2 Kasım 2011 Çarşamba

Medine İslamı-1 (Yazı Dizisi)


Mesut YURTSEVER /F Tipi Cezaevi / Bolu


“Biz Medine İslamiyeti’ni önemsiyoruz. Medine İslamiyeti’nin doğru bir İslam anlayışı olduğunu savunuyoruz.” (Bilge)  

Peki, Niye ve Niçin?.. Evet, niye ve niçin Medine İslamı’nın doğru İslam olduğunu savunuruz?..
 
Elbette bu sorunun cevabını verebilmenin yolu, öncelikle ve en tabii olarak Medine İslamiyeti’nin ne olduğunu bilmek ve kavramaktan geçer... Medine İslamı’nı anlamak ve kavramak bize, ayrıca karşı olduğumuz, doğru bulmadığımız iktidar ve devlet eksenli İslamiyet anlayışının İslam dışılığına da anlam vermemizi sağlar. İslam-dışılık nasıl İslam oldu sorusunun cevabının da Medine İslamının anlaşmasından geçtiği aşikar.

Günümüzde özelde Ortadoğu devletlerinin, genelde kendini “İslam Devleti” olarak tanımlayan bütün devletlerdeki İslam, özünde İslam dışılıktır.
 

Gerçek İslam veya Medine İslamı ya da Muhammedi İslamın özü ile hiçbir alakaları yoktur. Biçim bakımından, kimi ibadet ritüellerini yapma yönünde benzerlikleri olsa da, ‘öz’ler farklıdır. Birbirleriyle alakaları yoktur. Çünkü Medine İslamı özünde Toplumsal İslam'dır. Devlet ve iktidar odaklı değildir. Toplumun, toplumsallığın gelişimini, ilerlemesini, güçlenmesini ve daha adil-eşitlikçi bir yapılanmayı esas alan bir İslam anlayışıdır... Yani, topluluğu ve onun bireylerini güçlendiren, bir üst aşamaya taşıyan bir İslam’dır.

Oysa iktidar-devlet İslamı topluma karşıtlık üzerinde büyür. Toplum üzerinde kendini yaşatan bir elit grubun, zümrenin İslam anlayışıdır. Daha fazla güçlenmek, maddi ve manevi olarak büyümek için kene gibi toplumun ve onun birey evinin kanını (düşünce, duygu, inancını) emen bir anlayıştır. İktidar-devlet İslamı’nın hakim olduğu yerde, topluluk ve onun bireyleri zayıftır, güçsüzdür, iradeden yoksundur... Kendilerini savunabilecek, koruyup besleyebilecek hiçbir araca, fikir, düşünce, örgütlenme, kurum vs’ye sahip değildir. Hepsi elinden alınmıştır. Eline verilen “İslam” da, iktidarın zulüm ve günahlarını örten asma yaprağı rolünü oynar.

Ve fakat Medine İslamı, Bilge’nin deyişi ile “kendi dönemi itibarıyla sosyal bir devrimdir.” 10 yıllık çok kısa zaman dilimi içinde oluşan tüm önemli pratik çaba ve kurumsallaşmaların bir tek gayesi var. O daha sosyal devrime hizmet etmek!..  Yani, topluluğu ve bireylerini zihnen, manen ve madden güçlü kılmaktır. Daha adil, güzel, eşitlikçi, barışçı ve mutlu bir yaşama taşımadır.

Medine Süreci

Hz. Muhammed’e göre peygamberlik 610’da Mekke’den iner. 610’dan 622’ye kadarki Mekke sürecini İslamiyet’in ideolojik yoğunlaşma, ideolojik grup oluşturma ve propaganda süreci olarak tanımlarsak, 622’deki Medine’ye Hicret’ten 632’de Hz. Muhammed’in ölümüne kadar geçen Medine sürecini de kurumsallaşma, sosyalleşme ve siyasallaşma olarak tanımlayabiliriz.

Bu anlamda Medine süreci özünde İslamiyet’in ete-kemiğe bürünmesi, inşaa ve tesisi sürecidir. Yani İslamiyet’in kurumsallaşması ve toplumsallaşmasıdır.

Medine süreci İslamiyet’in toplumsallaşması, toplumun da İslamlaşması sürecidir. Veya özetle şöyle diyebiliriz. Medine (Mekke de dahil tabii) sürecinde, toplumda anlamlaşıp vücut bulan İslam, bir bütünen Hz. Muhammed’de ifadesini bulan İslam’dır. Ya da tam tersi!.. Yani Hz. Muhammed’de anlamlaşıp toplumda vücut bulan İslam’dır.

Bu sürecin sosyolojik ifadesi bir toplumsal-sosyal devrim oluşudur. Çünkü Cahiliye Devri olarak anılan, köleliğin, adaletsizliğin, zulmün ve yosulluğun had safhada olduğu arap kabile ve topluluklarını daha ileri, daha gelişkin bir evreye yani daha adil, eşitlikçi, dayanışmacı bir topluma evirmeye taşır. Bu taşımayı her boyutta görmek mümkün... Gerek düşünsel, zihinsel ve kültürel boyutlarda, gerek ahlaki-etik ve vicdani ve de gerekse ekonomik, hukuki ve toplumsal yönlerden bir dönüşüme yol açar.

‘Fesat’lıktan ‘Hoş ve Güzel’e Dönüş

Örneğin Hz. Muhammed, Medine’ye hicret etmeden önce Medine “Yesrib” adıyla anılır... Kökü “fesat”tan gelir. Peygamberin ilk işlerinden biri buraya “hoş ve güzel” anlamına gelecek “Tabe veya Taybe” unvanları vermesidir. Daha sonra Medinetü Resullillah veya Medinetü Nebi denilse de, Medine kalır. Bu aslında simgesel olarak “eski”den “yeni”ye ya da cahiliyeden İslamiyet’e, Yesrip’likden Medine’liğe doğru gelişecek dönüşümün simgesel ifadesidir. Dediğimiz gibi bu değişim ve dönüşüm sadece ad düzeyinde değil, toplumsal dokunun dönüşelebilecek bütün alanlarında kendini gösterecektir. Biraz daha somut durumlar üzerinde durursak mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu açıdan Hz. Muhammed’in hicretin ilk gününden itibaren yapmaya çalıştığı, yaptığı kimi temel şeyleri ele alıp analize tabii tutarsak, Medine İslamı’nın neden sosyal-toplumsal bir İslam olduğu daha iyi anlaşılır.

Hz. Muhammed, Medine’de de Mekke döneminde inen vahiy ile ayetler aracılığıyla kural ve esasları sık sık dile getirmiş, yinelemiş ve fakat bunlarla yetinmemiş, gelişen şartlara, oluşan yeni duruma göre prensipler getirmiştir; yani Müslümanların Medine’ye yerleşmesi, yerleşmenin beraberinde getirdiği kendini yönetme, idame etme, koruma, savunma, ilerletme, ilişkilenme vb. noktalara bağlı bir takım yeni prensipler ve kurallar oluşturmuştur. Her yeni durum, her yeni ihtiyaç bu prensip ve kuralların geliştirilmesini doğurmuştur... Medine’ye yerleşmenin ilk ve en önemli simgelerinden biri “toplum evi” olarak da tanımlayabileceğimiz bir cami yapmadır.

Mescid-i Nebevi’yi İnşaa Etme

Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretten sonra yaptığı ilk iş bir cami inşaa etmektir. Mescid-i Nebevi... Peygamberin camisi yani. Bu camii peygamberin devesinin çöktüğü arsa üzerinde yapılan camidir. Medine’de İslam topluluğunun oluşturulmasından ve Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliğin sağlanmasında en önemli unsurlardan biridir.

Medine İslamı’nda veya Muhammedi yaklaşımda camii çok fonksiyonlu bir yerdir. Sadece bir “ibadet” yeri olarak sınırlamak ve onun dışında hiçbir fonksiyonunun olmadığını belirtmek Medine İslamı’na ters düşmek demektir. Günümüzde devletçi iktidar tekelindeki camilerin rolü bir nevi bunun ifadesidir. Günümüzde cami toplumsal fonksiyonlardan soyutlanmış, sadece ibadet yapılan yer algısıyla sınırlandırılmıştır. En genel anlamıyla “Allah’ın Evi” denilip geçilmektedir. “Allah’ın Evi” denildiği için çok büyük bir kutsallık da atfedilir. Ve bu algı üzerinden caminin sadece “Allah’ın Evi” olma dışında bir misyonu yokmuş gibi görülür. Belki bir yönüyle öyledir ve doğrudur. Ama yetersizdir bu algı. Cami, Medine sürecinde sadece bir ibadet yeri veya Allah’ın Evi değildir. Allah’ın Evi ile birlikte bir de “Toplumun Evi”dir. Veya topluluğun ya da İslami literatürde cemaatin, ümmetin evi konumundadır. Bu noktayı gözden kaçırmamak lazım. Toplanılan yer olarak caminin asıl işlevi orada toplananların birlik ve beraberliklerini oluşturma, sorunlarına çözüm bulmadır. Sadece ibadet yeri olarak görmek, caminin anlamını çok zayıf kılmak; pasif, dört duvardan oluşan, ibadet ritüellerinin yerine getirildiği mekan düzeyine indirgemektir.

Oysa Medine İslamı’nda cami ibadet yeri olmanın yanında toplumun tüm sorunlarının tartışıldığı, fikir alışverişinin yapılıp, birbirine danışıldığı karara bağlanıp çözüme kavuşturulduğu bir yerdir. Yani cami özde toplumsal gelişmenin, ilerlemenin ve sorunlara çözüm bulma arayışını da bağrında taşıyan mekandır. Toplumsal sorunların çözümünde günümüzdeki gibi pasif değil etkin, dinamik bir konuma sahiptiler. Toplumsal maddi sorunları öte dünyaya, “sabır edin”e havale eden değil, cami cemaatinin düşünce, tartışma ve kararlarıyla çözüme gidildiği yerlerdi. Yani sosyal sorunların çözüm yeriydi. Kanımızca caminin kutsallığı, ibadet rütiellerinin yerine getirildiği yer olmasının yanısıra, bu toplumsal ihtiyaçlara muazzam derecede cevap oluşunda yatmaktadır.

Mescidi Nebevi’de neler yapıldığına bir bakalım;

-Toplu namaz ve vaazlarla en başta Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin sağlandığı yerdi.

-Sorunların tartışıldığı, karara bağlanıp çözüldüğü yerdi.

-Askeri işlerin müzakere edildiği, elçilerin kabul edildiği, dışarıdan gelebilecek tehditlere ve saldırılara karşı nasıl karşı konulacağının görüşülüp, karara bağlandığı yerlerdi.

-Aynı zamanda eğitim-öğretim yeriydi.

-(Belki günümüz algısına garip gelecek ama) Folklor gösterinin yapıldığı bir mekandı. (Ve hatta bir defasında Hz. Muhammed ve eşi Ayşe, birlikte Habeşlilerin oynadığı bir oyunu sergilenip, izlediği bir yerdi.)

-Sadece bunlar değil; Askeri seferlerin gidiş-geliş sonraları bilgilerinin toplandığı, tartışıldığı, yaralıların tedavi edildiği ve esirlerin hapsedildiği, mahkeme ve duruşma salonu olarak kullanıldığı, çeşitli bölgelerden gelen zekat ve vergilerin toplanıldığı yerdi. Şehre gelip de kalacak yeri olmayanlar için barınaktı.


Özetle camii bu ve buna benzer birçok toplumsal ihtiyaca cevap olan bir mekandı. Cemaat ve camii kavramlarının aynı kökenden gelmesi de bunu gösterir.

Hiç yorum yok: