20 Ekim 2011 Perşembe

'Barış Gelişmezse Savaş Derinleşir'

Başlık, Abdullah Öcalan'ın, İmralı'da devlet yetkilileri ile yaptığı görüşmelerde, sık sık muhataplarına, barışın sağlanamaması durumunda gelecekte tarafları bekleyen durumu izah için kullandığı bir ifade. Öcalan'ın ısrarla dikkat çektiği savaşın derinleşme potansiyeli uyarıları, hem Türk basını hem de AKP Hükümeti tarafından her seferinde, ”tehdit” olarak değerlendirilerek, ”kale” alınmadı. Öcalan barışın sağlanamaması, AKP'nin bu süreci bir oylamaya dönüştürmesi durumunda, bugüne kadar görülmemiş bir savaşın yaşanabileceği tehlikesine dikkat çekiyordu.

AKP iktidarı bu hayati uyarıya kulak vermek yerine Kandil'e imhaya yönelik hava operasyonları başlattı, sivilleri katletti, KCK operasyonları başlattı ve de bugün yaşanan savaşın derinleşmesi ve yaygınlaşmasına adım adım zemin hazırladı.

Bugüne kadar hemen hemen tüm Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar birden çok kez Kürdistan dağlarında, askeri üniformalar içinde, mevzilerde pozlar vermişlerdir. Sivil olmalarına karşın Kürdistan söz konusu olduğunda, hemen askerleşen siyasilerin sivil sorumlulukları bu bağlamda hiç bir dönem tartışma konusu dahi olmadı. Son olarak Abdullah Gül de, ülkenin idari yapısının en üstündeki ”sivil” cumhurbaşkanı sıfatıyla, üniforma giyip mevziye girerek ”tüm kurumlarımızla savaşa hazırız”, ”ben artık sivil bir irade değilim” mesajı verdi karşısındakine.

Ankara'nın temsilcileri, sivil siyasetin bir gereği olarak soruna çözüm üretmek yerine elde silah dağlara vurdular kendilerini. Savaşın devamı için ellerinden geleni yaptılar, gencecik bedenlerin toprağa düşmesini önlemek için hiç bir girişimde bulunmadılar. Daha da ileri giderek, AKP iktidarında TRT ekranlarında, bugün arkalarından, ”şehit oldular” diyerek timsah göz yaşı döktükleri askerleri, ”tacizci” olarak gösterdiler. Recep Tayyip Erdoğan savaşta yaralanmış askerlerin başbakanlık önündeki 'yeter bu iş bitsin' öfkesine başbakanlık korumalarının şiddetiyle karşılık verdi.

Çukurca'da sayısını açıklayamayacağı kadar büyük bir askeri kayıp veren Ankara, boşa çıkardığı müzakere sürecinin ardından Öcalan'a tecrit uygulayarak, BDP'nin mecliste yemin etmesinin hemen ardından uydurma iddianamelerle binlerce Kürd siyasetçiyi, üç yıldır süren insan avının devamı olarak topladı. Hala da devam ediyor bu sürek avı.

Hem İmralı'da, hem de İmralı dışında yürütülen görüşmelere fırsat vermek üzere tek taraflı eylemsizlik ilan eden PKK'nin bu sürede verdiği kayıp sayısı kırk sekiz. Hepsi de eylemsizlik sürecini sürdürmek uğruna meşru savunma konumda mağara kovuklarında, pusularda katledilen kırk sekiz gerilla. Katledilip, dağlara atılan Kürd gençleri. Aileleri defnetmek istediğinde cenazelerine saldırılan Kürd gençleri.

Bugün de, tetikçi milletvekilleri televizyon kanallarında seçilmiş Kürt vekilleri için ”konuşmaya devam ederlerse mecliste evire çevire dayak yerler” tehdidi savururken AKP'nin savaşı meclis salonuna taşıma hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.

Türk ve Kürt muhalif kesimlerini bir araya getirip ortak çözüm hedefleyen kongre hareketini, AKP denetimindeki yayın organları ile Gülen Cemaati'nin yayın organları, ”BDP polise taş atan, sokak eylemlerine katılan marjinal grupları ve eşcinselleri de kapsayan yeni bir oluşuma gidiyor” biçiminde vererek hedef haline getirmesi, en ufak bir barış girişimine bile tahammülsüz, saldırgan tutum savaşı tek seçenek haline getirmeye hizmet eder.

Hükümet üyelerinin, çözüm üretmek üzere bir şeyler yapmak yerine, televizyon kameraları karşısına geçip ağlamaları, hükümetin çok daha fazla annenin ağlayacağı çözümsüzlükte ısrar edeceğinin bir göstergesi olarak algılanmalı.

AKP bununla da yetinmiyor, seçilmiş, sivil siyasetçileri savaşa zorluyor. Diyarbakır milletvekilleri Şerafettin Elçi de Altan Tan da neredeyse başbakanın yaşı kadar bu topraklarda siyaset yapan insanlar. İkisi de çeşitli zamanlarda kovuşturmalara da uğramışlar. Ancak ne zaman ki BDP'de siyaset yapmaya başladılar, devletin linç girişimiyle karşı karşıya kaldılar. Burada bir hukuk yok, intikam duygusu ile hareket eden bir devlet var. Elçi ve Tan için on yılları aşan hapis cezaları isteniyor. Kürd milletvekillerinin polis zoruyla mahkemelere götürülmesi için kararlar çıkarılıyor. AKP kendinden öncekilerden farklı olarak bu kez, ”hukuk” tuzaklarıyla yeni bir darbe dönemine hükmetmek istiyor.

12 Haziran seçim sonuçlarına göre üç milyonu aşkın BDP seçmeni var. Sadece Yüksekova'da 12 Eylül anayasa referandumunu boykot edenlerin oranı yüzde 98. Bütün Yüksekova'yı tutuklayarak mı barış olacak, tüm BDP seçmenleri tutuklanarak mı çözülecek bu sorun. Ölmekle de, öldürmekle de bitmez bu mücadele.

AKP Hükümeti siyasal çözümün diyaloga dayalı kanallarını açmadığı, işletmediği sürece savaşın derinleşeceği görünüyor. TSK'nın Güney Kürdistan'a yönelik olası bir kara harekatı bugün açıklayamadığının çok daha üzerinde kayıplara neden olacağı açık. PKK yöneticilerinin ısrarla dile getirdiği, ”şimdiye kadar silahlı savaş gücümüzün sadece yüzde beşini kullandık” açıklamaları dikkatle okunmalı. Güney Kürdistan'a yapılacak bir kara harekatının da Kuzey Kürdistan'da savaşı daha da geniş bir alana yayacağı görünüyor.

Yine aynı şekilde, ırkçı, faşist saldırganlığı sokağa salarak, sivil Kürd kişi ve kurumlarına yönelik saldırılara göz yummak, çatışmaların biçimini de içeriğini de değiştirme riski de ciddi bir biçimde karşımızda duruyor.

Erdoğan'ın, bugün gazete ve televizyonların genel yayın yönetmenlerini toplayarak balans ayarı yapma girişimi, ister istemez önümüzdeki günlerde yeni bir, Dersim Katliamı mı yaşanacak kaygısına kaynaklık eder. Erdoğan'ın takriri sükun merakı, Kürd sorununda, uzun yıllara yayılacak yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır.

canerdem2126@gmail.com

Hiç yorum yok: