6 Ekim 2011 Perşembe

Kurdistan’da Zorun Rolü


Kurdistan’da Zorun Rolü – Hejarê ŞamilKeşke YÖK’ler kararlarını hep 19 Eylül’lerde verseydi, keşke Türk yöneticileri barıştan, insanlıktan, dostluktan, insan haklarından anlasaydı. Keşke yazılarımıza “Kurdistan’da ve Türkiye’de demokrasi rüzgârı” kabilinden başlıklar atacağımız günler yakın olsaydı…

Dün tarih ve uygarlığa beşiklik etmiş, bugün gariban duruma düşürülmüş (kendini düşürmüş de denebilir) Kürdler ne istiyor?

Yer yuvarlağında neredeyse herkesin, her milletin, halkın, topluluğun sahip olduğu şeyleri. Fazlasını asla istemiyor.

Ana dilde eğitim istiyor. Ana dilde eğitim hakkı neredeyse dünyanın tüm haklarına ve topluluklarına tanınmıştır. Bu hakkın önünde engel olan devletin, hükümetin tek bir ismi olabilir: Faşist, Adam yiyen, Millet yutan, Kan sömüren. Sen de kim oluyorsun, yaratmadığının katline ferman veriyorsun? Bunu Türkiye devletinden, hükümetinden ve devlet, hükümet koruyucularından sormak her Kürd’ün hakkıdır.

Doğup büyüdüğü toprakların gerçek ismini (Kurdistan kelimesini) yalnız yatak odasında değil, sokakta da söylerken tutuklanıp zindanlara tıkılmamayı istiyor Kürdler. “Geri” Afrika’nın hiçbir ülkesinde dedesinden, atasından miras kalan isimleri telaffuz ettiği için tutuklanıp zindanlara atılan tek bir insan yoktur. Yalnız “demokratik” görünümlü Irkçı Türkiye devletinde oluyor böyle şeyler.

Deryalar mürekkep olsa, ormanlar kalem, Türkiye ırkçılığının yaşamımızın her karesine çökmüş belalarının listesini yazıp sonuçlandıramayız.

Kitaplardan cümleler cımbızlayıp “entelektüel” görünümü verme ihtiyacını 20-25 yaşlarımızda biz de hissederdik. Türk ve Türkiye faşizmini görüp yansıtabilmek için bilginlerin fikirlerine yaslanmaya hatta tek bir kitap bile okumaya gerek yoktur. Görünen köy kılavuz istemez.

Atatürk faşizminin, İsmet İnönü ırkçılığının kol gezdiği dönemlerden bahsetmiyoruz. Bu mirası milliyetçi, dinci, demokratik, çağdaşlık kisveleri altında sürdüren bugünün Türk faşizmi ve ırkçılığıdır söz konusu olan.

Bizim ne işimiz var kitaplardaki “ırkçılık” ve “faşizm” tanımlarıyla? Günlük yaşamımızda hissettiklerimiz Türk faşizmini tanımlamaya yeter de, artar da.

Bir halkın ana dilde okuma, öğrenme ve eğitim hakkını kendisinin yarattığı “terör”ün son bulmasına bağlamak, böylesi gerekçeler arkasında beyaz Kürd katliamını sürdürmeye teşebbüs etmek ırkçılık ve faşizmdir. Bu hakkımızın gasp edilmesinden dolayı her gün canımız yanıyor. Kandil’de yanıyor, Siirt’te yanıyor…

Türk ırkçılığını ve faşizmini anlamak için “derin” analitik belirlemeler, “köklü” çözümlemeler gerekmiyor asla; Filistin’e bağımsız devlet isteyip, Filistin Hizbullah’ını Ankara’larda ağırlayıp Kürdün ana dil hakkı karşısına Allah’ın tekliğine dil uzatarak “Tek millet… filan” diyenler, Allah’ın münafık bendeleridir, utanmaz ve arsızdırlar. Ahlak yoksunlarıdır, ırkçı ve faşisttirler.

Faşizmin ve ırkçılığın borazanları durmadan “Türkiye’nin özel koşulları” hikayesini anlatıyorlar. Senin özelinden ve koşullarından bana ne? Önce bir in sırtımdan! Ben bir milletim, halkım. Ben Tanrının lütfüyle dilimle, beni halk yapan her şeyimle yaşama hakkımı senin “özel koşullarına” mı peşkeş çekeceğim?

Diyorsun, anlamıyorlar, küfür ediyorsun, anlamıyorlar.

Onların tek anladığı dil şiddettir. Ankara saldırısı ve iki gün sonra YÖK'ten Kürtçe lisans bölümüne onay çıkması Türk hükümetinin yalnız şiddet dilinden anladığının açık ispatıdır. Buna değineceğiz…

Önceleri ırkçılık vardı, şimdi çok şeylerin değiştiğini iddia edenler için:

Ar etmeden sözlerine “bu terör olmasaydı” diye başlayan Kürd ve Türk sözde aydın ve siyasetçileri var ya. Tarih onları bugünden lanetlemiştir.

Elli dereden su getirerek karısının, oğlunun, kızının, komşusunun, tanıdığının, dostunun gözlerinin içine bakıp utanmadan yalan söylüyorlar: “Terör olmasaydı”.

“Terör olmasaydı” bugün ne TRT altının, ne Mardin üniversitesinde Kürd lisans bölümünün olmayacağını, insanlarımızın evinde bile Kürdçe konuştuğu için zindanlara tıkılacağını, bizi var eden her şeyin Türk askerinin postalları altında ezilip yok edilmiş olacağını Erdoğan da biliyor, Altan’lar da, Burkay’lar da. Biliyorlar ama kıvırıyorlar, yalan söylüyorlar, tarihsel Türk ırkçılığına ve faşizmine suç ortaklığı yapıyorlar.

“Terör olmasaydı” sözünün Türk algısındaki tercümesi nedir biliyor musunuz?

"Keşke ebediyen bu Kürdlerin beline binip malum yerlerini de kırbaçlayarak kıyamete kadar süründürseydik". Aynen! Algı bu, mantık bu, düşünce bu. Onlarda insaf, vicdan, adalet ancak bu kadardır.

Türkiye’nin, bugünkü hükümetinin ve hükümet şakşakçılarının anladığı tek dil var: Şiddet!

Şimdilik böyledir. Yarın bu algı değişir mi, fena tutuldukları bu psikolojik hastalık tedavi edilir mi? Bunu bilemeyiz.

20 Eylül günü, yani dört gün önce Türkiye’nin başkenti Ankara’da patlatılan bomba ile Türkiye’nin ve hükümetinin kimyası bozuldu.

Bombalamadan iki gün sonra YÖK Kürdçe lisans bölümüne onay verdi. Bu iki olay arasında bir bağlantı yok mudur dersiniz? Ben açık ve düpedüz bir bağlantı görüyorum. Yok diyenlere: Pekî, YÖK bu kararını neden 19 Eylül’de vermedi?

Böyle bir bağlantı kurmak saçmalık mı? YÖK, Kürdçe lisans bölümü açılması için aylardan beri mi çalışma yürütüyordu?

Ben de bu çalışma aylar öncesinden sonuçlandırılmıştı, desem? Evet, sonuçlandırılmış ve rafta bekletiliyordu. Demek ki, bu karar “kara gün” için saklanmış. Demek ki, TC devleti demokratik devlet gibi değil bir istihbarat örgütü gibi çalışıyor. İnsanların ve halkların hakları üzerinden ticaret ve pazarlık yapıyor. Oysa haklar pazarlık konusu yapılmamalıdır. Hakkıysa, vereceksin. “Terör olmasaydı”, “şiddete son verilseydi” gerekçelerine bağlamayacaksın. Bağladıysan, devlet olmaktan çıkar ve de ebediyete kadar şiddeti dindiremezsin.

Kürdlerin diğer makul taleplerini bir yana bırakalım, yalnız ana dil talepleri karşılanırsa, şiddet anında durur ve ortam normalleşir. Bunu bilmeyen var mı? Bunu en iyi bilen AKP’dir.

Bundan sonra akilleri başlarına gelir temennisinde bulunalım…

Keşke YÖK’ler kararlarını hep 19 Eylül’lerde verseydi, keşke Türk yöneticileri barıştan, insanlıktan, dostluktan, insan haklarından anlasaydı. Keşke yazılarımıza “Kurdistan’da ve Türkiye’de demokrasi rüzgârı” kabilinden başlıklar atacağımız günler yakın olsaydı…

Hejarê Şamil
hejare_shamil@hotmail.com

Hiç yorum yok: