı etmektedir. Biz de Türk devletinin AKP öncülüğünde halkımıza karşı geliştirdiği bu faşizan uygulamalara ve bu sömürgeciliğe karşı direneceğiz ve kazanacağız. Kazanmak için doğru öncülük, sağlam örgütlenme ve kararlı direniş kesin gereklidir. Tüm halkımız ve dostlarımız bilmeli ki, 30 yıllık gerilla tecrübesine sahip Kürdistan gerillasına karşı hiçbir ordu başarılı olamaz. Bundan emin olabilirler. Hele hele son yaşanan bir takım pratiklerden çıkardığı derslerle klasik gerillayı aşarak modern gerilla performansına ulaşan Kürdistan özgürlük gerillası karşısında herhangi bir gücün başarılı olması mümkün değildir. Bu nedenle bir kez daha Kürdistan gerillası ve serhildan hareketi yenilmezliğini herkese gösterecektir.

Eğer onlar siyasi çözümü ve barışı tercih etselerdi, biz buna hazırdık ama bunu tercih etmedikleri, açıkça bizi yok etmek istediklerini ilan ettikleri ve pratikte uygulamaya geçirdikleri bu aşamada bizim elbette ki büyük bir güçle hem siyasi alanda serhildan hareketi olarak ve hem de gerilla alanında sonuna kadar direnerek, yenilmezliğimizi bir kez daha ortaya koyacağımız ve bu temelde sonuç almaya kilitleneceğimiz açıktır. Burada halkımızın daha fazla fedakarlık göstermesi, serhildan hareketine daha etkili katılım göstermesi şarttır. Bu dönemde pasif-edilgen tutum hiçbir şey kazandırmaz. Herkesin fedakarlık yaparak dirençli bir pozisyon alması başarı için şarttır.

‘Her şahadetin hesabı sorulacak’


Son yaşanan operasyon ve çatışmalara ilişkin neler söyleye bilirsiniz?

Türk devleti, halkımızın bu yıl Newroz’da gerçekleştirdiği büyük direniş karşısında çaresizliğe düşmesinin ardından gerillaya yönelik kapsamlı bir operasyonel savaş sürecini başlattı. Bu temelde 21 Mart Newroz günü, Cudi’ye dönük gerçekleştirdiği saldırıda basından öğrendiğimiz kadarıyla beş arkadaşımızın, yine 24 Mart’ta Hizan’da gerçekleştirilen ve iki gün süren çatışma sürecinde yine basından öğrendiğimiz kadarıyla 15 değerli kadın yoldaşımızın şahadete ulaşmış olduğunu duymuş bulunuyoruz. Kahramanlık Haftası’nda yaşanan bu değerli şahadetlerin Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir hamlenin başladığı bir aşamada yaşanmış olması, direnişin yükseltilmiş olması çok önemlidir. Bütün bu şehitleri saygıyla anıyor, ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum.

Bilinmeli ki gelişen yeni süreçte yaşanan her şahadetin hesabı sorulacaktır. Özellikle özgürlük mücadelemizin tarihinde ilk kez 15 kadın yoldaşın büyük bir direnişle şahadete ulaşması ve yüksek bir direniş göstermesi tüm Kürdistan kadını ve tüm halkımız için önemli bir mesajdır. İhanete ve sömürgeci saldırıya karşı dağa çıkmış; onuru, şerefi, haysiyeti ve namuslu bir yaşam için mücadele saflarında yer almış olan bu değerli Kürdistan kızlarının şahadeti tüm halkımıza ve insanlığa önemli bir mesaj sunmaktadır.

DENİZ KENDAL GÜLİSTAN TARA - ANF/BEHDİNAN

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=8063

Hiç yorum yok: