3 Kasım 2011 Perşembe

İmamdan Ordusuna Katliam Fetvası


Fetullah Gülen kendi sitesi olan Herkül Org’a bir röportaj verdi. O röportajda Kürtleri soykırımdan geçirme fetvası var, helak ederek kök kazıma fetvası var...
Fetullah Gülen kendi sitesi olan Herkül Org’a bir röportaj verdi.

http://www.herkul.org/bamteli/index.php?article_id=9020

O röportajda Kürtleri soykırımdan geçirme fetvası var, helak ederek kök kazıma fetvası var, Türkleştirme fetvası var. 27 Mayıs benzeri askeri darbe yol ve yöntemleri ile katletme dini fetvalı talimatı var.  Said-i Kurdi’nin düşünceleri tam tersine çevirme gibi tahrifatlar var, yalanlar dolanlar var.  Ne kadar azgın Türk ırkçılığının Hitlervari yöntemleri varsa, hepsinin teker teker yerine getirilmesi gerektiğini fetvası var.

Bunları belirten bir adam bir imam mı yoksa başka bir şey midir? 

Bu ne tür bir curettir, bu ne tür bir ırkçılıktır, bu ne tür bir kafatasçılıktır?

Karargâhını ABD’de kurduğuna göre,  ABD’nin Şeyhülislamı olarak katliam fetvası verdiği anlamına gelmiyor mu?

Dünyanın neresinde bir İmam bir halkın tümden soykırımdan geçirilmesi fetvasını vermiş?

“Hoşgörü”, “gönül köprüsü” , “diyalog” ve “sevgi” gibi ulvi kavramların efsunlu maskesiyle aldatabildiği Kürtleri, Türklüğe devşirdiği misyonerler vasıtasıyla Türkleştirme hedefiyle timsah gözyaşlarını akıtıyor katliam fetvasını veren imam.  

Said-i Kurdi’nin utangaçça söylediği şekliyle “Fahr(övünmek) olmasın, biz ki Kürdüz aldanırız, fakat aldatmayız”  sözlerinden de açığa çıkıyor ki, katliam fetvalı imama aldanan Kürtler varmış demek.
Ama ekseriyetteki Kürtlerin ise özgürlükleri uğruna mücadele içinde olduğu bir hakikatte var.

Bu hakikatten dolayıdır ki, katliam fetvalı imam Fetullah ordusuna ilk hedefiniz Kürdistan diyor. Hem de Amerika’daki küresel karargâhından bu talimatı veriyor.

Kendi ifadesiyle Erzurum’da, 1957 yılında CIA eğitimli Özel Harp Dairesi elemanı Üsteğmen Esad Keşafoğlu vasıtasıyla CIA adına Nur Tarikatı’na özel bir misyonla-kont-gerilla elemanı- daha 16 yaşında iken sızdırıldığı biliniyor. 

ABD’nin CIA’yi adına Erzurum ve İzmir’de Komünizmle Mücadele Dernekleri kuran, burada örgütlenen faşistlerce Kürt demokrat yurtseverleri ile Türk sosyalist ve demokratlarının katledildiği aşikâr. Bu konuda başarılı görülmüş olmalı ki, ABD’de kendisine bir karargâh kurulmuş.  Buradan aldığı güçle, Kürtleri nasıl kırımdan geçiririm planını açıktan kendi sesinden deklere ediyor. Ve orduya fetva verecek kadar kendini muktedir görüyor ve okyanus ötesinde verdiği görüntülü fetvada şunları söylüyor.

 “Mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip sayılı devletlerden biriyiz. .... O güç, kuvvet ve mekanize birliklerin neler yapabileceğini görmek istiyorsanız, 27 Mayıs ihtilaline bakabilirsiniz.... 

Şimdi, sen orada kuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, sokağa hükmetmişsin; fakat ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakînin hakkından gelemiyorsun”.

Hani bu imam darbecilere direnendi!

Hani bu imam vesayetçi değildi!

Nerede görülmüş bir İmam katliam fetvasını vermiş?

Söz konusu Kürtler olunca Fetullahçı olduğu söylenen ve Kürtlerin Kimyasal Necdet dediği zatı generale kimyasal silah atma zihniyetini bu imamın aşıladığı kesindir.

Direnen Kürtlere, kimyasal silah başta olmak üzere envai türlü katliamı reva görürken, Said-i Kurd-i’nin düşüncelerindeki tahrifatta da sınır tanımıyor. Said-i Kurd-i’yi Türk ırkçılığının hizmetine koşturmaya çalışırken söyledikleri külliyen yalan. 

Kürtlerle Türklerin birliğinden dem vurarak, İslam dininin bu konuda çimento değil de tutkal vazifesi rolünü oynadığını, bu söylemle temel amacı olan Kürtlerin Türkleştirilmesini de Said’i Kurd-i’ye dayandırma gibi bir külli yalana başvurabilecek kadar ırkçılık girdabına girebiliyor. Kürtleri, Tükleştirme hedefini ta Said-i Kurdi’nin Medresetüz Zehra adlı eğitim projesine kadar götürüyor.
Katliam fetvasını verecek kadar imanlı ve inançlı olan bu Pennsylvania İmam’ının söylediğine göre Medresetüz Zehra eğitim projesi için Said-i Kurdi demiş ki, “Arapça farz, Türkçe vacip ve Kürtçe caizdir”.

Pennsylvania İmam’ı böyle diyor demesine ama Said-i Kurdi hiçte böyle dememiş. 

Bakın Said-i Kurd-i, 1907 senesinde Türk-İslam sentezcisi Fetullahçıların Ulu Hakan diye yere göğe sığdıramadığı Padişah Abdülhamid’e ne demiş.

İşte Said-i Kurd-i Medresetü’z Zehra adlı eğitim projesine ilişkin Abdulhamid’e hem yazılı hem sözlü olarak Kürt halkı için yaptığı istekler;

“Birincisi: Medrese nam me'luf ve me'nus ve cazibedar ve şevk-engiz itibarı olduğu halde büyük bir hakikati tazammun ettiğinden rağabatı uyandıran o mübarek medrese ismiyle tesmiye.

İkincisi: Fünun-u cedideyi, ulûm-u medaris ile mezc ve derc.. Ve Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak.

Üçüncü şart: Zülcenaheyn ve Kürtlerin ve Türklerin mutemedi olan Ekradülemasından veya istînas etmek için lisan-ı mahallîye aşina olanları müderris olarak intihab etmektir.
Dördüncüsü: Ekrad'ınistidadları ile istişare etmek, onların sabavet ve besatetlerini nazara almaktır. Zira çok libas var; bir kamete güzel, başkasına çirkin gelir. Çocukların talimi; ya cebrile, ya hevesatlarını okşamak ile olur”.

(Said-i Kurdi’nin bu dedikleri Risale-i Nur serisinin Münazarat adlı eserin 125-126 numaralı sayfalarında mevcuttur).

Said-i  Kurdi bu sözleriyle beş yüz yıldır Osmanlı denilen Romilerin vahşet sahrasında esaret altında gaflette bulunan Kürtlerin eğer uyanıp özgürlük direnişine geçmezlerse, Osmanlı İmparatorluğu’nun daha büyük vahşetlerine maruz kalacağını görmektedir.  Aynı zamanda Kürtlerin, 20.yüzyılda Türk, Arap, Fars şovenist ırkçılarının esiri olmaktansa, 20. yılda refaha kavuşmuş özgür bir halk olmasını istiyor.

Kürtlerin içinde bulunduğu ulusal bilinçsizliği, sefaleti ve ittifaksızlığı iyi görür. Bunun çözümü için Amed, Wan ile Bedlis’te kurulmasını düşündüğü Medresetüz-Zehra diye adlandırdığı üniversite zinciri projesini oluşturur. Colermerg’de de şubesinin olmasını planlıyor. Bu amaçla İstanbul’a gider ve isteğini Abdülhamid’e sunar. Bunun karşılığında 2.Abdullahmid’den aldığı mükâfat delidir diye “tımarhaneye atılmak” olur.

Daha sonra Abdülhamid, kendi vezirlerini Said-i Kurdi’nin yanına gönderip, bu talebinden vazgeçmesini, vazgeçmesi halinde kendisine yüksek bir makam ve yüksek maaş tekliflerini sunar. Said-i Kurdi: "Ben kendim için gelmedim, milletim için geldim" diyerek teklifleri reddeder. Daha sonra hatıralarında Kürtlere seslenerek: "O maaş ve makam yerine milletim için tımarhaneyi tercih ettim. Zira demesinler ki: 'Biz bir Kürdü para ve makam karşılığı satın aldık.'

Tımarhaneden deli olmadığına dair rapor verilerek bırakılan Said-i Kurd-i, taleplerinden vazgeçmemesi nedeni ile bu defa da hapishaneye atılır. Bir süre sonra hapishaneden de çıkarılır
Bunu yapan Said-i Kurd-i iken tam tersini söyleyen ise Fetullah Gülen…

Amiyane tabirle söylenirse, Gülen, Herkül Org’a verdiği röportajda yalan atıyor, yalan atıyor. Said-i Kurd-i’yi hem kastederek hem de aşağılayarak diyor ki, “O zat belki ilk defa Arapça farzdır diyen bir insandır. Kendi dilimize vacip diyor. Kürtçeye de caiz diyor”.

Said-i Kurdi hiçbir yerde dememiştir Arapça farzdır. Önce belirtildiği gibi Said-i Kurd-i demiştir ki, Arapça Vaciptir. Kendisi bir İslam alimi olduğu için dini açıdan bunu söylemiştir. O kadar büyük bir din âlimi nasıl olur da İslam dininin inancına göre Allah’ın eşit olarak yarattığı dillerden Kürtçe’ye  üçüncü,  Arapça’ya birinci ve Türkçe’ye de ikinci planda yer verir. Said-i Kurd-i bu tür düşünceyi belirtmekle Allah’a karşı çıkmış olabileceğini bilecek kadar keskin bir zekâya sahiptir. Ve zaten bunu söylememiştir.

Tam tersine Said-i Kurd-i demiştir ki, “Yeni fen ile dini ilimler için Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak”.

Said-i Kurdi, burada diyor mu ki, Arapça Farzdır?

Tabi ki hayır…

Bakın Fetullah Gülen, kendi sitesi Herkül Org’a verdiği görüntülü röportajda ne diyor. Said-i Kurd-i’yi ağzına alarak; “O zat belki ilk defa Arapça farzdır diyen bir insandır” Diyor. Haşa haşa “Arab-i vacibi” bir çırpıda “Arapça farzdır” yapıyor.  Buna ne denir? Halk diliyle yalan atmak denir. İslam dininin ilmine göre de münafıklık yapmak denir.

Eğer Said-i Kurd-i Arapçaya farz demişse, niye Fetullah Gülen kendi şagırtları için farz olan Arapça dilinde olimpiyatlar düzenlemiyor da, Türkçe dilinde olimpiyat düzenliyor?

Gülen, niye Arapça’yı Kürtlere farz görürken, Türklere muaf görüyor?

Yine diyor ki, Said-i Kurdi “Kürtçeye caiz diyor”. Ve Kürtçe eğitim olsa da olur olmazsa da olur tarzında açıklama getirerek bunu hem caiz kavramını kendine göre yorumluyarak hem de Said-i Kurd-i’ye dayandırmak istiyor. Oysa Said-i Kurd-i,  Medresetüz Zehra Üniversitesi projesine ilişkin istekte bulunurken, Kürdistan’da Kürtlerin kendi kendini yönetmesini, Kürdistan’da görev yapacak olan görevlilerin Kürt olmasını, Kürtçe’yi bilmesi gerektiğini ve Kürt çocuklarının Kürt dili, Kürt kültürü, örf ve adetleri üzerine eğitim görmesi gerektiğini, üçüncü ve dördüncü maddelerde açıkça belirtiyor. Kürtçe caiz derken,  Arapça manasıyla gerekli ve resmi anlamında kullanıyor. Said-i Kurdi, bununla Kürtlerin kendi anadili olana Kürtçe dili ile eğitim görmesini tüm Kürtler, Kürt çocukları ve gençleri için annelerinin sütleri gibi helal olduğunu açıkça ifade ediyor. Bunun en meşru hak olduğunu, üstüne basa basa söylüyor. Zaten böyle söylediği için 2.Abdulhamid, O’nu ilkin tımarhaneye, sonra hapishaneye atıyor. Said-i Kurdi ne tımarhane ne de hapishane zulmüne boyun eğiyor. 2.Abdulhamid, Said-i Kurd-i’yi her iki yöntemle teslim alamayınca, bu defa makam ve para teklifinde bulunuyor. Fakat bunları da Said-i Kurd-i red ediyor.

Kaldı ki Said-i Kurdi’nin, anadil ile Kürt diline ilişkin yaptığı başka değerlendirmelerde var. O değerlendirmelerde anadilde eğitim görülmesini zorunlu görürken görüşleri şöyledir.

“İnsanda kaderin ölçüsü dildir. İnsanlığın suretinde dilin sayfalarında kendini belli ediyor. Anadil ise doğal olduğundan lafızları davet etmeksizin zihne geliyor. Alışveriş yalnız mana ile kaldığından zihin çatallaşmaz ve lisana giren eğitim, taş üzerindeki nakış gibi sonsuz kalır. Ve o milli dilin kıyafeti ile görünen her ne olursa sevimli olur”.

 “Kürt, Kürtçe'yi okuyup yazınca dinini terk edemez... Türkler, dillerini devam etmekle (tedvin) İslamiyet’ten ayrıldılar mı? Acemlerin dili kendilerini İslamiyet’e düşman mı etti?...

Kürdün dil açısından dil yüzünden toplumsal bakımdan ve uygarlık açısından yükselmesiyle bütün İslamiyet ve dolayısıyla Türk, Arap ve diğerlerine de iyi olur. Sorunun bu şekli çözümü ayrılığa değil en meyveli ve feyizli bir yardımlaşmaya yol açar”. 

Gülen, dilleri sıralarken Said-i Kurdi’nin alfabetik sıralamaya göre ikinci sıraya koyduğu Kürtçe’yi en son sıraya koyuyor...

Gülen, “Arab-i vacibi” Arapça farzdır şeklinde tahrif ederken, Kürtçe’yi en son sıraya sokarken “Türki lazımı” ise Said-i Kurd-i “Türçeye de vacip demiştir” diye tahrif ediyor. 

Said-i Kurdi en son sırada söylediği Türki lazım, zorunludur anlamında kullanmamış, lazım olur diye öğrenilirse faydası olur anlamında kullanmıştır. Buna rağmen Gülen, Türkçe’yi vacip derecesine çıkarmış ve Said-i Kurdi’nin düşüncesini tahrif ederek Türk ırkçılığının hizmetine sokmuştur.

Gülen, direnen tüm Kürtlerin,  kimyasal silah dâhil her türlü toplu katliam silahlarıyla katledilmesi,  aldatılabilinen Kürtlerin de kültürel soykırımdan geçirilmesi gerektiğini belirtirken bunu da Said-i Kurdi’ye dayandırarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Tek çareniz teslim olarak Türkleşmektir diyerek şöyle devam etmiş.  

“Bediüzzaman Hazretleri, maruz kaldığı zulümlere rağmen hiç kimseyi zerre kadar incitmemiş, “intikamımı alın” dememiş; hatta kendisine o teklifte bulunanlara şöyle cevap vermiştir: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştıramayız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz.” İşte bu sâlim düşünce herkese mal edilmeliydi ama maalesef bu hususta muvaffak olunamadı”
Gülen böyle diyor ama Said-i Kurdi’nin hiçbir orjinal eserinde böyle ifadeler yoktur. Bu ifadeler Gülen’in uydurmalarından öte hiçbir şey ifade etmiyor.

Gülen bunları söylüyor ama Said-i Kurdi ise tam tersini söylemiş. Bakın Said-i Kurdi Osmanlı ile Türk zulmünden kurtulunması için neler diyor.

“Ey Asuriler ve Keldanilerin cihangirlik zamanında öncü, kahraman askerleri olan Arslan Kürtler! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız. Yoksa vahşet sahrasında vahşet ve gaflet sizi boğacaktır...

Ey Kürtler, görüyorum ki, bizde pınar yoktur. Onun için uzaktan gelen pis-kokuşmuş suyu içiyoruz. Eskisi gibi zulümleri görüyoruz. Öyle ise gayret ediniz, çalışınız; mutluluk-kurtuluş sebebiniz olan milletin hâkimiyetini sağlamak için, milliyet fikrini kazıcı yapıp, marifet ve fazilete elinizi veriniz. Şu yerlerde bir kanal açınız; ta ki bir büyüklük pınarı bizden de çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız, ya da susuzluktan öleceksiniz...

Hem de Milliyet denilen mazi derelerinden, hal sahralarından ve geleceğin dağlarından birer sembol olan Rüstem-i Zal ve Selahaddin-i Eyyubi gibi Kürt deha sahibi kahramanlarından aynı çadırda oturan bir ailesiniz...

İslami geniş ailenin en önemli esaslarından birini Kürt milletinin oluşturmakta olduğu, gerek geçmişin gerek günümüzün gerçeğiyle sabittir. İslamiyet’e pek namlı hükümdarlar, emirler, bilgin ve şairler yetiştiren asil bir milletin bin üç yüz senelik bir medeniyet devrindeki konumu, kendisi ile sürekli ilişki ve münasabette bulunan diğer İslami milletlerden aşağı değildir...

Saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse... Bu başımı zalimlere eğmem”...
Said-i Kurdi, buradaki tüm hitaplarında Kürtlere boyun eğme değil zulme karşı direnin derken, Gülen ise Türk zulmüne boyun eğerek teslim olun diyor.
Gülen, röportajının en sonunda ise görüntüleri çekilmeyen fakat büyük olasılıkla Kürdistan’da görevlendirdiği kendi elemanlarına dua kılıflı da olsa açık bir şekilde katliam fetvası veriyor. Gülen, Kürdistan’da görevlendirdiği baş sorumlu bu elemanları özel olarak ABD’ye çağırıp, katliam fetvası verdiği ihtimal dâhilindedir. Son siyasi soykırım operasyonları ile askeri operasyonlar bu ihtimali güçlendiriyor. 

Gülen, Türklerin ittifak kurarak Kürtlere karşı savaşmasını şu şekilde dile getiriyor: “Herkes bu meselenin halli için duanın gücüne de sığınmalı; her fırsatta gönüllerini Yüce Dergâh’a açıp “Allah’ım, birliğimizi sağla, aramızı te’lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl”.

Sıra Kürtlere gelince ise Gülen, Kürtlerin helak olmasını belirterek herkesin buna ortak olmasını isteyerek şöyle diyor

“ Onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir.”
Gülen’i dinleyen elamanları huşu içinde hep birlikte amiiiiiiin diyerek büyük bir ihtimale görev yerleri olan Kürdistan’a dönmüşlerdir.

Kürtleri helak etmeyi planlayan ve yürürlüğü koyan bunlara karşı, Kürtlerin de haklı olarak diyecekleri bir şeyleri vardır herhalde…

Özgür Bilgin

Hiç yorum yok: