9 Kasım 2011 Çarşamba

Hüseyin Çelik Kimdir?


ABD güdümlü Fetullah cemaatine üye oluyor, daha sonra Kürt soykırımcılığıyla “meşhur” Çiller’in partisi DYP’ye geçiyor.

1959 yılında Van'ın Gürpınar ilçesinde doğan Hüseyin Çelik, 1983 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Mezun olduğu gibi Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne asistan olarak girdi. 1987 yılında ise İstanbul Üniversitesi'ne geçti.
1988-1991 yılları arasında “Jön Türkler” konulu doktorası ile ilgili araştırmalar yapmak üzere İngiltere'ye gönderildi. Bu esnada Londra Üniversitesi, “Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Okulu” programlarına katıldı. 1991'de ise “Yeni Osmanlılar” ile ilgili araştırmalar yapmak üzere Belçika, Hollanda, Almanya, Avusturya, İsviçre, İtalya ve Fransa'da bulundu. 1992'de Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne geri döndü ve yardımcı doçent yapıldı. 1997 yılında ise doçentliğe yükseltildi. Son olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yaptı. Türk kültürü, siyasi tarihi ve edebiyatı üzerine kitaplar yazdı.

Hüseyin Çelik öğretim üyesiyken DYP ile bağlantıya geçti ve 18 Nisan 1999 milletvekili seçimlerinde DYP'den Van Milletvekili seçildi. 3 Temmuz 2001'de ise DYP'den istifa ederek, “kurucu üye” olarak AKP'nin kurucuları arasında yer aldı. 3 Kasım 2002 seçimlerinde yeniden Van Milletvekili olarak parlamentoya girdi. 58. Cumhuriyet Hükümetinde Kültür Bakanı olarak görev aldı. 59. ve 60. AKP Hükümetlerinde ise, Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 
Yapılan son milletvekili seçimlerinde AKP Antep milletvekili olan Çelik, Başbakan başdanışmanı olarak atanmıştır. AKP MYK üyesi olan Çelik, aynı zamanda AKP Genel Başkan Yardımcısı ve AKP Sözcüsü'dür.

Babasının Arap annesinin Kürt olduğu belirtilen Hüseyin Çelik, Fetullah cemaati üyesi olup “İngiliz ekolü”nden gelmedir. Yani “İngiliz eğitimi”nden geçmiştir. Zaten Türkiye’de neredeyse tüm bürokrat ile siyaset ve devlet adamları, ülkedeki eğitimlerinin ardından Amerika ya da Avrupa’nın bilinen belli başlı ülkelerinin birinde “doktora” çalışmaları yapıp buradaki üniversitelerde “özel” eğitimlerden geçmektedirler. Bu eğitimler oryantalist ve pozitivisttir. Yani kısaca, Ortadoğu’ya Batı kafasıyla ve sadece olgusal yaklaşılır. Türkiye’ye dönünce de bu çerçevenin içerisine, kişinin bağlı bulunduğu iktidar kliğine göre “Türkçülük” ya da “Türk-İslam sentezciliği” çizgisi eklenir. Yani Türkiye’de en kral “Türkçü” ve “İslamcı” geçinen bilindik tüm simalar Batı’nın sözü edilen nitelikteki eğitiminden geçtikten sonra “işbaşı” yapmaktadırlar. Batı toplumlarından yapısal olarak farklı olan Türkler, Osmanlı’nın son dönemlerinden beri hep bu zihniyetle yönetildiler. Oysa yöneticilerinin ve tabi her üyesinin kendi kültürel ve sosyal yapısallığına uygun olarak eğitilmesi bir toplumun en doğal ve yaşamsal hakkıdır. 
 
Bu mesele Kürtler açısından daha da dramatiktir. Bunun çarpıcı örneklerinden biri Hüseyin Çelik’tir. Kürdistan çıkışlı olan Çelik, ilkin “Türk Dili ve Edebiyatı”nı okuyor, sonra “Yeni Osmanlıcılık ve Jön Türklüğe” merak salıyor, ABD güdümlü Fetullah cemaatine üye oluyor, daha sonra Kürt soykırımcılığıyla “meşhur” Çiller’in partisi DYP’ye geçiyor. Nihayetinde de tüm bunların sentezi ve ileri organizasyonu olan AKP’ye kurucu üye oluyor. 

Hüseyin Çelik AKP’nin “Kürt” milletvekilleri arasında sayılıyor. Erdoğan defalarca kendi “Kürt” milletvekillerine vurgu yaptı. 1990’lı yıllarda yapılan tartışmalarda sürekli şöyle bir demagoji yapılırdı: “Bu ülkede Kürtlere ayrımcılık yapılmıyor, önlerinde hiçbir engel yok, cumhurbaşkanı bile olabiliyorlar.”  Elbette İsmail Beşikçi Hoca bu çarpıtmalara çok kısa ve öz bir yanıt veriyordu: “Evet, ama Kürtlüğünü inkâr etme koşuluyla.” AKP ise bu demagojiyi biraz daha inceltti. AKP’nin içerisindeki bazı “Kürtler” artık, “ben Kürdüm ve bakan dahi olmuşum” diyebiliyor. Yani kendisini inkâr etmediğini vurguluyor. Buna da Beşikçivari bir cevapla, “Evet, ama Kürt halkının haklarını inkâr etme koşuluyla” denilmeli. Çünkü eskiden “Kürt yoktur” deniyordu, şimdi bu inkâr inceltilerek, “Kürt vardır ama hakları yoktur” deniyor. Bir toplumun, toplum olmaktan kaynaklı siyasal, sosyal, kültürel vb hakları vardır. Bu haklar çarpıtılamaz, bireyselleştirilemez, küçültülüp budanamaz. AKP’nin yapmaya çalıştığı ise bu tür bir şeydir. 

Erdoğan, “Kürt sorunu yoktur, tek tek Kürtlerin sorunları vardır” diyerek daha tehlikeli bir inkârı dayatıyor. Yani Kürtlerin toplumsal değil bireysel haklarının olduğunu söylüyor. Oysa bir halkı halk yapan onun ortak toplumsal değerleri yani toplumsal özelliğidir ve bir toplumun toplumsal hakları savunulmadan o halkın gerçek bir mensubu olunduğu ileri sürülemez. Dolayısıyla burada bir toplumu bireylerine ayırarak parçalama ve atomize etme amacı vardır. Çünkü bireyselleştirilen bir toplum daha iyi yönetilip, asimile edilebilir. Örneğin bir kısmına “iyi Kürt”, bir kısmına “kötü Kürt” denir. “İyi”ler sürekli ihya edilir, “kötü”ler ise cezalandırılır. 

Bu “ihya” edilen “Kürt”lerden biri de Hüseyin Çelik’tir. Van milletvekilliği döneminde kendisi, aile ve akraba çevresi gayet “ihya” olup semiz hale getirildiler. Bu durum halkta büyük tepkilere neden olunca Hüseyin Çelik, son seçimlerde Van’dan değil Antep’ten milletvekili seçtirildi. “İhya edilenler”e bir görev daha verilir. O da “kötü” ilan edilenlere sürekli biçimde saldırmak. Gılgameş destanında Enkidu’nun Humbaba’ya yaptığı gibi… 

Dikkat edilirse yurtsever Kürtlere ve Kürt siyasetçilerine en fazla AKP’nin “Kürt”leri saldırmaktadır. Bunların başında da Hüseyin Çelik gelmektedir. Van depreminde halk yoğun acılar içerisinde kıvranırken, Hüseyin Çelik sıcak koltuğunda güllük gülistanlık bir tablo çiziyordu. Ona göre sadece kısmi bir çadır sorunu vardı. Halkın sorunları için koşuşturup bunları dile getiren yurtsever Kürt siyasetçilerine ise en düzeysiz söylemlerle saldırmaktan geri kalmıyordu. 

Her kılığa bürünerek, Türkiye ve Kürdistan’daki tüm maddi ve manevi değerleri dolara ve altına tahvil etmek… İşte AKP’nin özeti bu… Hüseyin Çelik de bu görevi Kürdistan’da üstlenenlerden biridir. Diğerleri Mehmet Şimşek, Mehdi Eker, Egemen Bağış, Cevdet Yılmaz, Vahit Kiler ve niceleri. Bir de meclise paraşütle indirilen Oya Eronat ile Erdoğan’ın bahçesindeki kulübede bekleyen Mehmet Metiner’i unutmamak gerekir. 
 
Bunların hepsi “Beyaz Türkler”in sofralarına meze yetiştirmek için yarışan “kapkara yüzlü Kürtler” ya da Kürdistanlı’lardır ve tüm dünyadaki örneklerinde olduğu gibi günü geldiğinde pılını pırtını toplayıp dünyanın başka bir yerinde başka sofralara mezecilik arayışına çıkacaklardır. 

Hiç yorum yok: