12 Ekim 2011 Çarşamba

Karayılan’dan Kürdistan Muhasarasına…

Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin lideri Murat Karayılan’ın Taraf gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Altan’a yazdığı mektup, ertesi gün tam metin olarak değişik gazetelerin internet sitelerinde de yayımlandı. Okumuşsunuzdur.

Günlük yazının sınırı nedeniyle, örnek cümlelerle de olsa mektuptan alıntılarla, tekrara girmeyeceğim. Ama mektubun hem Kürdistan’ın geleceği, hem de ırkçı rejimi uyarının özü, öteki ifadeyle felsefesi hakkında, bir kaç söz etmek istiyorum. 

Hep, „Kürdistan eski Kürdistan değildir“ diyoruz. Bunu derken, elbette eski Kürdistan’ı küçümsemiyor, yadsımıyoruz. Bugünkü Kürdistan ruhu, tabii ki dünün devamı, eskinin mirasıdır. Ama fark, yani yeni olan çağın akışı ve kesintisiz mücadele şartlarına uygun mücadele yapılanması, liderlerin „ben“ böbürlenmesinden uzak, mütevazı duruşu ve kültürel donanımıdır.

Murat Karayılan, „sen kimsin lan“ hitabıyla muhatabını aşağılamaya kalkışan Türk alışkanlık ağzıyla, „sen kimsin ki?“ diyen Ahmet Altan’a, tıpkı Şeyh Seid’in kendine yakıştırdığı „halkın hizmetkarı„ deyimine denk düşen ve Kürt bilge mütevaziliğiyle yakışan bir cevapla, halkının geleceğine adanmış bir hizmetkar olduğu söyleyerek arınıyordu. „Kasımpaşa ayak takımı“nın böbürlenmesini öteliyor, davasına bağlılığın filozofik mantığı ve halkının kültürel zenginliğiyle beslenen kişilik olarak yüceliyor, yeni Kürt lider portresini çiziyordu.

Yakın tarih dünyasında, filozofi ile iz bırakan gerilla liderleri vardır: Ernesto Che Guevara ve yakın zamanda adı dillerde dolaşan sonra sönen Meksikalı yerlilerin lideri Markos gibi…

Murat Karayılan’ın mektubu, davasına adanmışlıkla her Kürt liderin, „ellerimizde silahlarımızla, ölüm nereden gelirse gelsin…“ diyen Che Guevara’yı çağrıştırıyordu. Liderlerinin filozofik zenginliğiyle de bugün, „Kürdistan dünün Kürdistanı“ değildir.
Kültürel birikim ve yetkinlik ayrı, Bedirhan Paşa isyanı öncesinden efsanevi PKK’ye kadar, Kürdistan başkaldırıları liderlerle başlıyor, onun hayati kaderine paralel yürüyordu. Genelde lider düşünce, isyan ateşleri sönüyor, umutsuzluğun dumanları tütüyordu. Kürdistan’ın tarihte geç kalmasının başılca sebebi buydu, budur.
„Kürdistan eski Kürdistan değildir“ gerçeği, PKK tarafından dipten, en alttan tepeye yükselen lider piramidi ile inşa edilerek, kesintisizlik, akan zamanda devamlılık zeminine oturtuldu. Kendi ezberi çukurunda uyuyan, uyandığında debelenen Türk devleti, Kürdistan mücadelesinde ölmezlik olan bu çağdaş yapılanmayı kavrayamadı. Atalarının izinde giderek, lider peşine düştüler. PKK’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ı ele geçirmeyi dünya jandarması Amerika ve onun yer yüzü gücü NATO’ya sipariş etmeleri bundandı. Lider ele geçirilince dava bitecekti, hayatı, sanatı ve eserleri entrika ile dolandırıcılık üzere tıngırlananlara göre…
Fakat, hesapları tutmadı. Yapılanma sağlam, zemin kaviydi. Liderin ele geçirilmesi belki ilk anda şakınlık yarattı, ama boşluk bırakmadı. Ulusal hareket, olumsuz etkilenip, gerilenmedi. Beklentilerin tersine, gerilla gücü, çağın getirdiklerine uygun olarak, eğitimden, savaş düzenine kadar yeniden yapılanarak, yenilmezlikle modernize edildi.

Bu yapılanma ve liderlerin kültürel donanımı büyülü Kürdistan’ın habercisidir.

Öte yandan mektup Ahmet Altan’a hitaben, ama onun kişiliğinde, Kürdistan meşru mücadelesini anlamak istemeyenlere, onu anlatan filozofik ders metni, ırkçı rejime sunulmuş barış şartlarının tarihi belgesi, savaştan çıkışın krokisidir.

Fakat cami avlularını da soygun yerine çeviren, terör devleti çarkçısı kafalar algılayıp, anladılar mı? Sanmıyorum. Çünkü Kürdistan, askeri darbelerde bile görülmeyen bir vahşetle, muhasara altında. Tekmil telefonlar dinleniyor, toplantı salonlarına kameralar, ses kayıt aletleri yerleştiriliyor, Kürt kiniyle olan vicdanı da kararmış cami faresinin medyası bu ahlaksızlığı yayınlayıp, polise „apart“ diyor, Türk adaleti de avlanan Kürtleri toplama kamplarına gönderiyor. Cami avlusunda soygun yapan adamın medyası salya akıtan gülüşle, tutuklamaları haber veriyor.

Hiç bir Kürt’ün hayatı güven altında değil. Kimin ne zaman kelepçeleneceği, hangi evin ne zaman baskına uğrayacağı bellirsiz. Kürde sokağa çıkma, üç kişinin bi araya gelmesi, „zulüm dursun“ demesi yasak. Yollar, meydanlar, polis barikatı. Sıradan kişiden, seçilmiş Kürtlere kadar işkence, televizyonlarda naklen yayınlanıyor, ama cami de soyan adam, „İsrail, zulüm yapıp din kardeşimiz Filistinili’nin evini bastı“ yayınıyla bize insanlık numarası yapıyor.

Ama her gecenin bir sabahı, her zulmün sonunda da ferahlık vardır. Siz Türk pazarında satışa çıkmış İngiliz Kemal’lere aldırmayın. İngiliz Kemal ve benzerine aldırmayın. Murat Karayılan’ın sesi, kadim tarihin deneyimleriyle, „çoğu gitti, azı kaldı“ diyor, bize.
Onun için, biz de vahşiye, „zulmün artsın“ diyoruz. „Zulmün artsın ki, çabuk zeval bulasın!..“

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: