27 Aralık 2011 Salı

Bu Hastane Emekçilere Aittir!





2001 krizinden sonra Arjantin’de iflas eden dev sermayeli birçok fabrika, işçiler tarafından işgal edilmişti. Fabrikaların yönetimini ele alan işçiler mevcut krizi aşarak bir şekilde hayatlarını idame ettirmeyi başardılar. İşte bu işçi hareketinden esinlenen bir de hastane vardı Arjantin’de: İsrail Hastanesi.

Kriz baş gösterdiğinde yılların getirdiği sorunlarla birlikte ülke çökme noktasına geldi. Büyük buhranda hemen hemen bütün sektörlerde yaşanan çöküntü, onbinlerce insanın işsiz kalmasına yol açmıştı. Kriz ortamında iflasın eşiğine gelen dev sermayeli birçok fabrikaya çalışanları el koyarak üretime devam edip kendi yaşamlarını idame etmeyi başardılar. Ama fabrikaların dışında farklı bir sektörden çalışanları tarafından yönetimine el konulup çalışmasını sağlayarak dikkat çeken bir kurumlardan biri de İsrail Hastanesi’ydi.

Çeşitli nedenlerden ötürü, iflas etmiş bir fabrikanın yada işyerinin kendi çalışanları tarafından yönetimine el konularak, yeniden işlevsel hale getirilmesi ve ekonomik çarkın patron gücü ile değil, bizzat emekçilerin el birliği ile yarattığı değerlere sahip çıkmasıyla başladı. İlk kez, 1920’de İtalya'da başlayan hareket, Mayıs 68 Fransa'sın da adından sıkça söz ettirmiştir. Daha sonraki tarihlerde, Federal Almanya, İsviçre, İspanya, Meksika, ABD, Çekoslovakya, Uruguay ve Arjantin gibi dünyanın bir çok ülkesinde gündeme gelen hareket, emek bakış açısının söz sahibi olduğunda zorlukları nasıl aşabildiğini, sermayecilerin bile hayretle tanık olduklarını göstermiştir.

Adidas, Benetton, Gucci gibi dünyanın birçok ünlü fabrikalarının yönetimine emekçiler tarafından el konulması bir noktadan sonra anlaşılabiliyor olsa da, devlet tarafından desteklenen uluslararası bir hastanenin, emekçilerin yönetimine geçmesi pek alışıldık bir durum değil günümüz koşullarında. Arjantin'in en eski kurumlarından biri olan İsrail Hastanesi’nin 44 yıllık emekçisi ve Konsey Üyesi Dr. Clemente Quintana Saucedo, ANF’ye, hastanenin yeniden hayata dönme sürecini anlattı.

* Öncelikle buranın İsrail Hastanesi olmasının hikayesi nedir?

- İsrail Hastanesi, 1900 yılında Arjantin'e göç etmiş Yahudi topluluğu tarafından Dr. Alejandro Zabotinsky önderliğinde kuruldu. Hastanenin kuruluş amacı Arjantin'e göç etmiş, dil sorunu yaşayan Yahudi topluluğuna hizmetti. Daha sonraki süreçte bünyesinde barındırdığı dünyanın en iyi doktorların (ki bunlardan biri dünyaca ünlü Dermatolog Dr. Aron Caminsky) etkisiyle Arjantin’in en önemli hastanesi konumuna gelmiştir. Başkan Yrigoyen, General Peron vb. gibi önemli birçok devlet adamını konuk etmiştir. Kariyerinde eğitim hastanesi olma özelliğini taşıyan İsrail Hastanesi, çok uzun yıllar Yahudi toplumu için ciddi bir kazanç kapısı da olmuştur. 400 yatak kapasiteli hastane, ben işe başladığım 1968 yılında toplamda 1350 çalışanı ile yılda 100 bin hastaya hizmet vermekteydi.

1976 askeri darbesi döneminde dahi, hiçbir aksama olmadan hasta kabulüne devam ettik. Ancak 83 yılında yeniden demokrasiye döndüğümüzde, sendikacılık ülke içinde tekrar kurumlaşmaya başlamıştı ve hastanemizde de bu süreç kısa zaman içinde hayata geçirildi. Bu ilk başlarda emekçiler için sosyal bir güvence olmasından kaynaklı başarı olarak görülse de, kötü sendikacılığın en iyi örneğini bizzat yaşayarak öğrendik. Tamamen patron yanlısı bir politika izlediler. Çünkü bunda ciddi bireysel çıkarlar söz konusu idi. Hastaneyi taşeronlaştırmaya başladılar. Bazı iş adamları hastaneyi almak istiyorlardı. Niyetleri tam olarak hastaneyi satın alıp iflasını verdikten sonra devletten bunun bedelini almak ve hastaneyi vakıf adından çıkararak yeniden şahıs olarak sahip olmaktı.

* Peki bu vakfın bir amacı yok muydu? Neden hastaneyi özelleştirmek istediler ve bu durum, Yahudi toplumu tarafından nasıl karşılandı?

- Kesinlikle biz de aynı soruyu sorduk. Bu hastanenin kuruluş amacı hizmetti ve en önemlisi, Yahudi toplumuna destek olmaktı. 1980 sonrası tamamen bu amacından saptı. Bana göre bir kaç nedeni vardı; bunlardan biri de artık ekonomik özgürlüğüne tamamen kavuşmuş olan cemaat, hastanenin sorumluluğundan kaçmaya çalışıyordu, kendi halkına hizmeti angarya olarak görmeye başlamışlardı ve vakıf kontrolünde olan hastaneyi sömürmek hiç de kolay değildi. Demek istediğim kolay yem bulamadıkları için işin içinden çıkmaya çalışıyorlardı. Bu bireyci tutum, bir süre sonra hastaneyi araştırma ve eğitim statüsünden uzaklaştırdı. Arjantin'in en önemli hastanesi, kendi içinde ciddi bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Yahudi cemaati de artık hastaneyi gözden çıkarmıştı hatta hiç Yahudi hasta gelmemeye başlamıştı. Bizi krize götüren süreç asıl o zaman başlamıştı. Yani 1983-90 yılları arasında bir kriz içindeydik zaten.

SENDİKA İŞÇİLERİ SÜREÇ DIŞINA İTMEKLE MEŞGULDÜ
* Bahsettiğiniz kriz ekonomik krizden ziyade bir yönetim krizi. Sendikanın buradaki rolü neydi ve rolünü nasıl oynadı?

- Az önce belirttiğim gibi işçilerin tarafında olması gereken sağlık sendikası tamamen patronlar arasında dönen dolapları örtbas etmek ve çalışanları bu sürecin dışına itmekle meşguldü. Oysa hastane içinde dönen her oyunu bizlerle paylaşması ve buna karşı tedbir alması gerekirdi. En nihayetinde biz bu hastanenin çalışanlarıyız ve işimizi her an kaybedebilirdik. Sendikanın oynadığı tek rol, bizleri kandırmaca üzerineydi ve biz bunu çok geç fark ettik.

* Ekonomik krize gelecek olursak nasıl karşıladınız 2001 krizini?

- Bakınız dünyanın hiçbir yerinde kriz pat diye gelmez. Bunun gelişim süreci vardı ve toplum bunu seneler öncesinden hissetmeye başlamıştı. Ülkede özelleştirilmedik kurum bırakmadı dönemin hükümeti. Havaalanından tutun, belediyeciliğe ve aklınıza gelebilecek ne varsa sattılar. Ülkeyi soyup soğana çevirdiler. Patronların yönetmeye başladığı bir ülkede kriz olmaması mucize olmaz mıydı? Ülkeyi de tıpkı hastanemizde dönen oyunlarla krize sürüklediler. Çünkü bir krizden en karlı ancak patronlar çıkar. Ucuz iş gücü, uzun çalışma saatleri ile tekellerini daha da kurumsallaştırırlar. Bunu başarmalarının yolu da krizde olan bir ekonomiyi kullanmaktır.

2001 krizinde hastane olarak hizmet vermeye devam ettik. Sonuç itibariyle biz ‘ticari bir kurum’ değiliz, işimiz sağlık. Sağlık, iş alanları içinde hassas bir özelliğe sahiptir. Ancak çalışanlar olarak sancılı bir süreç yaşadık. Paralarımızı toplu olarak alamıyorduk. Bir şekilde idare ederek süreci atlatacağız umudunu taşıyorduk. Aksi halde işimizi kaybetmek hele böyle bir süreçte büyük bir riskti ve biz bu riski göze alamazdık. Tam üç yıl boyunca böyle sancılarla devam ettik çalışmaya.

ISYAN ETMEKTEN BAŞKA ÇAREMIZ YOKTU* Peki işgal süreci nasıl başladı ve neydi sizi bu sürece zorlayan?

- 2004 yılı Temmuz ayındaydık. Son 6 ayda hiç kimse para alamıyordu ve isyan etmekten başka hiç bir çaremiz yoktu. 15 Temmuz günü hepimiz bir araya gelip yönetimin kapısına dayanmıştık. Aslına bakarsan o gün isteyeceğimiz şey; bize bir miktar para ayırmalarıydı! Çünkü evimizde yiyecek ekmeğimiz yoktu. Ancak yönetim bizi kapıdan kovdu. ‘İşinize gelmiyorsa’ diyerek kapıyı göstererek bize yol vermişti. Bu işi kolay bırakmayacağımızı bilmekle beraber işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemez haldeydik. Aramızda bir arkadaşımız gidip doktor Caro ile görüşmemiz gerektiğini söyledi. Doktor Caro, 2001 krizinden sonra Arjantin’de işgal edilen fabrikaların hareketinin lideriydi. Bir şekilde kendisine ulaşıp durumu izah ettik. Doktor Caro, bize işimizin zor olduğunu söyledi, zira söz konusu olan bir fabrika değil bir hastaneydi!

Ama yine de savcıdan randevu alıp olayı bir de olduğu gibi savcıya anlatmamızı istemişti. O gün içinde birkaç tane iş arkadaşımızla birlikte iş elbiselerimizle savcı ile görüşmeye gittik ve durumu izah ettik. İşin aslı yasal olarak hiç bir dayanağımız yoktu. Çünkü Arjantin anayasasında buna izin veren herhangi bir yasa yoktu. İyi olan taraf ise bunu yasaklayan bir yasa da yoktu! Eyalet meclis kararı ile mümkün olabiliyordu. Bu süreçte bir çok eyalet milletvekili ile görüştük, onlardan destek istedik. Sonuç itibari ile Temmuz 2004 sonunda işgal sürecini resmen ilan ettik ve olaya savcılık tarafından el konuldu.

Olaydan yaklaşık 4 ay sonra yani Kasım ayında meclisin çıkardığı hastaneye özel ek bir yasa ile İsrail hastanesi resmen işçilere devredildi. Biz de kooperatifleşme sürecimizi hızla işleme koyup hastane meclisi ve yönetim konseyini seçtik. Kasım ayında yeniden hizmet vermeye başladık. Tabii bu sefer çok farklıydı.

ÖZ YÖNETIM VE DAHA ÇOK ÖZVERİ!* Neydi farklı olan?

- Bakın size hastanenin sahibi olduğumuz ilk iş gününü anlatayım. Sabahın erken saatlerinde işe başlamadan herkes bahçede bir araya geldi ve hepimiz birbirimize söz verdik. Bu bizim işimizdi. Bunu söylerken ‘benim işyerim, istediğim gibi çalışırım’ mantığından uzak olmalıydı. Daha çok çalışmak daha özverili olmak ve en iyi hizmeti sunmaya çalışmak. Farklı olan ise şuydu; Özgürlük...

* 4 ay gibi bir süre kapalıydı hastane. Bu, bir hastane için uzun süre sayılır. Yeniden başladığınızda bu kadar büyük giderleri nasıl karşıladınız? Size herhangi bir destek verildi mi devlet tarafından?

- Hayır. Dışarıdan hiç kimse destek vermedi. Biz kendi içimizde para toplayarak kimi arkadaşımız evini satarak ilk zamanlarda bunu gidermeye çalıştık. Zaten kısa bir zaman sonra beklentilerimizin de üstünde hasta kabulü gerçekleştirmeye başladık ve geri dönüşümü büyük bir özveri ile yeniden sağladık.

* Hastanenin gelir ve giderleri, çalışanların maaşları vs. bütün bu aşamaları nasıl aşıyorsunuz?

- Biz küçük sosyalist bir devlet gibiyiz. Eğer adilseniz, her şey o kadar basit ki! Aşılamayacak hiç bir şey yoktur. Yaptığımız tek şey giderleri gelirden çıkarıp bir miktar fon ayırıyoruz -hastaneye yeni makineler, araç ve gereçler için- geri kalanı burada çalışan herkese eşit bir şekilde dağıtılıyor. Çok az ile yetinmesini de biliyoruz ama çok şükür hayat standardımız öncekine oranla yüz kat daha iyi. Çocuklarımızı okutabiliyoruz, evimize aş götürebiliyoruz. Bizim daha büyük şeylerde gözümüz yok! Hiç bir zaman da olmadı. Şimdi istediğimiz her şey kontrolümüzde.

* Bildiğim kadarıyla o dönem işgal hareketine katılan 3 doktordan biriydiniz. Bir doktor olarak kolayca başka bir iş bulabilir ve tüm bu sancılı süreci yaşamayabilirdiniz. Neden bunu tercih ettiniz?

- Bakınız ben Guarani halkının bir neferiyim. Babamı erken yaşta kaybettim. Dedem büyüttü beni ve her zaman şunu söylerdi bana; zalimlerin en büyük düşmanı cesurlardır. Eğer bir yerde zulüm varsa orada cesur insanlar vardır ve asla onları sırt üstü bırakma! Evet söylediklerinizde haklısınız benim için iş bulmak kolaydı ama kolay seçmek dedemin deyimiyle korkakların işiydi! Sanırım bunu kendime yediremezdim.

Biz şu an burada 600 cesur insan olarak kendimize bir yol seçtik. Bunun için mücadele verdik. Ekmeğimizden etmek istedikler, buna izin vermedik. Ve şimdi onu kendimiz üretiyoruz, paylaşıyoruz ve paylaştıkça da çoğalıyoruz.

Hiç yorum yok: