7 Ekim 2011 Cuma

BDP’ye Karşı Topyekün Saldırı

Şaban İBA



Sadece sınıflar mücadelesinin keskin biçimlere büründüğü askeri müdahale dönemlerinde değil, “normal” dönemlerde de yoğunlaşan toplu tutuklamalar, yargılamalar, çeşitli baskı ve terör uygulamaları olağan hale gelmiştir. Ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik ve kültürel mücadeleleri bastırma, yıldırma ve kişiliksizleştirme süreçlerinde yapılan işkenceler, idamlar, yargısız infazlar, faili meçhuller, kayıplar vb. olgular, Türkiye tarihinin siyasal gerçekleridir. 

Başka bir deyişle, cumhuriyet tarihi boyunca geçerli olan olağanüstü rejim standartları, her zaman olağanüstü yargılama biçimleri yaratmış ve Türkiye’de burjuva demokratik anlamda bile bir demokrasi standardı oluşmamıştır. Dahası, Harp Divanları’ndan İstiklal Mahkemeleri’ne, Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri’nden Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne ve günümüzdeki Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’ne kadar tüm özel mahkemeler, biri diğerinin yerine ikame edilerek kurulmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yaklaşık 25 yıl boyunca Kemalist iktidarlar İstiklal Mahkemeleri’ni halka karşı olağanüstü bir baskı ve terör aygıtı olarak kullandı. Ulusal, sınıfsal, etnik, kültürel ve inançsal mücadeleler İstiklal Mahkemeleri’nde rejime karşı koyma eylemleri olarak nitelendi. Yargılamalar gerici, bölücü, komünist, vatana ihanet, casusluk vb. gerekçelerle yapıldı.

12 Eylül askeri diktatörlüğü döneminde kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine ikame edilen Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kanalıyla benzer tutuklamalar ve yargılamalar sürüyor. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri artık Sıkıyönetim Mahkemeleri gibi emirle çalışıyor.

Nitekim Başbakan’ın bir konuşması ile Özel Yetkili Savcılar hemen harekete geçti. Daha doğrusu AKP iktidarı barış ve demokrasi mücadelesine karşı topyekün yeni bir saldırı başlattı.

Bu saldırıda PKK ve KCK işin bahanesi. Saldırı doğrudan BDP’ye karşı yapılıyor.

Saldırı, yasal bir parti olan BDP’nin üyelerine, il ve ilçe yöneticilerine, parti meclisi üyelerine, belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine karşı yapılıyor.

Saldırı, halkın oylarıyla Meclis’te temsil edilen, diğer partilerle aynı anayasal ve yasal haklara sahip olan BDP’ye karşı planlı bir bastırma ve yıldırma harekatı olarak yapılıyor.

Saldırı, BDP’yi zayıflatmak, düzen sınırları içine çekmek ve aynı zamanda ana muhalefet konumuna yükselmekte olan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu tasfiye etmek için yapılıyor.

Bir yandan gerilla mevzileri ve kampları bombalanırken, bir yandan da halkın oylarıyla seçilmiş 35 milletvekiline ve 99 belediye başkanına sahip bir partiye karşı saldırı esas olarak Kürtleri teslim almayı amaçlıyor.

BDP’ye karşı yapılan ilk saldırı yerel seçimlerden hemen sonra 2009’un Nisan ayında başlamıştı. Şimdi genel seçimlerden ve BDP’nin Meclis boykotunu sona erdirmesinden hemen sonra yapılıyor. Her iki saldırının da BDP’nin seçim başarıları üzerine yapılmış olması bir tesadüf olmasa gerek.

BDP’ye saldırı, Kürt özgürlük mücadelesine saldırıdır...

BDP’ye saldırı, barış ve demokrasiye saldırıdır...

BDP’ye saldırı, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’na saldırıdır...

BDP’ye saldırı, Kongre Girişimi’ne saldırıdır...

BDP’ye saldırı, Demokratik Toplum Kongresi’ne saldırıdır...

BDP’ye saldırı, Kürt siyasetine saldırıdır...

BDP’ye saldırı, seçilmiş halk temsilcilerine saldırıdır...

BDP’ye saldırı, halkın oylarıyla seçilmiş 35 blok milletvekiline saldırıdır...

Şimdi Türkiye’nin devrimci ve demokratik dönüşümünü savunan herkesin nerede ve nasıl durduğu önem kazanıyor. Bu yeni süreçte herkesin kendi rolünü iyi oynaması ve devrimci duruşunu netleştirmesi gerekir. Aksi halde, “taraf olmak” ya da “bertaraf olmak” ikilemiyle yüz yüze gelecektir.

Her şey son derece nettir. Ortada Kürt Özgürlük Hareketi’nin barış ve demokrasi talebi var. AKP iktidarı ısrarla bu adımı görmemekte, daha doğrusu kabul etmemekte ve geleneksel inkarcı, ırkçı ve asimilasyoncu politikaları dayatmaktadır. Dahası binlerce Kürt siyasetçisini cezaevlerine doldurarak onları susturacağını veya kendi politikalarına alet edeceğini sanmaktadır.

Bunun artık mümkün olamayacağını ve yaklaşık 25 yıldan beri sürdürülen bu politikanın artık iflas ettiğini herkes bilmekte, bu konuda daha fazla ısrar etmek ise son çırpınışlar anlamına gelmektedir.

Tek yanlı dayatmalar, tek yanlı plan ve projeler ile böyle bir sorunun çözümlendiğine dair dünyada hiçbir örnek yoktur. Özel savaş yöntemleriniz, gizli plan ve projeleriniz, bölme ve parçalama taktikleriniz vb. çabalarınızın hepsi boşa çıkmıştır. Artık daha fazla baskı ve terörle yeni bir mevzi kazanamazsınız.

Başbakan Erdoğan’ın unutmaması gereken şudur: Bu halk nice isyanlardan, nice katliamlardan ve uzun yılların imha, inkar ve asimilasyon politikalarından geçerek bugünlere kadar gelmiştir. Bu halkı artık teslim alamazsınız.

Yapacağınız tek şey var: Halkın barış ve demokrasi talebine karşı saldırıları durdurmanız ve müzakerelere başlamanızdır..

Hiç yorum yok: