9 Eylül 2011 Cuma

Türklerde ve Kürtlerde Kırılma Noktası...

Malazgirt’te doğan, 1923’lerde Ankara’da ergenliğini geçiren ve 1923-2011 tarihleri arası yetişkinlik dönemini yaşayan, nasyonal narsist Türk toplum yapısı, 14 Temmuz’da Amed’de ilan edilen Demokratik Özerk Kürdistan ile bir kırılma yaşamıştır. Bu kırılma görülmese bile, bariz hissedilen bir kırılmadır.

Önemli günlerden geçiyoruz. Hem Kürtler hem de Türkler  olarak. 14 Temmuz 2011’de DTK Amed’de “Demokratik Özerk Kürdistan”ı ilan etti. Bana göre bu tarih hem Kürtler için hem de Türkiye ve Türkler için bir milad. Kürtler ve Türkler tarafından iyi işlenirse ve süreç iyi yönlendirilirse, birçok çözümsüzlüğün çıkış noktası olacak. Ancak tersi de söz konusu olabilir.

Kürtler de, Türkler de Demokratik Özerk Kürdistan’ın (Kısaca DÖK olarak kullanacağım) ilanı ile birçok toplumsal-patalojik davranış ve ruh hallerini çözüm yoluna koyacakları bir sürece girecek. Üstelik bu süreç Türkler’de ve Kürtler’de müzminleşmiş, artık her iki topluma da oldukça zarar veren farklı patalojik davranış biçimlerini, ancak en önemlisi patalojik zihniyet yapısını değiştirebilecek güce sahip bir fenomen.

Benim için DÖK bir proje mi? Hayata geçirilebilinir mi? İçi doldurulabilir mi? Talep mi? İlan mı? Kürtler’i yeterince tatmin eder mi? Türk- Kürt savaşını körükler mi? Tek taraflı uygulunabilir mi? Neden müzakere edilmeden ilan edildi? Laf salatası mı? gibi ve daha birçok sorulacak sorunun ötesinde bir öneme sahip.

Bu yazı, psiko-sosyal bir analizdir. Siyasi, politik, sosyal ve kültürel araçlar kullanılmadan ve her türlü milliyetçi toplumsal hassasiyetler kaygısından mümkün olduğu kadar yalıtılmış, tümüyle psikolojik bir değerlendirme yazısı. Öncellikle neden Türkler için bir miladi tarih olduğunu anlatmaya çalışacağım. Sonra da Kürtler için…

Demokratik Özerklik’in ilanı Türkler’in bam teline bastı

Demokratik Özerklik, Silvan’daki askeri operasyon ve çatışmanın sonucu 20 genç insanın hayatını yitirdiği gün ilan edilmesinden dolayı birçok eleştiriye maruz kaldı. (Tesadüf mü? Tesadüflere inanmayan birisi olarak benim için soru işareti?) DÖK’ün ilanı nedeni ile, 14 Temmuz’dan bu yana Türkiye’de yaşananlara ve söylenenlere bakıldığında, basınından, politikacısına kadar bir kırılma yaşandığını tespit etmek çok zor olmasa gerek.

Sağcısından solcusuna, liberalinden muhafazakarına kadar, görünür çaplarının çok altında tespit yapanlar, prof’luk unvanlarına rağmen analiz yerine, hakaret edenler, aşağılayanlar, tehdit edenler, jenosidi hatırlatanlar, Kürt hareketinde bölünme olduğuna dair sevinç çığlığı atanlar vs..vs..

Belki bir iki örnek vermek gerekir. Zaman gazetesinden Fehmi Koru, kurgu bir yazı ile Kürtler’e aba altından sopa göstererek, Srilanka’daki Tamil gerillalarının başına gelenleri anlatıyordu… Aynı gazetenin Ermeni yazarı da 1915’de Taşnak Partisi’nin başına gelenleri anlatıyordu… Tesadüf mü?

DÖK’ün ilanının, ikisinin de bilinçaltında kitle katliamı çağrışımı yapması… (Gerçi bunlar da yeni düzenin derin adamlarıdır, mutlaka derinlerden bir büyük operasyon haberi almışlardır.) …”Kürt dostu” olarak tanınan, bu konudaki samimiyeti beni değil politikacıları ilgilendiren, ancak Kürt sorununun çözümü için yoğun çaba sergileyen Cengiz Çandar, ilan edilen DÖK toplantısı için “musamere” benzetmesi yapıp, DÖK’ü “laf salatası” diye tanımladı… Çiller’in danışmanı, “faili meçhullerin dizayneri” olarak bilinen prof ünvanlı, Mümtazer Türköne’nin yazdıkları ise evlere şenlik dedirtecek cinsten…

Bunları çoğaltmak mümkün. Tam bir zıvanadan çıkış örneği. Tam bir kriz durumu… Hani derler ya; “Bam teline basıldı”. İşte bu DÖK ilanı Türkler’in bam teline bastı… Basındaki ve devletteki sözlü linç sokağa yansıdı. Sokak linçlerinin sorumluları basındır… Sokak linçlerinin sorumlusu devleti yönetenlerdir. Sokaktakilerin de bam teline basıldı. Ve bütün bunlar patalojik bir yapının ürünüdür.

Sonuç olarak, arada tek tük farklı seslerin çıkması genel tabloyu değiştirmiyor. Genel tabloya hakim olan da, yazılan-söylenen ve yapılanları veri olarak alıp bir değerlendirme yapılırsa, şu tespit en makul olanıdır: Ortak bir kırılmanın yaşanması…

Nasyonal Narsisizm

Yaşanan ortak kırılma noktası nedir? Yazılarımı takip edenler, Türk toplumuna egemen olan Nasyonal Narsisizm tespitim olduğunu bilirler. En anlaşılır tarafı, narsist bir benlikteki nasyonal- milliyetçi-ırkçı zihniyet.

Türkler’in “Nasyonal Narsist” olmasının temelleri Orta Asya’dan Anadolu’ya gelip yerleştikleri dönemde atılmış ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu olan 1923’lerde de son şeklini almıştır. Bu süreçler, narsist bir benliğin, çocukluk ve ergenlik dönemine tekabül eden süreçler olarak görülebilinir. Bu süreçler, tarihi-toplumsal ve psikolojik olarak incelenirse, bir toplumun nasyonal narsist bir yapı oluşturması için gereken bütün şartlar mevcuttur. Bundan farklı bir yapının oluşması için, zorunlu olan hiç bir şart yoktu. Narsist bir yapının oluşmasına neden olan üç faktör de o günkü şartlarda mevcuttu. Önemle altının çizilmesi gereken üç faktör; güvensizlik, şiddet ve istikrarsızlık…

Psikopatie-narsizim ve hysteri (histeri) iç içe geçmiş, birçok benzerlikleri olan ve ortalama olarak aynı şartlada gelişen kişilik yapılarıdır. narsizmin çok patolojik yapısı yanında, onu geçici olarak koruyan ve hatta büyüten –güçlendiren özellikleri de vardır. Ancak narsizm, hysteri ve psikopatlığa göre daha hassas ve kırılma ya daha yatkın bir kişilik yapısıdır. Bir psikopat ya da histerik kolay kolay kırılmaz. Biri cinayetlerini işleyerek hayatına devam eder, diğeri de hysterik çığlıklarını atarak. Ancak görece olarak güçlenen ve büyüyen narsist, büyüklüğünü ve gücünü kaybettiği zaman varlık koşullu da ortadan kalkmıştır. İflas edip, intihar eden Japon işadamları buna örnek olarak gösterilebilinir.

Malazgirt’te doğan, 1923’lerde Ankara’da ergenliğini geçiren ve 1923-2011 tarihleri arası yetişkinlik dönemini yaşayan, Nasyonal Narsist Türk toplum yapısı, 14 Temmuz’da Amed’de ilan edilen Demokratik Özerk Kürdistan ile bir kırılma yaşamıştır. Bu kırılma görülmese bile, bariz hissedilen bir kırılmadır. Psikyatrik tanımı ile nasyonalizm ve narsizm arasındaki bir desintegrasyon durumudur. Aslında narsizmin krizidir. Narsizimin kırılma noktasıdır. Tehlikeli bir noktadır. Bu kırılma büyük bir bitiş ile de sonuçlanabilir. Ancak iyi yönetilir ise patalojik olan nasyonal narsist yapıdan kurtuluşun yolunu da açar. Burada görev, devleti yönetenlerden çok toplumun vicdanı olan aydınlara düşüyor.

Kısacası Malazgirt’te doğan, Ankara da ergenleşen Türk toplumu, ya Amed’de son yolculuğuna gidecek. Ya da rehabilite ve terapi olup, gelecek yüzyılda yaşamını nasyonalizm ve narsizmden arınmış olarak sağlıklı bir yönetim ve bireyler ile geçirecek.

Bu mümkün müdür? Ve nasıl mümkündür? Türklerin ve Kürtlerin birbirlerinin patalojik yanlarını nasıl beslediklerine ve birbirlerinin patalojik yapılarını nasıl ayakta tuttuklarına bakmak gerekiyor.

ZAP zaferi bir kırılma noktası mıydı?

Yukarıda DTK’nin 14 Temmuz’da yaptığı Demokratik Özerk Kürdistan’ın ilanının, Türk toplumunda bir bütün olarak yarattığı kırılmadan örnekleri ile bahsetmiştim. Bu kırılmanın nasyonal narsizm yapısındaki bir kırılma olduğunu, iyi kullanılırsa bir rehabilitasyon ve terapi görevi göreceğini söylemiştim...
1 Mart 2008’de Roj Tv’deki bir programda bu düşünce ve teşhisimi, Türk basınının bazı üyelerinin davranış biçimlerini sado-mazoistik olarak değerlendirmiştim. Karşısındaki ya da düşmanı için sadistik ancak kendisi için de destruktif-mazoistik olan davranış biçimlerini örneklemiştim.

5 Mart 2008 de Prof Dr. Zafer Yörük, Güney Kürdistan’da yayınlanan “The Kurdische Globe” adlı sitede “The Mirror of de illusion Smashed” adlı makalesinde, bu teşhisi temel alan oldukça zengin, açık ve eğitici bir analiz yayınladı. Özellikle Türk basınında çalışanların bu analizi okumalarını tavsiye ederim.

Sayın Yörük, bu teşhis ve tespitlerim ile ne demek istediğimi, Psikyatir olmamasına rağmen, Freud’un Psychoanalitik teorisine temel alarak, sosyal, tarihsel ve güncel veriler kullanarak  zenginleştirdiği, anlaşılır ve sade bir dille yaptığı analizlere, çözüm olabilecek tespit ve önerilerini de eklemiş.

Örneğin, Türk basının yıllarca kullandığı inkar ve dezenformasyon tekniğini, Kurtlar vadisi gibi TV dizilerinin- çuval geçirme olayı ile dinamiksel bağlantısını, basının yıllarca, olan ancak olmayan bir savaşı (olmayan –inkar edilen Kürtlerin) nasıl halka informe ettiğini, linç olaylarını, Hrant Dink’in öldürülmesini ve daha birçok olayın, Nasyonal narsizm ile nasıl örtüştüğünün tespitleri ile dolu.

Her kırılma noktasının, terapi için de bir başlangıç olabileceği genel doğrusundan yola çıkarak, benim “Nasyonal Narsist” teşhisimin aslında, verimli bir terapiye dönüşebileceğini savunuyor. Tümüyle katıldığım makalede, kırılma noktası konusunda küçük bir tespit ayrılığı var.

Kürtler bilerek veya bilmeyerek, Türklerdeki narsist yapıyı besledi

Sayın Yörük, bir kırılma noktası olarak “Zap direnişini” örnek almış. Türk silahlı kuvvetlerinin, Zap’ta PKK güçlerince uğratıldığı yenilginin, kırılma noktası olabileceğini tespit ediyor. Bunu Freud’un genç bir hysterik hastasının, kendi yansımasını bulduğu camı (sembolik olarak aynayı) kırarak, içinde bulunduğu çıkmazı yıkan örneği ile kıyaslayıp, Zap direnişini, kırılan aynaya benzetiyor. Ve Zap yenilgisinin, Türk toplumundaki nasyonal narsizmin terapi ve rehabilitasyonunu sağlayabileceğini düşünüyordu…

Aslında bu olabilirdi. Ancak hatırlanırsa o dönem basının bilinçli ya da farkında olmadan, nasyonal-narsist egolarını tatmin etmek için yaptıkları yayın ile Zap, PKK’nin bir zaferi değil zaafı olarak gösterildi. PKK-Ergenokon ilişkisi iddiasından yola çıkılarak, Ergenekoncu komutanların bilinçli savaş hatası olarak gösterildi. Bir kısım basın o dönemde, Hükümet ile ordu arasındaki iktidar savaşında bunu ordunun hanesine yazılacak hatalar olarak gördü ve bilinçli ve istemli olarak halkı manipüle etti. Bu konuda bilinçli tercihinin yanında asıl nasyonal narsist tavrını sürdüren de Taraf gazetesi ve bazı yazarları oldu...
“Bir Türk dünyaya bedeldir”, “her Türk asker doğar” şiarları bilinçaltlarının değişmez-sabit kodları olmuş bazı yazarlar, Türk subaylarının, heronları TSK üzerine gönderme istemlerini (!) en çok da o günlerde yazmışlardı. Oremar ve Aktütün’deki olaylar komutanların Ergenekoncu oluşlarıyla bağlantılandırılmıştı. O komutanlar Ergenekoncu olabilirdi, ancak Zap yenilgisi ya da Oremar’daki kayıpların tek nedeni onların Ergenekoncu olması değildi. Hatta Taraf gazetesinin başyazarı Ahmet Altan, Türk ordusunun neden daha iyi teknik donanıma sahip olmadığını, en çok o dönemlerde dile getirdi. Bu olanların, yazılanların tabii ki birçok izah tarzı da vardır. Ancak benim için narsist benliğin ve nasyonalist üst benliğin mastürbasyonundan başka bir şey değildi.

Tabii bu arada Kürt medyası da farklı bir yanlışlık içindeydi. Ya da tercih edilendi. Örneğin tek tük söylemlerin dışında “Zap zaferi “değil de “Zap direnişi” olarak yorumlandı. Her zaman olduğu gibi Türk toplumunun hassasiyetleri göze alınarak yapılmış olabilir. Doğru, Zap’ta bir direniş vardı. Ancak bu bir saldırı idi. Ve bu saldırının bir yenileni bir de zafer kazananı vardı. Kürtler, Türk toplumunun hassasiyetlerini düşünerek, bilmeden Türkler’deki nasyonal narsist yapıyı beslediler. Nasyonal narsist ego doyumsuzdur. Verdikçe daha çok ister ve sınırı yoktur. Var olan sınır da iki taraf için yıkımdır.

Bilerek ya da bilmeyerek, Kürt tarafından hassasiyetler adına yapılan birçok jest, Türklere zarar verdi. Ve onlardaki nasyonal narsist yapıyı besleyip güçlendirdi… Bunun günlük hayatta örnekleri çok…


YARIN: Sokak linçleri, Kürt tarafının narsizmi ve taraflar ne yapmalı?

DR. IŞIK İŞCANLI

Hiç yorum yok: