28 Eylül 2011 Çarşamba

Tarafeyn

Yayın hayatına Pamukoğlu röportajıyla başlayan Taraf gazetesi, yaşadığımız dönemin simgelerinden biri olarak tarihe geçecek. Bunun nedeni, kendinden önceki her şeyi tarihselleştirme yoluyla tarihsizleştirmesidir. Bu yöntem, kabaca, geçmişi bugün içinden okumaya dayanır.
 
Oysa her dönemin kendine ait, tekrarlanamaz bir ruhu vardır. Toplumları yeniden dizayn eden dönem ruhu, geçmişi bir anlamda orada bırakır. Sözgelimi Sabahattin Ali’nin “Benim Meskenim Dağlardır” şiiri de dahil olmak üzere bütün şiirleri, ırkçı döneminin ürünüdür. Büyük Doğu dergisinin ilk sayılarında Sait Faik’i de görürüz, Oktay Akbal’ı da. Faik Bucak, Nihal Atsız’la birlikte 1950’lerin sonunda, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ndedir. Peyami Safa, Resimli Ay’da Nâzım Hikmet kadar radikaldir. Abdülmelik Fırat, Seyid Rıza’nın idam heyetindeki Celal Bayar’la Yassıada’da yargılanır. Ahmet Altan bile kısa dönem solculuk yapmış ve “İran halılarının üstünde karıncanın adım sesleri duyuluyordu” diye başlayan muhteşem bir roman neşretmiştir.   
 
Musa Anter, Kemal Badıllı, Faik Bucak, Sait Elçi, Yaşar Kaya ve Medet Serhat gibi isimlerin çıkardığı Deng dergisinin 15 Nisan 1963 tarihli birinci sayısındaki “Çıkarken” yazısı, bugünkü Aydınlık’ın bünyesine ağır gelebilecek vurgular taşır: “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk ‘Türkiye Devleti bir bütündür, parçalanamaz’ vecizesi ile bütünlüğümüze göz diken dış tesirlere set çekmiştir. Bu görüşün kuvveti Kurtuluş Savaşını yaratmıştır.” Dördü katledilen bu isimler ulusalcı mıdır?   
 
Hiçkimse toplumsal dinamiklerin birtakım olguları ortaya çıkaran ya da anlamından uğratan dönüşümünden azade değildir. Dolayısıyla solun tarihinde bugün her sosyaliste tuhaf gelen ordu, zinde kuvvet, 555 K, ulus vurgularının kendi günü içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu onu ait olduğu gün için de haklı yapmaz, ama bugünkü yorumun anakronizmasından  kurtarır. Solun bir bölümü için geçerli olan orduyla ittifak düşüncesi bütün solcuları darbeci yapıyorsa, orduya darbe yaptıran faşistler, orduya sızmaya çalışan dinciler ne oluyor? Ordunun bünyesinden attığı kişiler oraya kadayıf ustası olarakgirmiştir? Kenan Evren’le ortak pişirenler demokrasi mücadelesi mi vermiştir?
 
Elbette burada Taraf hempasının çelişkilerini gösterme derdinde değilim. Birkaç soru daha soracağım ama: Hiçbir silahlı eylemi bulunmayan, birkaç gencin kendi aralarında “parti”, “hareket” gibi sözcükler kullanması dışında “delil”i olmayan, internet sitelerinden copy-paste’lerle derlenmiş, sayısız dizgi ve ifade yanlışlarıyla dolu 7600 sayfalık KCK İddianamesi nedir? 1600 siyasetçiyi Türk faşizminin en özgün simgesi şeklinde art arda kelepçeleyerek dizen emniyet, ordudan farklı mıdır? Nejdet Atalay’ı iki yavrusunun dört kolundan sökerek içeri atan bir düzen ayakta iken, baygınlık verici bir devrik cümle yığınıyla hümanist olduğunu ileri sürmek entelektüel iffetsizlikten başka hangi anlama gelebilir?
 
Mardin’de bulunduğum iki yıl boyunca dizi turistlerinden daha fazla karşılaştığım bu nüfus, özellikle Kürt illerinde müthiş bir ilgi gördü. Bize uzaktan selam vermeyen belediye siyaseti, bunları baş köşelerde ağırladı. Büyük medyada derdini anlatamayan biz kemiksiz Kürt aydınları da hemen yazılar döşendik. Bütün Kürtlerin ortak zaafı olan empati aşkıyla yazılmış bu yazıları forum sayfalarında görünce, bir dost daha bulduğumuza inandık. Ancak haber ve yorumlardaki laubali dil, giderek azgın bir efendi diline dönüştü. Sağır edici bir şamata yayan bu bando, Hürriyet’intarzına paramiliter bir odağa dönüşerek intisap etti.
 
Hiçbir toplumda iktidar mercii demokratikleşme talebini içermez, onun temsilcisi değildir. İktidar ve onun perspektifi adına konuşmak kimseyi demokrat ve muhalif yapmaz. Bu tavır ve psikoloji, Ergenekon medyasındaki lumpen aydınlarınkiyle tastamam aynıdır. Akgün, Altındal, Cevizoğlu, Genç, Küçük, Özkan gibi isimlerin boşalttığı canlı yayın koltuklarına kurulan yeni tetikçiler, her dakika saydırıyor. AKP’nin herkesi CHP’leştirme tarzını kullanıyor. Hareme girmiş liman yosmaları gibi görgüsüzler, bu yüzden faşizan özelliğinden bir şey kaybetmeyen devlet karşısında yarattığımız değerlerimize köşelerinden sosyal medyaya kadar sunturlu küfürler savuracak derecede alçalabiliyorlar. Bitmek bilmez bir mesai aşkıyla Kürt siyasetine karşı “avcı birlik” vazifesi görüyorlar.
 
Ergenekon aydınları gibi, “bağ teorisi”yle herkesi kirin içine çekebiliyorlar. “Haklı cehalet”lerinden en ufak bir şüpheleri olmuyor. Sözgelimi Hür, bir yazısında Şerefname’nin yazarı Şerefxan’a “Kürt düşmanı” derken, Baydemir’in Gercüş’teki bir konuşmasında “diken” anlamında kullandığı “drî” sözcüğünü Uslu-Aytaç ekürisi “.ıçmak” şeklinde tercüme etti. Etiğin kıyısından geçmeyen bir söylemle her dakika nasihatte bulunuyorlar ama. İçeriye gönderdikleri faşist generallerin koltuklarına kuruldular. Bu yüzden sürekli biçimde karşı siperleri gösteriyorlar. Kürt partilerini kapatan mahkemelerden, Kürtleri vuran “yasal mermi”lerden, Kürt siyasetine höyküren muktedirlerden bir farkları olmadığını referandumdan önce “BDP haberlerine yer vermeyeceğiz” diyerek gösterdiler.
 
Bu yapışkan zihniyeti izana çağırmanın bir anlamı yok. Bu lumpen takım, statükoya karşı savaşmış her kesimin mirasına konmaya çalışırken, bedel ödemişleri sofrada görmek istemiyor. Hadi bunu sofra adabına yoralım. Ancak bu tutumun orta ölçekli bir devlet olmaya çalışan Cumhuriyet’in emperyal hevesleri dairesinde devindiği açıktır. Biz biraz emperyalist olup gelicez, siz de şununla yetinin, diyorlar. Bir gün masaya oturacak Kürtleri o güne kadar ellerinden geldiğince zayıflatmak istiyorlar. Ama Beyrut’un metruk evlerinden çıkıp, Ortadoğu cehenneminde bütün ülkeler faşizan karakışlarını yaşarken, Kürtleri bir güç haline getiren iradeye kimse tekrar hademelik yaptıramaz. O günler ait olduğu dönemde kaldı.
 
Birgün

Hiç yorum yok: