18 Ekim 2011 Salı

Ezquivel: Dünyada 'Demokradura' Başladı

Delil Delali -ANF
 
 
Adolfo Pérez Esquivel aslında bir mimar, heykeltıraş ve yazar. Hep ait olduğu yerdeydi, yoksulların yanında ayrımcılığa karşı savaşan bir barış adamı… Ezquivel, çağımızın sorununu “Demokradura (şiddet demokrasisi) dönemi başladı” şeklinde özetliyor. Ona göre Kolombiya; Honduras, Irak ve Türkiye’den farklı değil, Kürtler ise Ortadoğu’nun aynasıdır.

‘’Nereye gideceğini bilmiyorsan geri dön ve nerden geldiğini sorgula’’ atasözünü örnek aldı. Köklerini ise bugün Arjantin, Brezilya, Bolivya ve Paraguay arasında paylaştırılan büyük annesinin memleketi olan Guarani yerlisinin yaşadığı bölgede aradı. Gördüğü ise büyük ayrımcılıktı. Belki bu yüzden olacak ki, hayatı boyunca hep ayrımcılığa karşı mücadele etti. Ancak pasifistliği seçti. Barış ve insan hakları yolculuğu onu Nobel Barış Ödülü’ne kadar götürdü.

Fakir bir aileden gelen Adolfo Pérez Esquivel, hayatını Hıristiyan barış hareketine adadı. 1931’de Buenos Aires’de dünyaya gelen Ezquivel, 1960 yılında Latin Amerikalı bir grup Hıristiyan pasifist ile cunta rejimine karşı mücadele etmeye başladı. İşkenceler, tehditler, hapis cezaları onu yıldırmadı. 1980 yılında kendisinin de şaşırdığı Nobel Barış Ödülü’nü aldı.

Öcalan’a “mücadelen onurludur, umudunu yitirme” mesajını gönderen Ezquivel “Birçoğu diyor ki kapitalizmi hümanistleştirmek gerekiyor. Kapitalizm asla hümanistleşemez, çünkü zaten kalpsiz doğdu” diyor. Ezquivel uzun bir görüşme yaptık.

* Dünyanın en iyi heykeltıraşı olmak değil de barış adamı olmak, adalet savunuculuğuna adanmak. Sizde bu kıvılcımı ateşe çeviren sebep neydi?

- Hayatım hep böyle geçti, küçükken de, çok fakir bir aileden geliyorum. Örgütlenmelerin tabanında çalışmaya başladım, Hıristiyan barış hareketinin tabanında, fakirlere ait kurumlarda çalıştım, yani ait olduğum yerde. Değil ki oraya çalışmaya gittim zaten oradaydım, yani koruması ve koruyucusu olmayan o topluma aittim.

İkincisi, belki de Latin Amerika halkının bilinci ile ilgiliydi. Büyükannem Guarani yerlisi. Fetihlerin bölüp, bağımlı hale getirerek hüküm sürdüğü bir toplumdu. Sosyal ayrımcılık, hukuksuzluk ve zulüm diz buydu. Hatta bir dönem ben de burada yaşananların suçlusunun yerli halk olduğunu düşünen egemen kültürün bir parçasıydım. İşte orada başladı asiliğim dominant sisteme karşı.

Farklı halklar, farklı diller, farklı kültürler, muazzam kültürel farklılıklar. Ben her zaman söylerim; doğa ana asla tekçiliği dayatmadı, o her zaman birlik içinde farklılığı öğretti, toplumların buna saygı göstermesi lazım. Belki de küçükken büyük annemin memleketi Guarani’da gördüğüm ayrımcılık gibi. Guarani toplumu bugün Arjantin, Brezilya, Bolivya ve Paraguay arasında paylaştırılmış. Parçalanmış ama o Guarani ulusunun topraklarıdır.

‘NEREDEN GELDİĞİNİ BİLMİYORSAN, HAYATI ANLAYAMAZSIN’
- Öyle anlaşılıyor ki büyükannenizin kökleri sizi çok etkilemiş? O kökler size neyi kazandırdı?

- Oraya baktığımda bazı dengeleri daha iyi anlamaya başlıyorsun. Bunlar temel dengelerdir. Kimliktir, mülkiyettir ve diğer değerlerdir. Bu vizyondan bakıldığında bir şeyleri gerçekten farklı algılamaya başlıyorsun. Kimiz biz? Bir atasözünün dediği gibi “Nereye gideceğini bilmiyorsan geri dön, en azından geldiğin yeri biliyorsun”. Mülkiyetini, değerlerini, kimliğini kurtar. Nerden geldiğini, kaynağını bilmiyorsan hayatı anlayamazsın.

- Mücadeleye başladığınız topraklardan devam edelim. Latin Amerika’da her türlü emperyalist girişimde bulunuldu, bunlardan biri de ALCA projesiydi. Biraz bu projeyi anlatır mısınız?

- Halkta çok ciddi tepkiye yol açtı, Latin Amerika değişime uğradı. Chavez’li Venezuella, Bolivya, Arjantin bunların çoğu değişti. Öte yandan Ekvator’da ciddi muhalefet vardı, bazı ülkeler de zaten karşı çıkıyordu. ALCA’nın adil bir proje olmadığını, yeni bir işgal projesi olduğunu biliyorlardı. Bu proje sadece ABD ve AB ülkelerinin çıkarlarını gözetmekten öte bir anlam ifade etmiyordu.

Bu reaksiyona karşı, projeyi uygulamaya koyamadılar elbette. ABD ne yaptı? Hemen strateji değiştirip, ikili ilişkilerle projeyi yaşatmaya çalıştı, bir nebze başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Şili bu anlaşmaya girdi, Kolombiya ve bazı Orta Amerika ülkeleri de. Şimdi de ABD’ye bağımlı hale gelmişler, bu bağımsız hiç bir ülkeye fayda getirmeyecek bir projeydi. Bu yüzden ALCA projesi için düşüncemiz şudur; bu halkların kendi kaderini tayin etme hakkının gasp edilmesidir.

Biz insan hakları savunucuları, her zaman önce toplumların haklarından konuşuruz. Ben uluslararası halk mahkemesi üyesiyim. 1976 yılında Cezayir ulusların evrensel hak beyannamesinin ilan edilmesinde yer aldım. Mücadelem halkların kendi kaderini tayin etme, kendi egemenliği, kendi kimliği ve kendi kültürünü yaşaması içindi. Zira insan haklarından söz edemezsiniz, toplumun haklarını düşünmeden.

‘DEMOKRASİ GÖRECELİDİR, OY KULLANMAK YETMEZ’

* İnsan hakları ve demokrasiden devam edecek olursak, darbe sonrası Arjantin’de demokrasiye geçiş insan haklarına ne getirdi? Sizce şimdi Arjantin demokratik midir?


- Bakın dünyanın hiçbir yerinde mükemmel demokrasi yoktur. Ama demokrasi mükemmeliyetçidir. Demokrasi oy kullanabilmek olarak algılanıyor, bu yanlıştır. Şimdi tamda bir seçim sürecindeyiz, insanlar oy kullanır ve seçer, bu tamamen görecelidir. Kesinlikle demokrasinin teminatı değildir. Mesela Kolombiya’da iktidar seçimle gelmiş ama insan hakları ihlalleri sınır tanımıyor. Guatemala hakeza, Irak, Türkiye, buna benzer birçok ülke var. Buralarda insan hakları ihlallerini yazmaya kalkışsanız kağıt kalem yetmez.

Yine burada Latin Amerika’nın bir başka ülkesinde Honduras’ta askeri darbeden sonra seçim için çağrı yapıldı. İnsanlar seçti yani ‘demokrasinin’ işlevini yerine getirdiler, bu sahte demokrasi değil de nedir sizce? Euardor Galeano buna ‘demokradura’ (şiddet demokrasisi) demişti. Eğer gerçek demokrasiden söz edecek olursak, insan hakları ve onun ayrıştırılmaz değerlerinin gözetilmesi olarak düşünürüm. İnsan hakları ihlalleri demokrasi zayıflatır işte o zaman demokrasi, demokrasi olmak çıkar. Burada Arjantin de bazı yönleriyle ciddi ilerlemeler yaptığımızı düşünüyorum, ama düşündüğümüz anlamda bir demokrasi için daha çok yol kat etmemiz gerekiyor.

‘KAPİTALİST HÜMANİST OLAMAZ’
* ABD ve politikalarını yakından takip ediyorsunuz. Wall Street işgal eylemleri sizce bir şeyler değiştirecek mi?

- Bu ekonomik krize karşı halkın tepkisi; evini, işini, ekmeğini kaybedenler var, Amerika’nın bugünkü durumunda sosyal güvenceden söz edilemez, artık refah düzeyi kayıplara karıştı. Bir çoğu diyor ki kapitalizmi hümanistleştirmek gerekiyor, kapitalizm asla hümanistleşemez, çünkü zaten kalpsiz doğdu.

Bu durumda kapitalizmin aradığı birilerini kullanarak sağladığı kazançtır. Bugün dünyada seçimle iktidar olmuş hiç bir yönetimin gücü yoktur. Dünyayı yönetenler uluslararası şirketlerdir, bu şirketlerin ulusu yoktur ama bütün dünyayı ekonomik iktidarla yönetiyorlar. Haliyle bu ciddi bir politik güçtür. Obama’ya yazdığım mektupta da belirttim: Kafanı giyotine koyup kendin kesiyorsun… Bugün yaşananlardan sanırım ne söylemeye çalıştığımı anlamıştır. Kapitalizm kalbinden vuruluyor.

* Irak savaşı sırasında sizin de içinde yer aldığınız, ancak daha sonra duran savaş karşıtları hareketi vardı. Ama hala dünyanın birçok bölgesinde savaşlar sürüyor. Şimdi savaş karşıtlığı bir açmaz içinde mi?

- İşin asli, ne bir açmaz, ne de başka bir nedeni var. Dünyayı domine eden güçler, maalesef medyayı ciddi anlamda domine ediyor. Adeta üç maymunu oynuyorlar; görmedim, duymadım, bilmiyorum. Irak savaşı sırasında ve şuanda savaş karşıtlarının dünyanın birçok ülkesinde aktif eylemleri oldu, bunlar hala devam ediyor. Ancak en bariz örneği Libya savaşına gösterdiğimiz tepkinin karşı tepkimiz dünya medyasında yer almadı.

Bu da haliyle sessizlik olarak algılanıyor, sadece bunun doğru bir tespit olmadığını söyleyebilirim. Çünkü biz dünyanın bütün ülkelerinde yaşananları yerinde tespit edip, bunları medya aracılığı ile duyurmaya çalışıyoruz. Mesela son olarak Haiti’de yaşananları gidip yerinde görerek, incelemeler yaptık. Durumun vahametini Ban Ki-Moon’a mektupla bildirdik. Tüm bunlara muhalif medya dışında nerdeyse kimse önem vermedi.

* Arap dünyasındaki gelişmeler için neler düşünüyorsunuz? Sizce gerçekten bir bahar var mı?

- Bakın, bir toplumda zulüm ve baskı varsa, bunu tarihe not düşmek gerekir; çünkü isyan orada başlar. Arap halkı değerlerine sahip çıkarak, kendi kaderini tayin etme hakkını kullanıyor, ben bunu çok önemsiyorum. Bu durum egemen güçler için ciddi bir tehlikeydi. Bu yüzden hepsi oraya üşüştü. Çünkü orada petrol kaynakları ve stratejik çıkarları vardı. Afganistan, Irak, Libya savaşları bunların hepsi hegemonyanın çıkarlarıyla alakalıdır. Sadece ABD’nin değil NATO’nun da çıkarları var.

Dikkat edin mesela; BM Haiti’yi dünya barışı için tehdit olarak işaret ediyor. Bu aptalca bir şey, aklım almıyor. Eğer Haiti’de dünya barışını tehdit eden bir şey varsa, açlıktır, bulaşıcı hastalıktır, depremdir, fakirliktir. Budur tehdit olan, bir de ABD’nin askerleri tabii ki. Haiti dünya barışını tehdit ediyor demek, oraya asker göndermek demektir. Neden Haiti? Birincisi çünkü fakir, ikincisi stratejik bir ülke, Küba’nın hemen yanında oradan bütün bölgeyi domine edebilirler, Puerto Rico, Honduras orada. Bu yüzden ne yapacaklar? Dalavere ile oraya girip bölgeye hüküm edecekler.

“TÜRKİYE’DE ŞİDDET ZİHNİYETİ DEĞİŞMİYOR”
* Son dönemlerde Arap ülkelerine batılı liderler tura çıktılar. Bunların başında ABD, Fransa, Almanya ve Türkiye geliyor. Kapitalist devletler Türkiye’ye orada stratejik bir nokta sahibi olma şansı verirler mi?

- Türkiye, NATO için stratejik bir ülkedir, çünkü oradan bölgenin kontrolü sağlanıyor. Tam olarak hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum, fakat Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda birçok ortak çalışmalarımız olmuştu. Theo Van Boven ise o şöyle demişti; Türkiye insan haklarını ihlal ediyor, vahşetin en acımasız boyutlarına Türkiye’de rastlamak mümkün. AB’ye kabul edilmemesi için ortak çaba sarf etmiştik. Çünkü Türkiye, sadece Kürtlere değil, geçmişte Rumlara da zulüm yaptı, Ermeni soykırımı zaten başlı başına bir olay.

Bana göre Türkiye stratejik ülke olmanın avantajını kullanıyor, tabii ne yazık ki bu tercihini insan hakları ihlallerinden yana kullanıyor. Az önce demokrasiyi konuşmuştuk, aynı şey Türkiye için de geçerli. Orada demokrasi olduğunu iddia edebilir misiniz? Yani hükümetin yüzde kaç ile geldiğinin ne önemi var ki? İktidarlar değişse de şiddet zihniyeti değişmiyor. BM, NATO ve AB’de buna göz yumuyor, bu göz yummanın çıkar ilişkilere dayanmadığını düşünmek ahmaklık olur.

* Peki Türkiye Ortadoğu’da bir güç olabilir mi?

- Bence geçici olarak olabilir. Ama unutmamak gerekiyor, kapitalizm için herkes kullanımlıktır. Türkiye’yi alakadar eden bölgesel çıkarlarıdır. Bölgesel denge olma çabasında, sadece askeri değil, ekonomik anlamda bir güç olmaya çalışıyor. Tipik kapitalist yaklaşım bu. Mesela 1 yıl önce, Libya ve Suriye liderleriyle kardeş ilişkileri vardı, bugün düşmandan öte bir durum söz konusu. Yani bölgede herkes bir denge peşinde, bu şaşılacak bir durum değil. BM bu duruma müdahale edemiyor. 1945 yılında BM kurulduğunda 5 ülke üyeydi, bugün üye sayısı 193 ama hala 1945 yılındaki yasalar geçerli. Yani 66 yıl önce dünyayı 5 ülke yönetiyordu, şimdi de durum değişmedi. İstemediklerini veto etme hakkına sahipler, istediklerini kolayca geçiriyorlar. Bu durumda pastayı kimin yiyeceğine yine onlar karar veriyor.

“KÜRTLER ORTADOĞU’NUN AYNASI”
* Çıkar ilişkilerinin cirit atığı topraklarda Kürtleri nerde görüyorsunuz?

- Aslında olaya biraz objektif bakılırsa; Kürtler Ortadoğu’nun aynasıdır. Bunu Filistinliler için de söyleyebiliriz. Yani sorun yumağı Ortadoğu’nun kilidi mazlum halklardır. Aklımıza da ilk önce Kürtler ve Filistinliler geliyor. Az önce de söyledim; bir yerde zulüm varsa, baskı varsa orada isyan olacaktır ve eninde sonunda bu sorun çözülecektir. Gösterilmesi gereken çaba ise mazlumların kanını dökmeden, en acil yol hangisi ise bu yönde çözüm sürecini başlatmaktır. Tabii bu çok zor. Çünkü diktatörlükler hak vermez, aksine hak yer. Bu da demektir ki mazlum halklar direnerek kendilerinden alınmış haklarına sahip olacaklar.

Irak’taki Kürt’lerin durumu, diğer ülkelerdeki Kürtlerden biraz farklı, kazanılmış hakların söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. İran zaten dikta bir rejim, Suriye ise son gelişmelerle birlikte Kürtlerin orada aktif bir güce sahip olduğunu düşünüyorum. Tabi bu gelişmeleri Kürtler kendi lehine çevirmesini bilmeliler. Bu çok önemli; eğer birlikte hareket ederlerse, kesinlikle orası için de bir kazanımdan söz edebiliriz.

Türkiye’deki Kürtlere gelince; bu ülke başlı başına ele alınması gereken bir konu. Türkiye deyince nedense aklıma hep şiddet geliyor, insan haklarına resmen tecavüz eden bir ülke. Öte yandan uluslararası kuruluşlar da Kürtleri hala anlamış değil, neden mücadele ettiklerini, neden şikayet ettiklerini, kendi kaderlerini tayin edememelerini, dünyada ciddi bir tepkinin hala oluşmamış olmasını buna bağlıyorum. Bu durum BM’nin gündemine geldiğinde Türkiye orada ciddi pazarlıklarla olayın üstünü kapatıyor. Aynısı Filistin içinde geçerli. Son BM toplantısında, İsrail ABD’yi tehdit etti, ABD ise Filistin’in devlet olmasını veto etti.

“ÖCALAN’A BİR MESAJIM VAR”
* Başta ABD başkanı olmak üzere birçok lidere mektuplar yazarak insan haklarına saygılı olmaya davet ediyorsunuz. Türkiye Başbakanı için bir şeyler söylemek ister misiniz?

- Evet, öncelikle şunu belirteyim; bir insan suçlu olsun ya da olmasın, herkes adil davranılmayı hak ediyor. Mesela yakından takip ediyorum; Kürt lider Abdullah Öcalan neredeyse 3 aydır dünya ile bağlantısı kesilmiş durumda, avukatlarıyla görüştürülmüyor. Tıpkı ABD’deki 5 Kübalı gibi 10 yıldır aileleriyle görüştürülmüyor. Bu vahşettir, insanlık suçudur. Türkiye’nin de yaptığı budur tam olarak. İşte bu tavırlarından derhal vazgeçilmesini istiyorum. Ünlü bir söz vardır; çıngırağı kedinin boynuna kim taktı? Eğer ortada güçlü ülkeler varsa; herkes duymamazlıktan geliyor, ama yok fakir bir ülkeyse, insan hakları nameleriyle, leş kargası gibi üşüşüyorlar oraya.

* Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Evet, var. Başta Kürt halkına ve onun mücadelesi destekleyen onurlu insanlara ve Öcalan’a selamlarımı iletiyorum. Ona diyorum ki, senin mücadelen haklıdır, onurludur ve halkın içindir, asla umudunu yitirme.

Hiç yorum yok: