15 Kasım 2011 Salı

Kürtlere de Deniz Feneri

Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nu da içine alan son “KCK operasyonu”, “PKK’nin Türkiye örgütlenmesi”ni hedef alan bir özel örgüt operasyonu olmaktan çıkıp, Kürt hareketinin açık-yasal tüm unsurlarını tasfiye etmeyi hedefleyen “Ergenekon benzeri” bir “Çatı Operasyonu”na dönüştüğünün açık ilanı oldu. Aylardır sürdürülen tutuklamalar, gözaltılar, baskılar, iktidarın Kürt hareketinin silahlı gücü dışındaki bütün siyasi cephelerini imha etmeyi politika haline getirmiş olduğunu gösteriyor.

Hükümetin, 12 Haziran seçimleriyle birlikte yürürlüğe koyduğu stratejinin, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile muhatabiyet ilişkisini PKK’yle sınırlamak olduğu belirginleşti. Kürt hareketine tek açık kapı olarak kendisini silahla ifade etme yolu bırakılıyor ve PKK hareketin tek ve “yalnız” temsilcisi haline getiriliyor. Dolayısıyla da hükümetin Kürt hareketiyle “diyalogu” askeri bir ilişkiye indirgeniyor. Kürt hareketi “savaşan bir güç”le tanımlanıp sınırlanınca da bir “güvenlik sorunu”na dönüştürülmüş oluyor.


Bugüne kadar Kürt hareketi ile PKK’yi birbirinden ayırmaya çalışan, Kürt hareketinin açık – yasal yapılarını PKK ile ilişkisini kesmeye davet eden iktidarın Kürt hareketinin bütününü “PKK’lileştirmeye” girişmesi bir yenilginin kabulü anlamına geliyor:


PKK dışı bir “Devlet Kürdü” yaratıp Kürtlerin “kukla temsilcileri” aracılığıyla Kürt sorununa “kozmetik” bir çözüm bulma hayali, devletin yıllardır kurduğu bir hayaldi. Bu hayal, 12 Haziran seçimleriyle ağır bir yara aldı.


Her “Kukla Kürt Partisi” girişiminde adı geçirilen Şerafettin Elçi’nin, PKK-dışı Kürt milliyetçiliğinin odakları HAKPAR ve KADEP’in, “İslamcı-liberal” Kürt aydını olarak vitrine edilen Altan Tan’ın 12 Haziran seçimlerinde “Demokratik Ulus Bloku” politikası çerçevesi içinde “Blok” içinde yer almaları bu hayale vurulan ağır bir darbe oldu. Bu, Kürt halkı içinde öylesine güçlü bir rüzgardı ki, PKK’nin “yeminli düşmanı” Kemal Burkay’a dahi Kürt sorununun çözümünde AKP ile işbirliği yapma hayallerini hızla bir kenara bıraktırdı.


Kürt milliyetçiliği hareketinin bütün unsurlarının Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin yörüngesine girmesi, AKP hükümetinin Kürt siyasetini temelinden etkiledi. AKP Kürt hareketini “PKK’lileştirerek”, Kürt sorununun Kürtlerle müzakere yoluyla çözümüne kapıyı tamamen kapatıyor, “Kürt sorunu çözülecekse onu da biz yaparız” zihniyetine kapılanıyor.


AKP bu amacına varmak için Kürt hareketini bir “güvenlik sorunu” haline getirerek Kürt sorununu Kürtlerin silahsızlanması sorununa indirgemek istiyor. Devletle Kürt hareketi arasındaki ilişki bu alana hapsedilince AKP’nin elinin Kürt sorununda rahatlayabileceği varsayılıyor. “Cemaat marifetiyle” pompalanacak ve Kürt halkına gerçek bir ilerleme olarak asla yansımayacak olan “kozmetik iyileştirmeler”le “Kürt sorununa Kürtsüz çözüm” bulunmuş olacak!


Irkçılıkla mayalanmış Türkiye gericiliği, Kürt sorununa “kozmetik çözüm”de “Kürt işbirlikçi” bulamayınca “kozmetik çözüm” için başka bir “kolaylaştırıcı” bulması gerekiyor.


Cemaat basınında Cemal Uşşak’ın “Müslümanların Kürtlerin acısını hissetmediği” yollu özeleştirisiyle sökün eden ağlaşmalar da işte bu noktada anlam kazanıyor: Kürtleri kimlik dilencisi haline getirmeyi hedefleyen bir Kürt Deniz Feneri kumpanyası… 
 
Ferda Koç

Hiç yorum yok: