9 Aralık 2011 Cuma

Güney Kürdistan'da Fethullah’ın Ayak İzleri

Güney Kürdistan’ın yarı bağımsızlığı, bir ya da bir kaç kişinin öncülüğünde kazanılıp, birden bire inşa olunmadı. Kürdistan ulusalcılığının birikimi, kan tortusudur Güney.

1789’daki Fransa ihtilalinden sonra, yer yüzüne yayılan ulusal (milliyetçi) dalga, sanıldığı gibi Kürdistan’a gecikerek ulaşmadı. Kürdistan ulusal bilinci 1800’de ete, kemiğe bürünüp, başkaldırıya dönüştüğünde Yunanlılar, Bulgar, Arap, Sırp ve Ermeniler henüz arayıştadaydı. Yunanlıların ses getiren ilk başkaldırısı 1826’dadır.

Kürdistan, ulusal kurtuluş mücadelesi, Şeyh Übeydullah’ın Nehri’den İran içlerine yürümesi misalinde görüldüğü üzere, bir bütündü. Birinci Dünya Savaşından sonraki parçalanmaya rağmen bütünlük ruhu, hep yaşadı. Mellê Mistefa Barzani liderliğindeki Kürtler 1925’den sonra imkanları ölçüsünde, Kuzeylilerin imdadına koştular. İran’daki Mahabad Kürt Cumhuriyeti, yine genel dayanışmanın ürünüdür. Bir parçadaki hareketlilik, ötekinin moralini tetikledi.

Kürdistan ulusal geleneği gereği, ekmeğin bölüşüldüğü kardeş evi olarak kaldı. Yakın tarihte 1988’de soykırıma uğrayan Güneyliler, sığınmak için, Türklerin kapısını çalmadılar. Esir statülülü Kuzeyli kardeşlerinin evlerine aktılar. (Birleşmiş Milletler, Türklerden giriş izni ve barınma imkanını satın aldıktan sonra kapılar aralandı)

Bu gün Mahmur kampında yaşayan Kuzeyli Kürtler, 1992’de Türklerin kırımından kaçarken, Arap yönetimine değil, Güneyli kardeşlerine sığındılar. Kısacası, icat edilmiş sınırlar, Kürdistan’ın geleneksel kültürü olan „dara düşen kardeşe yardım“ ruhunu öldüremedi. Dayanışma hep sürdü.

O nedenle, her Kürdün öteki parçada „ked“ ve emeği var, ama yine Kürdistan geleneği gereği, „kardeş evinde olanlara karışmama“ kuralı da vardır.

Kuzeylililer bu gün, Güney’i göz bebekleri kadar nadide görmekte, tapınılası kutsal olarak bakmakta, yanlışlarına rağmen, iç işlerine asla karışmamaktadırlar. Güney’in liderlerinden Mesud Barzani’nin, düşmanlarının kışkırtmalarına rağmen, „Kürtlerin birbirini ödürme dönemi kapandı“ yani „bıra kuji qediya“ sözünü de, Kürdistan’daki rönesan olarak anlamak, değer biçmek gerekiyor.

Parçalanmış ve her parçası ayrı rehin alınmış, yer yer esir muamelesine tabi tutulmuş Kürdistan parçalarında, bu gün de ulusal bilinçle dayanışma kültürü zirvede, ama bu, eleştiri hakkını da ortadan kaldırmıyor.

Güney’in kısmen kurtuluşu, paha biçilmez bir kazanç, aynı zamanda seçilmiş ve darbelerle iş başına gelmiş diktatörlükler çemberi olan bölgede, siyasal, sosyal ve ekonomik alanları da kapsayan örnek teşkil edecek demokrasinin inşaası için büyük bir fırsattı. Ama olmadı. Bireysel hırsın doğurduğu aç gözlülük, çevreden etkilenme görgüsüzlük debdebesi fışkırdı. Siyasal, sosyal ve ekonomik demokrasinin ayağı topal kaldı.

En kötüsü, ülkeyi ele geçirmek için, aç kurtlar gibi dişlerini çak çak birbirine vurarak bakanlara fırsatlar sunuldu. Avrupa ve dünyanın dört bir yanından teknoloji, mal ve hizmet satın alma imkanı varken, iç işlerine el atıp, karıştırmaya, fitne, fesat tohumları ekmeye mevzlenmiş düşmanlarına, kapılarını ardına kadar açtılar. Hem de işgal senaryolarını açıktan açığa tartıştıkları, Başbakan’ın „Kürdistan, Arjantin’de de kurulsa müdahale ederiz“ tehditleri savurduğu bir sırada…

Her şey bu kadar ayan-beyanken, Türk ırkçılığını, din palası altında saklayan, her türlü karıştırıcılık ile kini ibadet adı altında yayan Fethullah Gülen tarikatına „buyur buradan kazan“ dediler. Okullar inşa edip, öğretmen maaşlarını ödeyecek paraları yokmuş gibi ne idüğü belli Gülen tarikatına, arsa tahsis edip, çocukların körpe beyinlerini teslim ettiler. Başka bir deyişle, gırtlaklarına sarılması için, belayı satın alıp, ithal ettiler. TC’nin ekonomik alt yapı işgalini, Gülen tarikatı ağıyla tamamladılar.

Oysa biliniyor. Bunlar, asla azla yetinmiyor, bulundukları yerde misafirlik nedir bilmezlikle, hepsini istiyorlardı. Rusya’dan kopan cumhuriyetlerden, bu had bilmezlik yüzünden kovulmuşlardı.

Bunlar için, kazanç yolunda her şey mubahtır, çünkü. Gülen, TC’de tek başına İran’daki Ayetullahlar meclisi konumundadır. Mutlak efendi, ağzından çıkan fetva, yerine gelen talimattır. Yeri geldiğinde faiz haram, ama Gülen tarikatı „Bank Asya“ ile bankerdir. TC’de genelevler devlet denetimindedir. Devlet payını veri olarak almaktadır. Tarikatın televizyonları, yeri geldiğinde „fuhuş“ dedikleri aşk filmleri satıyor, Güneyde hedef gösterdikleri masaj salonları, alkol satış yerleri TC’de sıram sıram.

Kürdistan Başkanı Mesut Barzani ise Amerika’dan izinli, Gülen dini, tarikatı destekli Müslüman Kardeşlerin, „Arap Baharı“ adını yeni dalga darbenin ayak seslerini anlamamakta hala direniyor, şaşkınca etrafa bakıyor. Süleymaniye, Duhok ve Zaho’da masaj salonları ve alkollü içecek satan dükkanlara saldırılara bakıp, „Kürdistan bölgesi dini ve ulusal farklılıklar için birlikte yaşama ve hoşgörü kültürünün bir örneğidir. Çıkan birkaç olay bu kültürü zayıflatmayacaktır“ diyordu, Türk dostu ve Fethullah davetkarı olarak...

Barzani, kimsenin inancına, yaşama biçimi, ne yeyip içtiğine, kimin ne yaptığına dönüp bakmayan Kürdistan kültürünün aşınmasına hayıflanıyor, ama kurtarılmış ülkenin içten içe kuşatılmasında, „Arap Baharı” tezgahının kapıda, gırtlağına saplanacak kamanın gün ışığında ışıldamasında, katkısı olduğunu hatırlamıyordu.

Yazık, ama yine de hiç bir şey için geç değil...

Hiç yorum yok: