21 Ekim 2011 Cuma

Vefasızdan Dost Olmaz

ya-sev-ye-terketCumhuriyetin kurulması sonrasından günümüze kurucu iradenin otoritesi ile bütün parti ve sosyal gruplar belli bir ideoloji etrafında kümelendiler. Adeta bu ideolojik noktaya hapis oldular.
Devletin bütün kurumları egemen ırkçı ideoloji ile donatıldı, tüm kurallar toplumu bu ideolojik merkeze yönlendirecek şekilde hazırlandı.

Cumhuriyetin kurulması öncesi ve sonrasında egemen güçlerce dayatılan ideoloji toplumla uyuşmadı ve derin çelişkiler meydana getirdi.

Bazı kesimlerce Baas'çılık olarak da dile getirilen ırkçı/ulusalcı ideolojiyi toplumun her kesimine hakim/egemen kılmak amacıyla çok çeşitli araçlar kullanılmış/kullanılıyor.

Devlet ideolojisine uymayan sosyal yapıların, farklı dil ve kültürlerin yok edilmesi amacıyla derin ve en ince ayrıntısına varana dek her şey planlanmıştı, zamanla alt yapıları hazırlanarak yürürlüğe konulmuştu.

Bu planlamanın en belirgin olanı 1925 yılı şark ıslahat kanunudur. Bu kanun uygulama başlamadan 13 yıl önce çıkarılmıştı. Her türlü politika bu kanunu uygulamaya konulacak şekilde yapılmıştı. Kanunun kısaca amacı, belli bölgedeki Kürtleri ve diğer farklı sosyal ve kültürel toplulukları coğrafyaları dışına sürmek, özellikle Kürt halkının nüfus yoğunluğunu seyrelterek diğer bölgelerden getirilecek nüfus içinde eritip resmi ideolojiyi egemen kılmaktı. Bu amaç için geliştirilen politika ve uygulamalar 1947 yılına kadar bütün şiddetiyle devam etmişti. Öncelikli olarak zor araçları kullanılmıştı ve katliamlarla imha etme yolu seçilmişti. Militarist şiddet baskı ve zor dayatması ile bazı bölgelerde halk ayaklanmaları meydana getirilmişti. Ayaklandırılan halkın üzerine düzenli ve büyük ordular sürülmüş/gönderilmiş topyekun ortadan kaldırma/imha uygulanmıştı.

Geriye kalanlar da yaşadıkları coğrafya dışına sürgün edilmişti.

Bu vahşi uygulamalar ülkemizdeki diğer farklılıklara da aksatılmadan uygulanmıştı. Coğrafya adeta insan mezbahasına çevrilmişti. Bunlar ırkçı rejimin planlı ve belgeli uygulamaları olup evrensel hukukta suç teşkil eden politikalardı.
Ardından şiddet politikaları ile birlikte eğitim/asimilasyon politikası devreye sokuldu. Irkçı/ulusalcı ideolojik eğitim anlayışı katı bir şekilde uygulanmış/sürdürülüyor.

Binlerce yıl ve doğal süreçlerden geçip gelişen dil ve kültürler yasaklanmış, yasaklara direnenler en katı bir biçimde cezalandırılıyor.

Bu katı ve diktatörlüklerde bile rastlanmayan uygulamaların ardından sözde demokratik düzene geçildi. Halkların söz sahibi olmadığı, seçilmesi istenenlerin de Milli Güvenlik Kurulu kararlarını uygulamaktan başka yolu olmayan bir demokratik düzen oluşturuldu.

Bu ülkede hem dindarlara ve hem de solculara bu baskı ve şiddet politikası uygulandı/yaşatıldı. Dini felsefe ve sol felsefe ırkçı/ulusalcı ideolojiye çalışır/hizmet eder duruma getirildi. Geçmişte katliamlar sürerken ve bugün katliamlar devam ederken de bu sosyal ve siyasal gruplar egemen ırkçı ideolojiye hizmet eder duruma getirildiler.

Egemen ırkçı ideoloji varlığını şiddete ve baskıya dayalı olarak bugünlere getirirken geriye acı ve yoksulluk, yerinden yurdundan söküp sürdüğü milyonlar bıraktı.

Irkçı/ulusalcı ideolojik diktatöryal egemenlik, günümüz dengeleri içinde konjöktürel olarak tasfiye sürecindedir. Bu sadece ülkemizle sınırlı bir değişim de değildir. Dünyanın egemen sisteminin dayattığı bir değişim sürecidir. Ülkemizde, global vahşi kapitalizme ve değişime direnen ırkçı/ulusalcı ideoloji temsilcilerin tasfiye süreci son dönemlerde iktidar beliyle daha da hızlandırıldı.

Bunlar doğal gelişmeler, bugünkü iktidar olmazsa başka iktidarla da bu süreç devam edecekti.

Bu gelişmeler yaşanırken, ırkçı/ulusalcı ideoloji toplum yaşamından sökülüp atılması ve yerine evrensel değerlerin konulması beklenmektedir.

İktidar bunu sağlayabiliyor mu?

Kurumların mevzuatları, kuralları evrensel mevzuat ve kurallara kavuşturulması yegane beklentidir. Ülkemiz halkları ve global kapitalizm bu değişimi beklemekte, bunun için iktidarı zorlamaktadır.

Bu beklenti karşısında iktidar ise eski ile yeni arasında sıkışmış, git-gel yaşamaktadır. Avrupa Birliği mevzuatları uyum yasalarının çıkmaza girmesi sıkışma durumuna en belirgin örnektir.

Çoğu kere iktidar ; ''Avrupa Birliği bizi anlamıyor, görevlerimizi yapıyoruz, buna rağmen bizi oyalıyor. Bu durum devam ettiği taktirde onları bırakır, Ankara kriterleri der ve yolumuza öyle devam ederiz.'' demektedirler. Ankara kriterleri cumhuriyetle birlikte günümüze kadar zaten uygulandı. Bugün halklarımızın yaşadığı acılar, isyanlar Ankara kriterleri denilen ırkçı uygulamalardan dolayıdır/kaynaklanmaktadır.

Avrupa Birliği veya evrensel uyum yasalarından kaçış, Ankara kriteri ırkçı, tekçi yasalarını devam ettirme arayışı olabilir. İktidar her vesile ile tekçiliği sahiplenerek halkları tehdit etmesi, farklı düşünen muhalefeti çeşitli araçlarla baskı altına alması buna yöneliktir.

Bu zihniyet ve uygulamalar günümüzdeki toplum gerçeği ile uyuşmuyor. Böyle devam ederse halklar arası çelişkiler büyür ve daha da derinleşir.

Ankara kriterleri Saddam'la, Esad'la ve Bağdat Paktı, Cento Paktı ile bir dönem yürümüştü. O zamanlar keskin/zıt iki kutuplu bir dünyada yaşıyorduk. Irkçı rejimler her iki kutup tarafından kullanılıyordu.

Varşova ve Nato paktları arasında paylaşılmış Dünya geride kaldı. Şimdi global vahşi kapitalizm tek egemen güçtür. Bu yer küre üzerinde ekonomik değeri bulunan her türlü kaynağa kolayca sahip olmak isteyen devasa bir güçtür. Bu gücün envanterinde ırkçı/ulusalcı rejimlere yer yoktur. Bu devasa egemen gücün anlayışına göre hiçbir kaynak millileştirilemez. Bu günkü savaşlar; Afganistan, Irak, Mısır, Libya, Tunus, Suriye v.s. global kapitalist anlayışı yüzde yüz egemen kılma çerçevesinde sürmektedir.

Ülkemizde milli kaynakların bu güçlere devredilmesi ülkemize şiddetle yöneliminden kurumuştur, Sadam rejimi, Esad rejimi ve kuzey Afrika rejimleri gibi bir çok ırkçı/ulusalcı rejim günümüzü algılayamadı, bedelini savaşlarla ağır ödeyerek yok edildi.

global vahşi kapitalizm için egemen ırkçı ideoloji değişmediği sürece potansiyel tehdit algılaması sürüp gidecektir. Bu ırkçı yapı sırf bu nedenle de değişmek zorundadır. Kaldı ki ülke halkları bu ırkçı rejimi ret etmekte, varlıkları için çağ dışı ve tehdit, tehlike olarak görmektedir. Bugünkü koşullarda ırkçı rejimin varlığını devam ettirmesi amacıyla halklara zor ve şiddet dayatması daha büyük ve vahim sonuçları doğurabilir.

İktidar bu rejimi devam ettirerek kendi felsefesine pay çıkarmaya çalışıyor olabilir. Bir nevi güç odağı, ekonomik, sosyal ve siyasal güç odağı, statüko haline gelip bölgesel rol üstlenmek istiyor. Tıpkı Osmanlı dönemi gibi kıtalar arası güç haline gelmek için politika üretmeye çalışıyor.

Ülkemizin bölgesel güç olması her yurttaşın istediği bir husustur. Bunu yaparken doğru politikalar yürütülebilir.
Ülke halkları ırkçı baskılara maruz bırakılarak, bütün değerleri ile birlikte yok sayılarak bölgesel güç olma hayali bile kurulamaz.

Kürt halkının durumu bugünkü koşullarda çok daha farklıdır. Kürtler bulundukları ülkelerde kurumsal örgütlü güce kavuşmuşlardır. İran'da, Irak'ta, Suriye'de ve ülkemizde artık baskılanmış, sindirilmiş Kürtler yoktur. Kürt halkı dipdiri ve örgütlü bir toplum meydana getirmiştir. Ortadoğu bölgesinde bölgesel güç olmayı arzulayan Devletler Kürt halkını ve onların demokratik taleplerini hesaba katmadan bu politikasında başarılı olamaz.

İktidarın yürüttüğü politikalar bu anlayışa hizmet etmiyor. İktidarın yürüttüğü politikalar Kürtleri döverek felsefesini benimsetme, yedeğine alma, uslandırma politikası izliyor. Çok tehlikeli bir politika, vahşi bir politika ve sonuçları ülkemize, birliğimize onarılmaz zararlar verebilir.

Kürt halk nüfus bakımından, coğrafya bakımından, kaynaklar bakımından ve aralarındaki birlik bakımından bölgenin gücü durumundadır. Görünürde baskılanmış bazı durumlar olabilir. Ancak evrensel değerlere inanmış ve bunlara bağlı bir halkı eski alışkanlıklarla, imha ve inkar politikaları ile yönetme isteği akıl karı değildir.

Kürt halkı bugün bile geleceğin hakim bölge gücü durumundadır. Bölge halkları ile birlikte demokratik ulus, demokratik uygarlık politikasını şiar edinmiş bir halka, ırkçı ideolojik egemenlik dayatıp yönetmek ve bölgesel güç odağı olmayı hesaplamak büyük bir çelişkidir.

İktidar bunu anlamak istemiyor, Kürtleri kendi güdük felsefesine doğru dönüştürebileceğini umuyor. İktidarın felsefesini derinlemesine açmayı gerekli görmüyorum. Ancak Kürt halkından böyle bir dönüşümü beklemek/sağlamak imkansız/olanaksız olduğunu düşünüyorum. Özellikle bugün kullanıldığı gibi zor ve baskı ile böyle bir işe kalkışmak halkların geleceğini zehirlemekten başka bir işe yaramayabilir.

Kürt halk gerçeği böyle görünüyor, Kürt halkı ve bölge ile ilgili politikası bulunanlar bölgedeki bütün Kürtleri görmek ve hesaba katmak zorundadır. İktidar bunu eski, tarihteki hali ile görüyor, Paktlar döneminde, yok etme üzerine kurulan politikalarla sonuç alacağını sanıyor, umuyor. Bunun ülkemiz açısından tehlikeli bir politika olduğuna inanıyorum. İtici ve bölücü bir politika, sonuçları da ağır ve tehlikeli olabilir.

Kürt halkı ile ilgili politika birleştirici olmalıdır. Ülkemiz ve bölgemiz dikkate alınarak reel politikalar üretilmelidir. Kürt halkının genel durumunu yeniden dikkate alınması, hak ve hukukuna saygı gösterilmesi, taleplerinin karşılanması, bölgesel olarak ortaklaşma politikası yürütülmelidir. Kürt halkı ile ortaklaşma, dünyanın neresinde olursa olsun ülkemizin bütünlüklü olarak Kürt halkı ile ortaklaşması için çaba ve politika yürütülmelidir.

Bölgemizdeki ülkeler, kim olursa olsun, Kürt halkını ve temel haklarını dışlayanlar, Bölgedeki ekonomik, kültürel ve siyasi gücünü kayıp etmeye mahkum olacaktır.

Özellikle sol ve sosyal demokratlar ırkçı ideolojiden kopmak mecburiyetindedirler. Demokratik halk kongresi çatısı altında toplanan her kesimin birinci ilan edeceği husus bu olmalıdır. Tarihten günümüze bu ideolojiye hizmet edip bugün özeleştiri vermeden, evrensel değerlere vurgu yapmadan, anadolu köylüsüne, işçisine, emekçisine karşı günah çıkarmadan doğru çizgi yakalamamış sayılırlar.

Bugün yapılanların biraz salon solculuğu olduğunu hepimiz biliyoruz. Halka gitseler, kimse onları tanımaz, veya az sayıda tanıdıkları çıkar. Halk adına halksız siyaset budur. Böyle bir siyaset, siyasetin önünü tıkamaktan başka bir işe yaramayabilir. Geçmişte buna benzer hamleler oldu, yaşandı. Sonuç ortada, felsefesi ortada, güçler içindeki yeri belli, vahşi kapitalizm egemenliğine giden yolu bunların hataları döşedi. Halklarımız değerlerini kayıp etmemek için yılana sarıldı. Şimdi halkımıza karşı vefa zamanı, vefasızdan dost olamaz.

Bugünkü konjöktürde itici ve bölücü politikalar ülkemiz menfaatine değildir.

Nevzat Kızılban

Hiç yorum yok: