23 Kasım 2011 Çarşamba

PKK Kahretmeye Devam Edecektir

Mustafa Karasu/Özgür politika
 
AKP hükümeti Kürt Özgürlük Hareketi karşısında sıkıştıkça psikolojik savaşı arttırmaktadır. Asker ve sivil bürokrasiyle PKK'nin tasfiyesi konusunda anlaşmışlardır. PKK karşısında başarısız kaldıkça iktidarının temelinin zayıfladığını görmektedir. Çünkü Türkiye'yi demokratikleştirerek güç olmayı ve varlığını sürdürmeyi değil de Kürt Özgürlük Hareketi'ni ezerek varlığını sürdürmeyi bir politika olarak benimsemiştir. Bunu başaramadıkça da öfkeleniyor ve saldırıyor. Siyasi soykırım operasyonları da, psikolojik savaşı arttırması da askeri yöntemlerle ezme söylemi de bundan kaynaklanıyor.

Bu saldırıların yeşil Türkçü faşist çevrelerin ortak bir tutumu ve kararı olduğu, Fetullah Gülen'in "kök kurutma" vaazlarından anlaşılmaktadır. 1990'lı yılların kök kurutma stratejisi bugün de devrededir. Hatta 1990'lı yıllardan beri ordunun, polisin ve kontrgerillanın saldırılarını yetersiz ve etkisiz bularak eleştirmektedir. Fetullah Gülen'e göre ordu ve polis 1990'larda az yapmıştır; faili meçhul cinayetler az işlenmiştir. Askeri yöntemlerin daha acımasız kullanılmasını isterken Kürdistan'da hangi sömürgeci yöntemlerin uygulanmasını istediğini bir bir sıralamıştır. Yargıç, imam, öğretmen ve istihbaratçıya aynı görevleri vermiştir. Türkiye'nin Kürtler üzerinde uyguladığı siyasi sömürgecilik ve kültürel soykırım bu yol, yöntem ve araçlarla Kürtlere benimsetilecektir. Kürtler sömürgeciliğin gönüllü uygulayıcıları haline getirilecektir.

Tüm bunlar Kürt Özgürlük Hareketi'nin karşısındaki başarısızlığın hezeyanlarıdır. Çaresizliğin getirdiği öfkenin ortaya çıkardığı itiraflardır. İçişleri bakanının, "arıyorum arıyorum bir sorun bulamıyorum" söylemiyle zihniyetini dışa vurmasıyla Fetullah Gülen'in hezeyanları aynı ruh halinin sonucudur.

Kürt Özgürlük Hareketi'ni ideolojik, siyasi, askeri ve toplumsal alanda yenemeyenler psikolojik savaşla bunu başaracaklarını sanıyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi'nin tarihsel gücünü ve güneş kadar berraklığını göremeyenler bu yollarla sonuç alacaklarını sanıyorlar. Halbuki biz bu psikolojik savaşı on yıllardır görüyoruz. Hangi yöntem, hangi karalama biçimi denenmedi ki! Bu nedenle Kürt Özgürlük Hareketi de Kürt halkı da bu saldırılara karşı bağışıklık kazanmıştır. Psikolojik savaşlarını bazı işbirlikçi, uşak ruhlu ve yürekleri hasetlikten zift bağlamış Kürtlerle güçlendirmek isteseler de, yalanlarına bunlar vasıtasıyla dayanak bulmaya çalışsalar da nafiledir. Bu çabalar da sonuç vermeyecektir. Artık kara çal izi kalır yöntemi de Kürt hareketi karşısında işe yarmayacaktır. Kırk yıllık mücadele gerçeği her türlü yalanı ve iftirayı defalarca psikolojik savaş araçları mezarlığına yollamıştır. Kırk yıllık mücadeleyle PKK gerçeği o kadar netleşmiştir ki artık yalanların ve iftiraların etkisi ve gücü kalmamıştır.

Şamil Tayyar gibi yeşil Ergenekoncu psikolojik savaş elemanı Kürt Ergenekon'u diye bir kitap yazmış. Daha önce yazdığı Ergenekon kitabının etkili olduğunu düşünerek "acaba PKK'yi de bu güçlerle özdeşleştirerek, bu güçlere benzeterek sonuç alır mıyım" hesabıyla oturmuş bir psikolojik savaş senaryosu kurgulamış. Bazı uşak ruhlu ve yeminli Apo ve PKK düşmanlarıyla birlikte bazı inananları bulacaklarını sanmaktadırlar. Kuşkusuz her zaman bazı inananlar bulunur, ama bunlar sadece bu elemanın bir psikolojik savaş yürüttüğünün kanıtından başka bir şey ifade etmez.

Gladio ya da beyaz Ergenekon PKK'ye karşı savaşta bitmişti. PKK karşısında güç kaybettiği için ve artık dış güçlerden destek alamadığı için ipliği pazara çıkmıştı. PKK'nin salladığını, devrilecek hale getirdiğini, özelikle de dış destek alarak üzerlerine gitmişlerdir. Hatta bir kısmıyla uzlaşarak Türkiye'de yeni bir siyasi kimya ortaya çıkarmışlardır. Bir kısmının zindanlara atılması bu sürecin sonucudur. Ancak dikkat edilirse bu güçlerin esas suçlarını işledikleri Kürdistan'daki uygulamalarından dolayı yargılanmıyorlar. Bu konudaki yargılanmalara yol açacak Hakikatleri Araştırma Komisyonlarına da izin vermiyorlar.

PKK ise kırk yıllık mücadelesiyle her bakımdan güçlenmiş ve kökleşmiş bir harekettir. Kendisini değişime uğratıp yenileyerek eskisinden daha fazla güçlü mücadele eder hale getirmiştir. Şimdi beyaz Türkçü Ergenekon karşısında kazanılan kolay zaferi PKK'ye karşı yürütülecek mücadeleye benzetmek daha baştan baltayı taşa vurmaktır. Çünkü o Ergenekon ve Gladio'nun ele ayağa düşmesini sağlayan Kürt Özgürlük Hareketi'dir. Dolayısıyla bu özel savaş kalemşoru Kürt Özgürlük Hareketi'nin söylediği gerçekleri, başarısız kıldığı odakları bir kitapla açığa çıkarıp etkisizleştirdiğini sanarak kendisini fazlasıyla abartmaktadır.

Şamil Tayyar'ın Kürt Ergenekon'u adlı kitabını hangi psikolojik saikle yazdığı "Murat Karayılan'ı İran yakaladı, sonra pazarlıkla serbest bıraktı" yalanından anlaşılmaktadır. Bu yalanını Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir psikolojik saldırı amacıyla yazdığı kitabına da koyacaktı. Yalan olduğu anlaşılınca çıkardı mı, yoksa kitabında bıraktı mı bilemiyoruz. Kitabını okumadık, ama bu yalanı bile o kitabın nasıl bir psikolojik savaş senaryosu ve kurgusu olduğunu kanıtlamaktadır.

Basına yansıdığına göre bu eleman PKK Lideri Abdullah Öcalan 1972 yılında yakalandığında Ergenekon'un bir sorumlusu olan Kemal Sunalp, "o bizim adamımızdır, bırakın" dediğini söylemiş! Önce de başka yalanlar söyleniyordu. Şimdi bu eleman PKK'nin Ergenekon tarafından kurulduğunu söylemeye getiriyor. Önce de MİT diyorlardı. Şimdi ordu içindeki Ergenekon'la ilişkilendiriliyor.
Bu kurgulamalar PKK'nin 1980 sonrası gerilla mücadelesini geliştirip kitleselleşmesiyle birlikte gündeme getirilmiştir. Bugünkü siyasal ve somut duruma bakarak 1972'lere bir senaryo düzenleniyor. O zaman Abdullah Öcalan bir örgüt kadrosu bile olmayan üniversite birinci sınıfta okuyan bir devrimci sempatizandır. Daha bir devrimci kadro olup olmayacağı bile belli değildir. Çünkü birçok sempatizan bir örgütün kadrosu olmadan ya devrimciliği bırakmıştır ya da sempatizan kalmıştır. Dolayısıyla olsa olsa ilerde bir devrimci kadro olma adayıdır. Yaptığı ise öğrenci boykotudur. Bu boykot, Kızıldere olayı olunca birkaç devrimcinin ya da devrimci sempatizanın bunu protesto etmek için boykot yapalım demesiyle olmuştur. Bir örgüt yaptırmamıştır, bir örgüt talimatıyla bu boykot yapılmamıştır.

Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mahir Çayan'ın öğrencisi olduğu okuldur. Bu okulda etkisi bulunmaktadır. Bu etkiyle bu boykot yapılıyor. Okul boykotu herhangi bir siyasal ortamda hiçbir cezası ve müeyyidesi bulunmayan bir eylem biçimidir. Zaten sonraları birçok okul çeşitli nedenlerle boykot yapmıştır. En fazla üniversiteler içinde disiplin konusu olacak bir eylem biçimidir.

Bu olaydan dolayı üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Abdullah Öcalan da tutuklanıyor. Çünkü boykot yapma 12 Mart'a meydan okumak olarak görülüyor. Bu olaydan dolayı başka öğrencilerle birlikte yedi ay Mamak cezaevinde yatıyor; daha sonra tahliye oluyor. Çünkü hiçbir örgüte üye değildir; genel bir devrimci sempatizandır. Herhalde mahkeme bu 22 yaşındaki genç için "daha sonra bir örgüt kuracak, Kürtler için özgürlük mücadelesi verecek ve bu mücadele Türkiye'yi kırk yıl uğraştıracak" diyerek bir boykottan dolayı bir üniversite öğrencisini yıllarca cezaevinde tutamazdı. Kaldı ki 1970'li yıllarda öğrencilere bugünlerden daha toleranslı yaklaşılırdı. Zaten 12 Mart'ta 12 Eylül gibi çok yaygın öğrenci tutuklamaları olmamıştır.

Şimdi bugün büyük bir örgüt kurmuş olduğundan yola çıkarak "o zaman nasıl bırakıldı" gibi bir soru sormak, bunun üzerinden senaryolar ve kurgular ortaya koymak, amiyane deyimle akla ziyan bir iştir.
Ancak bu yedi aylık cezaevinin, bu cezaevinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idama götürülmesinin ve idam sehpasında "yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği" demesinin Abdullah Öcalan'ı da binlerce ve yüz binlerce genç gibi bir kararlaşmaya götürdüğü kesindir. Deniz'lerin idamının gençler içinde nasıl bir etki bıraktığını ancak Şamil Tayyar'ın milliyetçi cephede yer alan ağabeyleri bilir.

22 yaşındaki birinin gelecekte güçlü ve etkili bir örgüt kuracağını kimse bilemez. Bu örgüt büyük bir irade ve mücadeleyle bu noktaya gelmiştir. On binlerce şehidi olması, on binlerce kadrosunun zindanda yatması, yüz binlerce taraftar ve sempatizanının bu 35 yılda ömürlerini zindanlarda geçirmesi; bu hareketi yok etmek için yapılan faili meçhul cinayetler ve köy yakmalar; tüm bunlara rağmen bu hareketin ağır bedeller ödeyerek ve zorluklar içinde bu mücadeleyi geliştirmesi vardır. Psikolojik savaş senaryosu içinde olmayanlar bunu bilir ve anlar.

PKK hiçbir yere bağlı olmadan, hiçbir yerden destek almadan özgücüne dayanarak ekmeğin bile zor bulunduğu "komin evlerinde" kendisini yaratarak bugünlere gelmiştir. Bu öyle ateşten tarihtir ki, hiç kimsenin çarpıtmaya gücü yetmez. PKK düşmanlığında Şamil Tayyar'a nal toplatacak Taha Akyol bile, "ben PKK'nin MİT ya da devletin herhangi bir birimi tarafından kurulduğuna ve korunduğuna inanmıyorum" demiştir. Ahmet Hakan da "PKK'nin ulusalcılarla bir ilişkisi olduğu iddiasını doğru bulmuyorum, bunun kanıtı gösterilsin" diye yazmıştır. Tabii bu cenah hemen Doğu Perinçek'in Mahsum Korkmaz Akademisine gitmesini öne sürer. Hiç kimse demagoji yapmasın! O zaman Doğu Perinçek ve çevresi Kürt sorununa farklı bakıyordu. Hatta kontrgerilla ve Gladio konusunda en fazla onlar yazıyor, çiziyordu. Ancak 1990'lı yıllarda ordu içinde bir kesim "ABD Kürtleri destekliyor" diyerek ABD karşıtı bir tutum içine girince–ki bunu da ABD'ye şantaj yapmak için bir taktik olarak yürütüyorlardı- ucuz başarı peşinde koşan ve eskiden beri millici yanları olan bu kesimler ordunun ABD karşıtlığı ile birleşip Türkiye'de siyasal mevziler kazanacaklarını düşünmüşler ve eski söyledikleriyle de çelişen bir siyasi çizgiye girmişlerdir. Bu nedenle Doğu Perinçek'le Kürt Halk Önderi'nin fotoğrafından yola çıkarak PKK ulusalcılar ve Ergenekoncularla birliktedir demek sadece ucuz bir psikolojik savaş propagandasıdır.

Bilemiyoruz, ama herhalde kitabında mutlaka "Ankara grubundan" söz etmiştir. Bunun da örgüt içinde mücadeleyi geriye çeken, daha doğrusu mücadeleden kaçanlar tarafından üretilen bir şey olduğunu biliyoruz. Bu nedenle PKK'nin direnişinden rahatsız olan ve bu mücadele karşısında zorlanan yeşil Türkçü Ergenekon'un bundan söz etmesi anlaşılırdır. Bu tür saldırıların yaşamlarının kırk yılını bir derviş gibi mücadeleye veren insanlar için sadece bir onur olduğunu da belirtmek gerekir. Şamil Tayyar ya da bu tür psikolojik savaş peşinde olan kimi Kürtler bu yaşama bir hafta bile katlanmazlar. Bir ay bile karılarından, sefalarından uzak durmazlar. Dolayısıyla PKK'yi, PKK tarihini bir yerlerle ilişkilendirmek nafile bir durumdur. Hele Türk devletinin on yıllardır bütün imkanlarını bu hareketi tasfiye etmek için harcadığı düşünülürse bu tür kara çalmalar aklı başında olan her insan için gülüp geçilecek şeylerdir. Herhalde Türk devleti on yıllardır bütün imkanlarını seferber ederek, hatta kendini dış güçlere pazarlayarak bu yürüttüğü kirli ve özel savaşı şakadan yürütmüyor. Ya da on yıllardır yaşananlar bir film ya da tiyatro senaryosu değildir. Hele hele PKK'yi en fazla mücadele ettiği ve Kürt toplumu içinde lanetlenecek hale getirdiği güçlerle ilişkilendirmek insanların aklıyla alay etmektir.

Bir yerlere dayanarak bugün Türkiye'de güç olanlar varsa onlar da yeşil Türkçü Ergenekonculardır. Türkiye'de bir iktidar kayması olmuştur, ama Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı politika değişmemiştir. Aksine bu iktidar gücü eline geçirdiği imkanları bırakmamak için en az beyaz Türkçü faşistler kadar saldırgan ve kirli savaşçıdır. Bu kirli savaş da Kürtleri yeni koşullarda siyasi egemenlik ve kültürel soykırım altında tutmak için yürütülmektedir.

Hiç yorum yok: