16 Eylül 2011 Cuma

Türk Devlet Şiddeti

Türk devleti Kürt halkına şiddet uyguluyor. Devlet sopası Kürdün sırtında, ülkesi işgal altında, dili ve kimliği yasak altındadır. Üstelik uyguladığı şiddeti legitim ve hukuksal görüyor. Kürdistan'ı bombalıyor, sivil seçilmiş insanları zindana dolduruyor. Askeri, polisi, JİTEM'i, bürokrasisi Kürde hakaret temelinde organize edilmiş ve faşist devlet kanunları da Kürtlerin haklarını kısmak için yapılmış. Erkek devlet, erkek Başbakan, erkek Türk, en büyük Türkiye! Düşmanı olmasa da bu devlet düşman yaratır, haraç alır, minare gölgesi satar. Bu sistemin maaşa bağladığı, işi Kürt öldürmek ve baskı altında tutmak olan, savaş ve şiddeti sürdüren milyonlarca; polis, asker, korucu, ajan ve paramiliter unsurları düşününce, Türkiye'de Kürtlere barış ve özgürlük içinde bir yaşam zor görülüyor. Böylesi devletin pasifist halkı da olmaz.
Çünkü eğitim, aile ve bireyleri aynı tornadan çıkarmıştır. Herkes Türk, herkes Hanefidir. Kadın türbanlı, erkek; ekende biçende olmayan ama yiyende Osmanlıdır. Devletin ve Türklerin çoğunluğunun hakim anlayışı, PKK şahsında Kürt düşmanlığıdır. Başbakan, yüzde ellinin sırtından Kürt savaşı sürdürmede ısrarlıdır. Bunun sinyallerini daha ilk yıllarda vermişti. Oysa Kürtler onu mağdur gördüler, Kemalist ırkçı orduya karşı sandılar ama sonunda mağduru oynaması ve orduya karşı görünmesinin bir devlet planı olduğunu geç öğrendiler. İslam şemsiyesi altında Kürtleri bitirmenin daha iyi yürüyeceğinin, devlet projesi olduğu görüldü. Erdoğan iktidarına Kürtlerin sırtında geldi. Hala Kürtlerin büyük kısmı ona oy veriyor.
Oysa Kürtlerin istemleri mütevazi, dünyada kabul gören temel insani haklardır. Türk devletinin karekteri faşist ve ırkçı olduğu için, Kürtlere bu haklarını vermiyor. Böyle olunca Kürtlere sadece bir yol bırakılıyor. Özgürlüğü için birleşip direnmek. Kürtler eski Kürt olmadıklarını, onuru ve şerefiyle gösteriyorlar. Kürt kurumları ve partileri yaklaşıyor, Kürt kardeşliği mücadele saflarında belirgin hale geliyor. Bunca büyük bir halkı dize getirmenin ırkçı-dinci AKP devletinin harcı değildir. Tayyip Erdoğan, basına düşen ses kayıtlarında görüldüğü üzere, bir yandan PKK ile müzakere yolunu açarken, Oslo'da; Qendil'den gelen Kürt temsilcilerle beş temas sürdürüp Sayın Öcalan ile görüşmeler yaparken, aynı anda halkımıza kirli bir savaşın dayatılmasını anlamak mümkün değildir.
Arap devletleriyle el ele Filistin bayrağını BM gönderenine dikmek isteyen Erdoğan; Sri Lanka benzeri Kürt mücadelesini boğacağını düşünüyorsa, tarihten ders almış sayılmaz. Kürt hareketinin ne yapısı, ne karakteri ve moral anlayışı, ne de yaşadığı coğrafya benzerlik gösteriyor. İşin paradoks yanı, Sri Lanka ile Tamil Kaplanları da Oslo'da görüşmeler yaptılar. DİHA'yı hackleyip bu ses kayıtlarını yükleyenlerin amacı, CHP ve MHP'nin faşist ırkçı kesimlerini Erdoğan'a karşı çıkarmaktan öte bir düşüncedir. Gerçi CHP'nin faşistleri hemen ulumaya başladılar. Ama asıl sorun görüşmelerin torpillenmesi amaçlıdır.
Görüşmelerin kesilmesi; kontrolsüz, kirli ve kör bir savaşın Kürtlere dayatılacağına işaret ediyor. Şunu belirtelim ki, Kürt oylarıyla iktidara geldiği halde, Erdoğan ilk beyanatlarında; Kürtler Arjantin'de devlet kursalar bile onunla mücadele ederiz veya Moskova'da düşünmezsen Kürt sorunu yoktur, demesiyle barış umudu yerine hüsran vermişti. Şimdi yıldızının parladığı egemenliğinin zirvesindeyken, devleti Atatürk'ten ileri ele geçirmişken, neden savaşı tercih ediyor? Öcalan, koşullar verilirse, bir haftada bitiririm dediği halde, neden 50 gündür izolasyona atılmış? Neden Türk ordusu sınıra güç biriktiriyor? Neden polis şiddeti yükseltiliyor? Neden BDP çalışanı ve yandaşları keyfi hapse konuyor? Demek ki, görüşmeler yapılsa da Osmanlı kaypaklığı, iki yüzlülüğü sürüyor.
Bir yandan PKK, KCK ile görüşülürken, diğer yandan da Güney'e savaş hazırlıkları yapılıyor. Sağduyu sahibi herkes, Kürt sorununun barışçıl çözümünü isterken, Erdoğan neden savaşı tercih ediyor? Oysa II.Atatürk ve Sünni İslam Halifeliğine oynadığı bu sırada, Kürt sorununa barışçıl çözüm getirirse, yıldızının daha da parlayacağı, Nobel Barış Ödülünü alabileceği bir konumdan kaçıp savaşı tercih etmesinin mantığı yoktur.
ABD ve AB, Batı karşıtı İslamı kendilerine uyumlu yapmak için Büyük Ortadoğu Projesi kurup Erdoğan'ı eşbaşkanlığa getirdiler. Pensylvania'yı, ırkçı-Türkçü Sünni inancını yayma merkezi yaptılar. Böylece Kenan Evren faşist cuntasıyla eli kolu bağlanan Kürtlere ve bazı sol kurumlara karşı serbest bırakılan Akıncılar, adım adım iktidarını gerçekleştirdiler. Erdoğan iktidarı, dünyaya Türk ve Sünni gözlüğüyle bakıyor. Hamas ve Sudan şeflerine kırmızı halı döşerken, Türk eğitim sistemi ve özellikle camiden kazandığı antisemitik duruş, kişiliğinde öylesine yer edinmiş ki, şimdi onun dışa yansımasını görüyoruz. Mısır, Ürdün, Libya, Tunus Müslüman Kardeşleriyle İsrail'e karşı bir birlik kurma düşüncesi taşıdığı görülüyor. Suriye'deki Alevi rejimi yerine Sünni iktidar görmek istediği açıkca görülüyor. Arap dünyasının yıldızı Erdoğan, Gazze'ye gideceğini açıkladı, ama ipleri ABD'nin elinde olduğu için, "tutun beni!“ diyen kabadayı görüntüsü veriyor.
Ülkesinde Kürtlere temel insani hak tanımayan, Filistin için demokrasi havarisi geçinmesi sadece showdur. Arafat'ın Kürt kasabı Saddam'ı nasıl öptüğünü gördük, bugün de Erdoğan öpülüyor. Saddam'ın sonu belli oldu. Erdoğan'ın önünde ise iki seçenek var. Ya tarihin erdemli insanlarının, ya da Saddam'ın yanında yerini alır.


HAYDAR IŞIK

Hiç yorum yok: