16 Eylül 2011 Cuma

Hapisane mi Hastane mi?

Hasan KIYAFET
 
Ciddi bir araştırma sonucuna göre, ülkemizde 5 kişiden 3’ü psikolojik rahatsızmış. Bu 3 kişiden sadece 1’i  tedavi görüyormuş. Çık işin içinden. Sokakta kimin deli, kim akıllı olduğu belli değil. Hadi sokak önemli değil diyelim, ya bu durum TBMM’ye bilmem hangi devlet katına da yansımışsa ne yapacağız?..

Gelişmiş ülkeler akıl sağlığını hep öne almışlardır. Bizim gibiler ise akıl sağlığını hastalıktan bile saymıyorlar. Bunun en çarpıcı örneğini yurt dışındaki işçilerimizin erken emeklilikleri konusunda görmek mümkündür. Çoğu kafayı yemişlikten emekliliklerine sevindikçe, Avrupalılar da kafayı yiyecek kadar şaşırıyorlarmış.


Sokaktaki vatandaşın akıl sağlığı bir yana, şimdi bizi yönetenlerin akıl sağlığından ciddi biçimde kuşkulanmaya hakkımız yok mu? Bir ülkede araştırmalar yukarıdaki acil sonucu veriyorsa, o ülkenin yönetenleri acilen hastane, sağlık ocağı, huzurevi yapımına girişmeleri gerekmez mi? Oysa bizimkiler acilen hapishane, karakol ve savaş araçları almaya girişiyorlar. Son yıllarda biber gazı, göz yaşartıcı bomba kullanımında dünya ölçülerini aştığımız söyleniyor.


Yine son on yılda yurdumuzda öldürülen, intihar eden kadın sayısında da yüzde binlik bir artış varmış. Mışı mişi fazla elbette, günlük medyada kesilen biçilen, boğazlanan kurşunlanan kadın haberlerinden geçilmiyor. Olanlar sağlıklı bir toplumda görülecek türden şeyler değil . Bütün olumsuzlukların temelinde sosyo-ekonomik eşitsizliklerin, yoksulluğun işsizliğin yattığını söylemek ise yeni bir keşif değil kuşkusuz. Akıl sağlığı bozulan bir toplumda ilk akla gelen  neden, tartışmasız adalette, eşitlik ve paylaşımdaki bozukluktur. Bırakınız eğitimsizi vasıfsızı, eğitimli ve vasıflı işsiz  sayısındaki artış, insanı kara kara düşündürmeye yeter de artar bile.


Bir bilgenin çok güzel ifade ettiği gibi: Polis hırsızın, yankesicinin değil, akşam evine işsiz dönenlerin peşinde olmadıkça hiçbir kötülüğü önleyemezsiniz. Askere yeni öldürücü silahlar, polise daha yakıcı biber gazları almak da sorunu çözmeyecektir. Bütün bunlar sadece halkın ekmeğini  bir parça daha azaltacaktır. Aç kalan insan da aç kurt misali fırın yıkacaktır...


Devleti yönetenler, Kırklar Dağındaki tuğla fırınlarında çalışan kadınların erkeklerle aynı işi gördükleri halde neden erkeklerden az ücret aldıklarını hiç düşünmüş müdür? Harran ovasında mercimek yolan, Çukurova’da pamuk toplayan, Konya bozkırında nohut deren, Karadeniz de fındık toplayan çocukların durumlarıyla ilgilendiler mi? Açlığın ve işsizliğin rengi, ırkı yoktur. Ama kötü düzenin, haksız yönetimin adı ve rengi vardır. Yani kapkara bir kapitalizm ve onun doğal çocuğu olan faşizmdir.


Geçici ve görece bir düzelme yaşayan  devlet hastaneleri, yeniden eski bozuk düzenlerine doğru hızla yürüyorlar. Devlet kurumlarının bütün özellere yem hazırlayan kurumlar haline geldikleri ise bir sır değil. Özel hastaneler ise ciddi paralarla sağlık hizmeti verdiğini söyleyen birer ticarethane. Önce akıl sonra beden sağlığımız bundan sonra Allaha emanet. Devletimizin zaten işi başından aşkın. Yani savaş dövüş gibi mühim işler varken, vatandaşın akıl sağlığı, açlığı gibi vesaire işlerle  kim uğraşacak...


Uzun sözün kısası, bir kişinin akıl sağlığının bozuluşu gerçekte toplumsal bir olaydır. Çünkü toplum, bireylerden oluşan bir bütündür. Hastalığı oluşturan nedenlerin başında ise yarına güvensizlik ve her türlü korkunun müzminleşmiş hali gelir.

Hiç yorum yok: