25 Aralık 2011 Pazar

Denizi Kurutma

AKP Hükümetinin yönelimleri ve stratejik hedefleri hakkında daha önce değerlendirmelerde bulunulmuş ve bu bir soykırım olarak nitelendirilmişti. Mevcut durumda AKP hükümetinin bu stratejik yönelimlerinden vazgeçtiğini söylemek mümkün değildir. AKP içerisinde sorunların yaşandığına, daha önce destek veren tarikatların ve farklı çevrelerin desteğini kaybetmeye başladığına dair basın-yayın organlarında çıkan haberlere rağmen bunu rahatça söyleyebiliriz. Hatta giderek bunda daha ısrar ederek, ileri boyutlara taşırma eğilimi içerisine girdiği bile söylenebilir. Bunu da meclisten çıkarmaya çalıştığı yeni yasa tasarılarında görmek mümkündür.

Kürt çocuklarına “ sevgi evlerine alma” adı atında el koyma çabaları, gösteri yapan çocuklara öldürücü silah kullanmak için yapılmaya çalışılan düzenlemeler, Kürtlerin mal varlıklarına el koymak için hazırlanan yasalar vb. bu konuda en somut örnekler durumundadırlar. AKP Hükümetinin bu konularda meclisten çıkarmaya çalıştığı yasalar, aslında yürüttüğü özel-kirli savaşının hangi alanlara kaydığının da bir göstergesi olma özelliğini taşımaktadır.

Gelinen aşama da Türk özel-kirli savaşı, tüm alanlarda; askeri, siyasi vb. birçok alanda komple ve bütünlüklü olarak yürütülse de, bunlar içerisinde toplumsal alana yönelik geliştirilen psikolojik savaşa ağırlık vermiş bulunmaktadır. Bu da daha çok kendisini toplumsal alanda hissettirmektedir. Toplumsal alanda yürütülen bu psikolojik savaş saldırıları da çok geniş bir alanı kapsamakta ve bir nevi  “Balığı yakalamak için suyu kurutma” stratejisi biçimini alarak yürütülmektedir.

Tabii burada “Balığı yakalamak için, denizi kurutma” stratejisi derken, klasik anlamda; Deniz’in kurutulmasından bahsedilmemektedir. Özde aynı amaca hizmet etmekle birlikte, değişen koşullara göre; içerisinde farklı yöntemleri taşıyan bir stratejik yaklaşımdan bahsedilmektedir. Bunun içerisinde suyun kirletilmesi ve kullanılamaz hale getirilmesi de yer almaktadır.

Klasik Halk Savaşı stratejisinin uygulandığı ülkelerde, sömürgeciler, emperyalistler ya da işbirlikçi-egemen klikler tarafından “Denizi kurutma politikası”, gerillanın halka olan bağının koparılması amacına yönelik olarak teorileştirilmişti. Asıl olarak da böylesi bir teori pratikleştirildiği zaman, nasıl “balık susuz yaşayamazsa, gerillada halksız olamaz” çıkarsamasında bulunuluyordu. AKP Hükümeti de kendisine bu stratejiyi esas almakla birlikte, değişen koşullara göre farklı yöntemleri devreye koyarak uygulamaya ve oradan da sonuç almaya çalışmaktadır. AKP hükümeti tarafından çıkarılmaya çalışılan yasalarda, böylesi bir amaç doğrultusunda gündeme getirilmiş bulunmaktadır. Yoksa öyle gösterilmeye çalışıldığı gibi masumane hiç bir neden söz konusu değildir. 

AKP Hükümetinin çıkarmaya çalıştığı bu yasalarla ne yapmak istediği bu şekilde çok net olarak anlaşılır olmaktadır. AKP Hükümeti; çocuklarına,  mal varlığına el konulmuş ve sesini çıkaramaz bir toplum yaratmak istemektedir. Bunu sağladığında da Kürt Özgürlük güçlerinin halkla olan bağının koparılabileceğini sanmaktadır.

Geçmişte özellikle de 1990’lı yıllarda Çiller-Güreş ve Ağar üçlüsünün iktidar gücü olarak ipleri ellerinde bulundurdukları süreçte, bunu denemişler, ama başarılı olamamışlardır. O zaman da binlerce köy boşaltılmış, milyonlarca insan yerinden-yurdun sürgün edilmiş, on binlerce insan zindanlara atılmış ve yine on binleri bulan sayıda insan katledilmişti. Tüm bu sömürgeci uygulamalar “rüzgâr eken, fırtına biçer” misali sahiplerine geri dönmüş ve geniş bir halk hareketinin tetikleyicisi olarak rol oynamıştı. Eğer bugün Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçleri toplumsal ve siyasal alanda o kadar etkili bir güç olma konumuna ulaşmışsa bunda; Çiller-Güreş ve Ağar üçlüsünün sorumluluğu altında tırmandırılan özel-kirli savaş uygulamalarına karşı, Kürt halkının biriken öfkesi ve Özgürlük Mücadelesini sahiplenişlerin önemli bir rolü olmuştur. Bir nevi 12.Eylül 1980 Askeri-faşist Cuntasına karşı gelişen PKK direnişinin Kürt halkı tarafından sahiplenilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmıştı. Öyle anlaşılıyor ki, AKP Hükümeti Çiller-Güreş-Ağar üçlüsünün ve 12 Eylül Faşist Cuntasının izlediği yolu takip etmekte ve o süreçlerin yönetim güçleriyle, özde değişmeyen, aynı stratejiyi değişen koşullara göre yeniden uyarlayarak uygulamaya koyan ve bundan da sonuç almak isteyen bir politikanın sahibi halini gelmiştir.

Aslında AKP Hükümeti tarafından bu politikanın devreye konulması için, yapılan hazırlıklar bir süredir pratiğe de geçirilmiş bulunmaktadır. Kürt halkını Öndersiz ve örgütsüz bırakma yönünde yapılan saldırılar bunun bir sonucu olarak gerçekleştirilmiş ve halen de devam etmektedir. Önder Apo’ya uygulanan izolasyon, ağırlaştırılmış tecrit ve siyasal soy kırım saldırıları da bunun bir sonucudur.

AKP Hükümetinin uygulamaya koyduğu bu politikayı, stratejik bir yönelim olarak görmek ve ona göre de hazırlıklı olmak gerekmektedir.

14 Nisan 2009’dan beri siyasal soykırım saldırıları hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. Aslında bu saldırıların, daha öncesinden başlatılan saldırılarla da bağını görmek gerekmektedir. Fakat 14 Nisan’dan itibaren dalga dalga, iç içe geçmiş çemberler biçiminde sürdürülen bir siyasal soykırım saldırısı söz konusudur. Gelinen aşama da bu saldırılar seçilmiş vekillere kadar uzanmıştır. Haklarında açılan davlar ve dokunulmazlıklarının kaldırılmak istenmesi de bunu göstermektedir. 

Bundan tüm demokrasi ve özgürlük güçleri tarafından sonuçların çıkarılması gerekmektedir. Bu gerçeğe rağmen gerekli bir karşı koyuşun gösterildiğinden de bahsetmek söz konusu değildir. Oysa AKP Hükümetinin stratejik yönelimlerini ifade eden yasaların gündeme getirilmiş olması karşısında, fırtınalar koparılabilmeliydi. Bu yapılmamıştır. Adeta Kürt halkı bu saldırılar karşısında tek başına bırakılmıştır. Bazı duyarlı çevre ve kişiler haricinde kalanlar tarafından adeta sessiz karşılanmıştır. Bu da AKP Hükümetinin işini kolaylaştırmıştır.

Gelinen aşamada AKP Hükümeti Kürt soykırımını gerçekleştirmek için belirlediği strateji doğrultusunda hareket etmektedir. Bu stratejinin hedefinde bir bütün olarak Kürt halkı bulunmaktadır. Önderini halktan, halkı öncüsünden uzaklaştırarak bu gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Farklı adlarla, birbirinden sanki değişikmişçesine sözde yasalarla çıkarmaya çalışsalar da, bu gerçek değişmemektedir.

Burada hedeflenen Kürt halkının soykırımıdır. Ancak Kürt halkı, tüm bu soykırım saldırılarına; Önderliğine, öncüsüne sahip çıkarak karşılığını vermiş ve vermeye devam etmektedir. “İrademe dokunma” mitingleriyle bu tutumundaki kararlılığını ortaya koymuştur. Amed, Batman, Kızıltepe, Nusaybin, Cizre, Şırnak, Mardin bu çok somut bir şekilde görülmüştür. Burada anısı önünde saygıyla eğildiğimiz Mardin-Midyat’ta Fırat İzgin adındaki 15 yaşındaki liseli Kürt Genci bedenini canlı bir meşale haline getirerek bunu ispatlamıştır.    
 
 Cemal Şerik

Hiç yorum yok: