23 Mart 2012 Cuma

Irkçı Ahlaksızlığın Yenilgisi

Lafı eğip, bükmenin anlamı yok, bu bir etnik savaştır. Kürdistan, yüz yıldan beri her türlü ahlaki değer yargısı ve vicdandan mahrum ırkçı ahlaksızlığa karşı direniyor.

Irkçı rejim, her defasında bastırdık, insaniyeti öldürdük diye sevinirken, son Newroz’da olduğu gibi, direniş karşısında şaşkına dönüyor.

Son Newroz’da, bir kere daha ekonomik sınıf, sosyal katman, dini inanç yok, her türlü zulüm belasını göze almış, topyekün Kürdistan’a adanmış ruh hali vardı, alanlarda…

Kürdistan tek bir sınıfın, katman, ya da inancın sorunu değildir. Soyu orada köklenmiş, herkesin ortak rüyasıdır.

Çünkü, mayınlı dağlar, yakılıp yıkılmış köyler, iş yerleri, ticarethane enkazları gösteriyordu ki, işgal altındaki Kürdistan’da, kendini inkarla onurunu yerlerde süründürse, çocuğuna Türk-İslam sentezine uygun ilim de verse, kimseye hayat hakkı yoktur. Türkler 1925’den beri, her bahar geliyor, çalıp, talan edemediklerini ateşe veriyor, yuvaları darmadağın ediyor, gümrah bir hayat kurduğunu sananlar, bir anda ekmek davasına düşen aça dönüşüyordu. Şehirlerin varoşları, barbarın darbesiyle yoksullukta eşitlenmiş çobanlar, emekçiler, dün mal, mülk sahibi yaralılarla doluydu.

Onun için, özgür Kürdistan, bütün kesim ve katmanların büyülü rüyasıydı. Çünkü ırkçı yıkım ve kırıma çıkarken yoksul, varlıklı, din, inanç farkı gözetmiyordu. „Ben Kürdüm“ diyen, onun kılıcını çekmeyen, yalanıp, yaltaklanmayan herkes darbenin hedefiydi. Kürdistan’da yara almamış, ırkçı canavara can, mal kaptırmamış ve yüreği kayıplarının matemiyle burulup, kinle dolmamış Kürt birey, aile, aşiret yoktu.

Türk İslamcılarının toplama kampları inşa etmesi, Uludere katliamı, esir alınmış çocuklara tecavüz, insanlık dışı rejimin son sindirme hamlesiydi. Newroz ise „ben emredince pısarlar“ kibirlenmesiydi.

Ama hesapları tutmadı. Kürtler emir kulu olmadıklarını ve boyun eğmeyeceklerini „ben varım ve burayayım“ diye haykırarak meydanlara, sokaklara çıktılar. Varlıklısı, ekmek bulmayan yoksuluyla, Alevisi, Sünnisi, Êzîdî, Musevisiyle işgalci zorbanın karşısına dikildiler.

Çünkü, hepsi yaralı, dert ortaktı.

Özgürlüğün ılımanlığı ancak, topyekün birlik ve dayanışmayla mümkündü. Irkçı rejimin aşılamaz sandığı polis ve askeri barikatlarını yerle bir ettiler. Bu, bir halkın kendi acılarından yeşerip, zafere koşmasıydı.

 Emredince oluyormuş ve kadim halk baş eğecekmiş gibi „sen de Türk oğlu Türk oldun” diye buyuran, Kürdistan’ın ismini, cismini, Kürt halkının varlığını, dili, kültürünü yasaklayan, karşı çıkanları ipe çekip, soykırım yapan, Kürt yurdunu esir kampına çeviren, talandan sonra yakıp, yıkan, İslam dinini, „Türk-İslam sentezi” adıyla ırkçılığın hizmetine sokan ırkçı rejim, yenilginin şaşkınlığından, gülünçtü. Can çekişmenin acısıyla, Kürt şehirlerine yerden ve havadan zehir serpiyor, başı kesik tavuk gibi çırpınırken çocuklara oyuncak oluyor, o hırsla sağa, sola, rast gele kurşun sıkıyor, Kürdistani simgelere saldırıyorlardı.

Kürtler, vatandaş değil, insandan da sayılmıyor. Kürt sözkonusu olunca, Ahmet Türk’ü linç etmeye kalkışma olayı gösteriyor ki polis, ırkçı militandır. Türk seçilmişler bir yana, eşleri, kızları da dokunulmazdır. Başbakanın eşi Uludere’ye giderken polis ve askerler vücutlarıyla barikat kuruyor, aynı devletin polisi, yenilginin hırsıyla Kürt seçilmişleri zehirli gaza tutuyor, Ahmet Türk’ü linç etmek üzere yumrukluyordu.

Kürtler, Ahmet Türk’ün yumruklanmasının hüznünü yaşarken, gazeteleri yeni Türk zaferini haber veren keyifle, „yumruklandı, hastanelik oldu“ başlığıyla çıkıyordu. Bir milletvekilinin ayağı burkulduğu zaman geçmiş olsun demede kuyruğa giren Cumhurbaşkanı, parlamento başkanı, başbakan Kürt temsilcilerinin uğradığı polis saldırısı karşısında dilsiz, sağır ve kördü.

Demek ki, artık iki kesim var. Birbirine hasım, kan davalı, iki düşman. Düşmanlardan birinin acısı, ötekinin sevinci…

Bu nedenle, etnik ayrışma zemini her gün biraz daha derinleşiyor.

Nitekim Kürt temsilcilerden Şerafettin Elçi, dün bir Türk televizyonunda bu gerçeği anlatırken, „ortak yaşama imkanı kalmadı“ diyor, Kürtlerin ana yurda dönüşlerinin hızlandığını  söylüyordu. 

Türklerin sivil giyimlisi, polis, asker üniformalısıyla giriştikleri linç taarruzları, sivil hayattaki ırkçı ayırım, mal, mülk edinme özgürlüğünün güvensizliği yüzünden, vatandaş, hatta canlıdan sayılmadıklarını yaşayarak gören sürgün Kürtler, ana yurt Kürdistan’a çekiliyorlar. Türklerle içli dışlı olanlar da batıya…

Bakmayın siz kimilerinin, karanlıkta mezarlıktan geçerken, ıslık çalan korkak adam misali, „birlik ve berberlik“ demelerine. Birlik dün yoktu. Olan kırıntısı da kalmadı. Kürdistan’daki görüntüleri dün, işgal gücü polis ve askerdi. Onlar bu gün, son işgalciler olarak barikatların gerisinde gizleniyor, göründüklerinde, çocuklara oyuncak oluyorlar.

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: