18 Eylül 2011 Pazar

Türk Basını Irkçılığı Aşabilecek mi?

Muzaffer AYATA

Günümüzde “Türkiye çok değişti, hatta askeri vesayet rejimi aşıldı” gibi iddialı tartışmalar yapılsa da basının devletçi ve iktidarcı karakteri değişmedi. Ermeni katliamlarından başlayarak Şex Sait ve Dersim katliamlarına kadar devletin işlediği bütün suçlar basın tarafından desteklendi, savunuldu. 6-7 Eylül 1956 İstanbul Rumlarının öldürülmesi ve yağmalanması yine aynı basın tarafından savunuldu. Rum düşmananlığı Kıbrıs’ta Özel Harp Dairesinin öncülüğünde basın tarafından yürütüldü. Kıbrıs’ın işgali, bölünmesini hepsi savundu. ‘70’lerden sonra da sol demokratik hareketler aleyhinde yine istihbaratın, Özel Harp Dairesinin öncülüğünde basın eliyle sürekli kamuoyu oluşturdu. Baskılar ve işkenceler bir biçimde gizlendi ve gerekçelendirildi. Maraş katliamına, 12 Eylül’e böyle gelindi. 12 Eylül’ün yarattığı baskı ve terör atmosferinde toplum nefes alamazken, basın yine darbecilerin ve baskı rejiminin borazanlığını yaptı. ‘80’lerden günümüze kadar da Kürt halkının ulusal demokratik taleplerini ve direnişini devletin ürettiği kavramlarla nitelemeye ve tanımlamaya çalıştı. Bu basın, Yahudilerin ve diğer azınlık sermayesinin tasfiye edilmesinde, varlık yani kafa vergisi ve Nazilerden ödünç alınan çalışma kampları dahi hepsini destekledi.

Şimdi bazı yazar ve aydınlar 6-7 Eylül olayları için “kara bir sayfa” Ermeni ve Kürt katliamı için de benzer tanımlar kullanıyor. Bu söylemlere çok değer vermemek, anlam yüklememek gerekiyor. Yok edilmiş ve ortadan kaldırılmış halklar adına ağıt yakmanın fazla bir anlamı kalmıyor. Tarih aynı zamanda günceldir. Güncelin en yakıcı yaşananı da, Kürtlerin başına getirilenlerdir. Kürtler sadece Koçgiri’de, Ağrı’da, Şex Sait’te, Dersim’de katledilmediler; sadece o dönem köyleri yakılmadı. Şimdi de aynısı yapılmaya devam ediyorlar. Yıllarca Kürtler, Diyarbakır zindanlarında zulüm gördü. Türk basını nasıl bir tutum aldı? ‘90’larda dört bine yakın Kürt köyü yakılıp boşaltıldı. Binlerce insan faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırıldı. İşkenceler, gözaltılar ayyuka çıktı. Türk basını “vatandaşımız ve kardeşiz” dediği Kürtleri ne kadar sahiplendi? Ne kadar objektif yayıncılık yaptı? Bölgede yaşananlarla Ankara ve İstanbul’da masa başında uydurulanlar birbirine hiç uymadı. Halkın taleplerini ve başından geçenleri objektif olarak vermek yerine, hep devleti haklı göstermeye, resmi söylemi kullanmaya ve Kürtlerin kötü olduğunu anlatmaya çalıştılar. Bu açıdan da Kürdistan’da Kürtler nezdinde giderek inandırıcılığını kaybettiler. Çünkü halkın yaşadıklarıyla basında gördükleri birbirine hiç uymuyordu.


Kürtlerle Türkler arasındaki makas giderek daha çok açıldı. Birbirinden kopuş derinleşti. Cinayet şebekeleri, hukuk dışılık, basının desteği olmadan bu kadar kan dökemez, mağduriyet yaratamazdı. Fethullahçı ve AKP yandaşı basın, kara propagandaya dayalı bir yayıncılığı egemen kıldı. AKP’nin iktidar olmasını Türkiye’de büyük bir değişim ve demokrasinin gelişimiymiş gibi propaganda etmeyi sürdürüyorlar. Kürtlerin bütün siyasi ve örgütsel oluşumlarını Ergenekonculardan, Özel Harp Dairesinden devraldıkları dil ve kavramlarla tanımlıyorlar. Kürdistan’da olanlarla merkez bürolarında servis edilenlerin taban tabana zıt olduğunu görmek çok zor değildir.


Türk savaş uçakları günlerce güney Kürdistan’ı bombaladı. Ama Türk basınına bakılırsa bu uçak ve bombalar bir milim sapmamış, sadece gerillanın tepesine inmiştir. Arazi, orman, köylüler hiç kimse zarar görmemiştir! Acaba dünyanın neresinde böyle temiz, sapmasız hava operasyonları yapılabilir? Bu da bir Türk mucizesi olsa gerek! Bir araçta bir aile tamamen yok ediliyor. Olay yerine gidip incelemek, ölenlerin aileleriyle görüşmek, yerel yetkililerden olayı araştırmak mümkün iken Türk basını içinde çocukların da olduğu masum yedi kişilik bir ailenin yok edilmesini görmedi. Aynı şekilde daha geçen gün Şemdinli’de gerillaların askeri, resmi birimlere karşı yaptığı saldırıda devlet güçleri rastgele ateş açıp düğün alanında üç kişinin ölümüne yol açtı. Türk basını, başta hükümet yandaşı olanlar, gerillaların düğündeki sivillerin arasına sızıp askeri birimlere ateş açtığını, iki ateş arasında kalan sivillerin öldüğünü duyurdu. Bu haberin kaynağı kimlerdi? Doğru-dürüst bir kaynak bile gösteremediler. Halbuki Şemdinli küçük bir yer, çatışma herkesin bilgisi dahilinde. Düğün sahiplerine, ölenlerin yakınlarına ulaşmak çok basitti. Bir telefon açmakla bile olup-bitenler öğrenilebilirdi. Ama basın ölen vatandaşlarının haklarını aramadı, hakikatin peşinde koşmadı. Peşinen PKK’yi ve gerillaları suçlayarak olayların içinden çıkmaya çalıştılar. Ama Şemdinlilerin gördükleri ve yaşadıkları farklıydı. Bu durumda halkın adalet duygularının kırılması, basına güvenmemesi en doğal olanıdır.


Bu durumda dökülen kanlardan onlar da hükümet edenler kadar sorumludurlar.

Hiç yorum yok: