1 Ekim 2011 Cumartesi

Kadın da Olsa Çocuk da Olsa Gereğini Yaparız’ Diyen Kim?

Türkiye yüz yıla yakındır Kürt halkına karşı bir özel savaş devleti olarak yapılanmıştır. Siyasal, diplomatik, ekonomik, sosyal ve kültürel tüm imkanlarını Kürtlerin yok edilmesine göre düzenlemiştir. Belki de bu konuda dünyada en çarpıcı örnektir. Türkiye böyle bir özel savaş devleti olduğu gibi, Kürtlere karşı psikolojik savaşı en temel savaş biçimi haline getirmiştir. Özellikle son aylarda psikolojik savaşı hiçbir zamanda olmadığı kadar arttırmıştır. Siirt’te gerillaların polis arabasıdır diyerek dört genç kızın ölümüne yol açmasından sonra basın bir vuvuzela vızıltısı gibi psikolojik savaş yürütmektedir.

HPG bu olaydan sonra özür dilemiş ve sorumlularını yargılayacağını belirtmiştir. Bu olaydan sonra basın üzerinden PKK’ye karşı yoğun bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Bu psikolojik savaşa Başbakan ve yardımcısı da üst perdeden katılmıştır.

Başbakan ve yardımcısının konuşmalarından anlaşılıyor ki bu ölümlere fazlasıyla sevinmişler. Çünkü geçmişteki tutumlarına bakılırsa çocuk ölümlerine üzülecek bir karakterde olmadıkları anlaşılır. Her ikisi de bir tiyatrocu gibi ağlamakta ustadırlar. Ama bu ağlamaların siyasi ortama ve çıkarlara göre olduğunu artık kamuoyu da öğrenmiştir.

2006 yılında 14 gerillanın kimyasal silahlarla katledilmesinden sonra gerçekleşen Amed serhıldanını bastırmak için “çocuk da olsa kadın da olsa gereğini yaparız” diyen Başbakan kimdir? Acaba dünyada böyle fütursuz konuşan başka bir Başbakan olmuş mudur? Bu konuşma polislere bir talimat olmuş, Amed, Batman ve Kızıltepe’de çoğu çocuk 20’ye yakın insan katledilmiştir. Siirt’te dört kadın için konuşan Başbakan’a ve basına bunları kimse hatırlatmıyor.

Gaz bombasıyla Cizire’de bir buçuk yaşındaki bebek Mehmet Uytun katledildiğinde bu basın ve Başbakan hangi tepkiyi gösterdiler? Bülent Arınç’ın yalancıktan da olsa ağladığı görüldü mü? Yaşlı bir kadın gaz bombasıyla öldüğünde bu basın bu ölüme haber değeri bile vermedi.

Babasıyla birlikte öldürülen Uğur Kaymaz ve havan topuyla parçalanan Ceylan Önkol için bu basın ve hükümet nasıl yaklaştı? Hatta bu ölümlerle ilgilenen insan hakları savunucularından rahatsız olmadılar mı?

Demokratik gösterilerde öldürülen onlarca insan için bu basının sadece bu ölümleri meşrulaştırıcı bir rol oynadığı bilinmektedir.

Daha yakın bir zamanda Şemdinli’de gerilla askeri karakollar ve polis merkezini bastığı için dört genç Şemdinli halkını cezalandırmak için öldürülmedi mi?

Güney Kürdistan’da uçaklar biri bebek, dördü çocuk, biri hamile kadın yedi insanın öldürülmesine bu basın hangi tutumu gösterdi? Sadece genelkurmay başkanlığının ve bakanların “bizim uçaklarımız vurmadı” açıklamalarını vermediler mi? Hatta PKK’nin yaptığını söyleyerek devletlerinin işlediği bu insanlık suçunu örtmeye çalışmadılar mı?

Güney Kürdistan halkının özür dilesinler sesine bile kulak vermediler. Çünkü bu araba oradaki halka gözdağı vermek için vurulmuştu. Kandil’in boşaltılmasını sağlamak için bu arabaya saldırılmıştı. Nitekim Türk devletinin Kandil’in boşaltılmasını istediği daha sonra basına yansımıştır.

Bu olay için özür dilenilebilirdi. En azından yanlışlıkla olmuş denilerek bir üzüntü belirtilebilirdi. Ancak bilerek özür dilenmemiştir. Açıkça istediğimiz zaman öldürürüz, ama özür dilemeyiz denilmiştir. Bu yaklaşım daha sonra da bunları yaparız anlamına gelmektedir.

Hiçbir çocuk ve kadın ölümünden özür dilemeyen Başbakan, HPG’nin özür dilemesiyle kendi üslubuyla alay ediyor. Bu yaklaşımıyla ne kadar ciddiyetsiz olduğu; bu ölümler için tek düşündüğü şeyin psikolojik savaş malzemesi olarak kullanmak olduğu anlaşılmıştır.

Başbakan’ın konuşması tam da kendi zihniyeti ve tıynetine göredir. Çünkü Başbakan’da özür dileyecek bir erdemlilik yoktur. Özür dilemek bir erdemdir. Ama Türk devlet geleneğinde özür dilemek yoktur. Ermeni katliamı için hala bir özür dilenmemiştir. Çünkü hala onlar da bizden öldürdü denilerek bu soykırım meşrulaştırılmaktadır.

Başbakan hiçbir konuda özür dileme erdemi göstermezken, İsrail’den özür dile çağrısı yapıyor. Anlaşılıyor ki İsrail’den de beklediği özür dileyip dilememesi değildir. Onun düşündüğü, bu özürden ne kadar siyasi rant elde edeceğidir. Zaten Mavi Marmara gemisindeki ölümlere de üzülmemiştir. Bu olayı siyasi ranta dönüştürmeyi düşündüğü son konuşmasıyla daha iyi anlaşılmıştır.

PKK ve HPG şimdiye kadar yaptıkları yanlışlıklardan özür dilemiştir. Bu özrü AKP hükümeti ya da yandaşları şöyle ya da böyle değerlendirir, bu onların bileceği iştir. Ancak AKP hükümeti, polisin hiçbir katliamından ve öldürmelerinden özür dilememiştir. Çünkü bu zihniyete göre bu tür olaylardan özür dilenir ya da yargılama olursa polisin ve askerin terörle mücadelede şevki kırılırmış!

Bırakalım kendi hükümeti dönemindeki sivil ölümlerinden özür dilemesini, geçmiş cinayetler konusunda bile devlet adına özür dilenmemiştir. Bu nedenle Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonunun kurulmasını bile kabul etmemişlerdir.

Bugün basınla hükümet hiçbir dönemde görülmediği kadar uyumlu çalışmaktadır. Tam da bir dönemin Olağan Üstü Hal Valisi Hayri Kozakçıoğlu’nun belirttiği gibi ‘milli maç tutar gibi’ hükümetin her türlü uygulamasını alkışlamaktadırlar. Rakibi ise yuhalamaktadırlar. Psikolojik savaş tam da 1990’lı yıllardaki gibi yürütülmektedir. Mehmet Ali Birand o yıllar için ne kadar yalan söylediklerini itiraf etmiştir. Ancak şimdi de durum değişmemiştir. 1990’lı yılların yalancılığı ve gerçekleri tersyüz etmesi devam etmektedir. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türk basının karakteri böyle olacaktır.

Aslında son olaylar en fazla da Türk basının sorgulanmasını gerektirmektedir. Bu basınla ne Kürt sorunu çözülür ne de Türkiye demokratikleşir. Bugün basın hiçbir dönemde olmadığı kadar hükümete bağımlı ve tek ses haline gelmiştir. Çok seslilik tamamen bir safsatadır. Çok farklı dediği sivil toplum örgütleri ve çevreler de sadece bu tek sesliliğin tamamlayıcı unsurları durumundadır. Türk basını, yazarları ve okumuşları bir daha devletçi karakterlerini ortaya koymuşlardır.

Bugün AKP hükümetini biraz eleştiren hiçbir basının yaşama şansı yoktur. Devlete muhalif olan bir gazete hemen çökertilebilir. Bir iki tane muhalif gazete ve televizyonun zar zor kendini yaşattığı bilinmektedir. Televizyondaki panelleri izlediğimizde biraz farklı olduğu düşünülen program yöneticilerinin hükümeti rahatsız etmemek için nasıl bir çaba harcadığını ibretle görmekteyiz.

Bazıları da son olaylar sonrası şehirlere neden inip polisler vuruluyor demektedirler. Bu yazarların, bu basının polisin gösterilerde halka kan kusturduğuna ses çıkardıklarını duymadık. Arada sırada birkaç sözcükle bu kadar da fazla yapmayın, biraz daha dikkatli olun demelerinin dışında tüm basın polisin vahşetini haklı gösteren bir tutum içinde olmuştur. Halbuki son yıllarda polisin eleştirilecek ve kabul edilmeyecek bir pratiği vardı. Televizyon görüntüleri bunu açıkça gösteriyordu. Tüm gösterilerde kadın ve çocuk demeden halka vahşice saldırılıyordu. Bu saldırılarda birçok insan vahşice katledilmişti.

Aslında bu saldırılarla polis adeta çatışmaları şehre taşımıştır. Çünkü toplumsal muhalefetin en fazla baskı gördüğü alan şehirler olmuştur. 1990’lı yıllarda kırlardaki, köylerdeki asker zulmü ve baskısı öne çıkarken 2000’li yıllardan sonra şehirlerdeki baskılar öne çıkmıştır. Bunun da terörün siyasallaşmasının ve toplumsallaşmasının önüne geçmek için yapıldığı bilinmektedir.

Birçok köşe yazarı gerillanın polise saldırısını AKP’nin yeni konsepti yaratmıştır demektedir. Askerden çok polisin ve özel harekat polis birliklerinin devreye sokulacağının açıklanmasıyla birlikte bu saldırıların arttığı belirtilmektedir.

Şunu vurgulamalıyız ki bu savaş polisin saldırılarını örtmekle, bu hükümet zamanında katledilen sivilleri görmezlikten gelmekle, PKK’ye karşı 1990’lı yıllarda olduğu gibi psikolojik savaş sürdürmekle sona erdirilemez. Basının dili de hükümetin dili de savaş dilidir. Kürt muhalefetini tasfiye dilidir. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edeceğiz denilerek bu sorunun çözüleceğini sananlar sadece kendini kandırmakta olanlar ve savaş politikalarında ısrar edenlerdir. 

HÜSEYİN ALİ

Hiç yorum yok: