Gürültülü
bir değişim süreci, tüm Dünya’da reddedilemeyecek bir açıklıkla kendini
dayatmakta ve ekonominin, kültürün, siyasetin ve devletin edindiği
klasik kalıpları zorlamaktadır. Hepimiz, bu değişime tanıklılk
etmekteyiz. Özelde Ortadoğu’nun değişimi ise, sancılı bir görüntü ortaya
koymaktadır.
Irak ve Mısır örnekleri, Ortadoğu demokrasisinin girift ve açmazlarla dolu olduğunun işaretini fazlasıyla vermektedir. Yemen,
Libya ve diğer halk hareketleriyle iktidarlarının değişimden
nasiplerini aldıkları Arap ülkeleri, geleceklerine dair, her gün yeni
bir idealizasyon prosesini gündemde tutmaktayken, Türkiye’nin
pozisyonunun da tartışılması gerekmektedir. İçeride ve dışarıda
manevraları gittikçe sivrilen Türk politikası, olaysal ve fikirsel
olarak, kült olma yolunda Ortadoğu’da hem takdir hem de nefret
toplamaktadır.
PJAK’ın
İran’a karşı ateşkes ilan etmesi ile birlikte, İran devlet
yekililerinin Türk politikası hakkındaki eleştirel açıklamaları,
İsrail-Türkiye arasındaki krize dönen Mavi Marmara konusu ve
buna ilaveten BM’nin konuyla ilgili raporunu açıklamasıyla Türkiye’nin
politik elitinin takındığı külhanbeyi tavrının, Batı’da, Avrupa ve
Amerika’daki yansıması, Ortadoğu’da, “zalime meydan okuyan karizmatik ve
devrimci Türk çıkışı” imajından ziyade, Ortadoğu’ya kötü örnek ve
demokratik aklın yitirilmesine ramak kala devinilen bir hareket ve
yapılan bir hamle olarak görülmektedir. Özellikle Avrupa’nın demokratik
devlet ve kurumlarının, hatta içeride bazı Türk aydınlarının da
dillendirdiği bahse konu kanaatin özünde, Avrupa Birliği’nden kopmakta
olan Türkiye’nin, tam olarak ne yapmakta olduğu sorusu yatmaktadır.
Esasen bu sorunun cevabını pek tabi kendileri bilmekle beraber, sorunun
cevabı, devletçe geliştirilen, toplumda, siyasette, cemaatte, “neo”
kavramının yayılması ve yer bulmasıdır.
Neo-Türkçülük
diyebileceğimiz bu “edinilmiş” siyasi karakter, Türkiye’nin, aslında
özellikle Kürtlerin, pekte yabancı olmadığı Türk siyasal geleneğinden
gelen ve Amerikan-Türk siyasi prensiplerinin getirdiği ve yerleştirdiği,
ithal bir siyasi kişilik ve taktik olgusudur.
AKP iktidarının yaydığı
kanaat, Batı’da “Ortadoğu’nun modeli”, Doğu’da ise “Ortadoğu’nun modeli
ve omurgası” görüntüsüyle süslenen, kolonyalist ve dikdatoryal bir
yönetim anlayışıdır.
Filistin
meselesine, bir dönem, gece gündüz mesai harcayan Türkiye siyasi
iktidarı, aynı enerjiyi Suriye ve Libya’ya harcamaktan geri durmadı.
Edindiği imaj itibariyle de, Ortadoğu’nun hamisi ve modeli konumuna
yükseldi! Ortadoğu’da, Arapların gözbebeği haline geldi. Öyle
ki, Müslüman Kardeşler örgütünden ayrılan bir grup, Mısır’da Adalet ve
Kalkınma Partisi ismiyle ve programıyla siyasi faaliyet yürütmeye
başlayan, Türkiye kopyası denebilecek kadar takipçi olan bir siyasi
iklime kaydı. Türk
devletinin ve AKP’nin aldığı bu gazla, İsrail’e kafa tutmasını, Türk
gururu ve mağrurluğu ile açıklamak ne kadar akılcıdır, bunu hepimiz az
çok tahmin edebiliriz…
Mavi
Marmara mağdurları için, İsrail’in, kendilerine tazminat ve özür
borcunu ağzından düşürmeyen siyasi elit, olayı; sorunu, bundan evvel
olduğu gibi, -sorunlara konu olayları fetiş haline getirmekte, boğmakta
ve esas sorunun üzerine sünger çekip görmemektedir.
Adı geçen olayda,
vicdanen ve ahlaken doğru bulmadığımız, ama yasal
statüye sahip ambargoyu delen bir gemi ve bu insani hamleye terörizmle
cevap veren bir otoriteye karşı geliştirilmesi gereken hukuki ve siyasi
bir planı olması gereken Türk siyasi iktidarının, -ki plan safahatında
C’ye varan bir zenginliğe sahip olan bir örgüt, siyaset adamı ve
tabakasına sahiptirler kendileri! olayı tersten okutup, mazlum ve haklı
imajı yaratarak, kendine pay çıkarmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Daha
amiyane bir ifade ile belirtirsek, artistik bir rol ortaya koymaktadır.
Devleti yönetenler, gerçeklerden, koşullardan kopuk bir politika ve kof
bir karizma peşinde koşmaktadırlar. Kürt meselesinde de aynı tavrı
ortaya koyması, nedenlerden ziyade sonuçlarla ilgilenmesi, apaçık bir
siyasi fetişizmin tezahürüdür. Bu durum, Firavun’un çekişmelerine
benzemekte, hile ile hak ve adalet peşinde koşmaktadır. Kuracağı düzeni,
buyurun siz tahayyül edin.
Demin
izah ettiğimiz Neo-Türkizm/Turanizm, Nur Cemaatinin de felsefik,
ekonomik ve siyasi desteği, alt yapısı ve iktidarın teknokrat güruhunun
gücüyle, gittikçe sertleşen ve özünde kemikleşen bir tavrın gelişmesine
doğru şekillenmektedir. Bu ortamda varlığını devam ettiren, Amerikan
siyasi hedefleri ile örtüştüğü ölçüde İran ve Suriye’deki siyasi
atmosferden nemalanan, 2003 yılında kaybettiği Amerikan prestjini
yeniden tesis etmek adına, Batı’nın gözüne girmek ve Ortadoğu’da da
omurga sahibi olmak için uğraş veren Türk iktidarı, Türkiye’de ve
Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı “Nurjuvazi” mihenkli Türk karakterli
siyasi hegemenonyayı, ya gerçekten çok ileriye taşıyacak, ya da altında
ezilecektir. Bu olayın, oynanmakta olan bir kumar olduğunu düşünmek,
belki biraz safdillik olur, ancak Kürtler, bu tabloda siyaseten tepkisiz
ve cılız bir görüntü ortaya koymaktadırlar. Devlerin savaşında, basit
bir askeri güç-PKK- ve siyasi otorite ile -Federe Kürdistan ve Türkiye
siyasi arenasında BDP- yetinmek Kürtleri geride bırakmaktan başka bir
sonuç doğurmayacaktır.
Elbette
Kürtlerin birliği, Kürtler adına büyük bir kazanımdır. Ancak, Kürt
ulusal/siyasal birliğinin yüzde yüz tesisi dahi, bu ortamda, Kürtlere
elle tutulur bir başarı yolunu açmayacaktır. Belki de yapılması gereken,
Kürtlerin, özerklikten öte, devletleşme ihtiyacının zarureti ve
kaçınılmazlığı üzerinde kafa yormak ve enerji sarfetmektir. Kürt siyasal
camiasına, kanaat önderlerine ve Kürt toplumuna da düşen, bu ödeve
çalışmaktır.
Av. Mürsel EKİCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder