10 Eylül 2011 Cumartesi

Güneybatı Kürdistanda Nasıl Bir Strateji

Birçok Kürd analizcinin üzerinde hemfikir olduğu önemli bir stratejik gelişme Arap devrimleri dalgasının Suriye işgali altındaki Güneybatı Kürdistan için özerklik / otonomi veya bir federasyon imkanı yarattığı.
 
Kürdlerin nüfusunu kimi yorumcu 2,5 milyon olarak hesaplıyor. Tüm Kürdistan’da olduğu gibi nüfus konusunda verdiğimiz her rakam aslında spekülatif. İşgalci devletlerle çatışma sebeplerinden biri...
 
2,5 milyon nüfus takdir edersiniz ki tek başına bağımsızlık için bile yeterli bir nüfustur. Ancak Güney Kürdistan örneğinde gördüğümüz gibi Kürdistan’ın bir parçasının tek başına (diğer parçalardan ayrı olarak) bağımsızlığı için ne nüfus tek başına yeterli ne de ekonomi. Kürdistan uluslararası bir sorun ve Kürdler üzerindeki uluslararası suçların sonlanmasından bağımsız kendine kalıcı bir çözüm yolu bulacak gibi görünmüyor.
 
Güneybatı Kürdistan da Güney Kürdistan gibi ekonomik olarak güçlü bir bölge. Yazıyı yazarken elimde rakamlar olmasa bile ırkçı Şam Arap yönetiminin Suriye’nin petrol ihtiyacının %80’ini Qamışlo ve civarından çıkardığını biliyoruz (link).  Yaklaşık 480’000 varil günlük üretim olması lazım Güneybatı Kürdistan petrolünün. Şöyle denilebilir: İsrail’in Suriye Kürdlerine ilgisinin oradaki petrol kaynakları için olduğunu söyleyenler, aslında Suriye’nin o bölgeye ilgisinin ve Kürdlere uyguladığı kimlik soykırımının aynı sebepten olduğunu gizlemeye çalışıyorlar.
 
Dolayısıyla Güneybatı Kürdistan konuşulmaya başlandığında dile getireceğimiz konulardan biri Şam yönetimi için elden kaçırmak istemeyeceği bir stratejik ekonomik bölge olduğudur. Suriye, ihracat gelirlerinin %60’ını sattığı petrolden elde ediyor, bunun %80’i Kürd petrolü desek, yaklaşık olarak Suriye gelirlerinin %50’si el konulan, gasp edilen Kürd zenginliğidir hesabı çıkar. Bu satışı yapan uluslarası şirketlerden biri ve önemlisi Hollandalı Shell.
 
Nüfus, yukarıda da değindiğimiz üzere spekülatif. Spekülatif olmasına rağmen Suriye denkleminde en önemli bileşenlerden biri. Ve üstelik önce uluslararası yorumcuların sonra ırkçı Şam yönetiminin ve sonrasında da Türklerin ilk başta anlamlandıramadıkları olgun bir kitle oluşturuyorlar. Devrim dalgası Suriye sınırlarına Ürdün sınırından Güney’den girdiğinde herkes tüm ezilmişliğiyle Kürdlerin ilk önce sokaklara fırlayıp özgürlük haykıracağını sandı. Katledilecek Kürdlerin görüntüleriyle ırkçı Baas rejimine karşı manşetlere çekmek isteyecekleri popüler malzemeyi ucuz yoldan elde etmiş olacaklardı. Kürdler bu kadar ucuz olmadıklarını olaylara karşı serinkanlı tutumlarıyla gösterdiler. Üstelik bu serinkanlılıkları, ağır bir yara olan kimliksiz (haymatlos) Kürdler sorununa çözüm getirdi. Baas rejimi kayıtlardan silip dünya üzerinde en ağır bir duruma soktukları Kürdlere iki nesil sonra haklarını iade etmeye başladı.
Dahası, bu serinkanlılığın Kürd nüfustan gelmiş olmasıydı. Daha önce de değinmiştim, Kürd partileri Güneybatı’da halk üzerinde pek örgütlü değiller. PKK’nin 99’a kadar Şam yönetimiyle özel bir ilişkisi vardı, geri kalan partiler de genel olarak Kuzey veya Güney Kürdistan lider ve partilerinin lütuflarına bırakır gibi oldukları bir Güneybatı çözümü peşinde gibilerdi. Oralardan Kürdistan’ın özgürlüğü başlayacak, bu dalga Güneybatı’lı küçük parçamızı özelleştirecekti. Elbette böylesi pasifist bir yaklaşımın analizini yapmak iyi olurdu. Xoybun’un daha sonra da PDK ve YNK ile beraber PKK’nin kendi ‘esas’ bölgeleri için geliştirdikleri projelerde Güneybatı’ya biçtikleri veya biçmedikleri rolün böylesi bir yaklaşımda rolünün olup olmadığı incelenebilir.
 
Bugün Güneybatı Kürdistan’a dair strateji konuşulurken elbette 2,5 milyon olduğunu varsayabileceğimiz nüfusun pasif bir ‘Godot’sunu’ bekleyen konumda kalmasını öne süremeyiz. Zaten kendileri de sokaklarda Arap gençleriyle eşit bir ilişki içerisinde ‘Azadi’ diye haykıran gençleriyle böyle bir role sığmayacaklarını aktif olarak deklare ettiler.
 
Azadi diye haykırılıyor dedik ama Serxwebun denmiyor. Kendim de dahil yorumcular bir otonomi isteğinin makul ve elde edilebilir bir kazanım olduğunu dile getiriyorlar. Örnek ise PDK ve YNK’nin hükümet ettiği Güney Kürdistan Yönetimi. Ancak benim bu örneğin bu kadar kolay öne sürülebilmesine çekincelerim var.
 
Öncelikle Güney Kürdistan’da, ta öncesinden devralınan bir Erdelan Devleti deneyimi vardı. 19. yy’a kadar tam dörtyüzyıl boyunca Erdelan devleti ne Farslara ne Türklere kendini yedirmeden varlığını sürdürebilmişti. I. Dünya Savaşı sonrası Kürdler ve Kürdistan haritadan silinmek isterken, Süleymaniye’den Mehmud Berzenci kraliyet ilan ediyor, Barzan’dan Şeyh Ahmet Barzani tüm Kürdleri bağımsızlık için biraraya getirecek bir ulusal ideoloji arayışında isyan hareketine liderlik ediyordu. Daha sonra Mele Mustafa Barzani tarihin en uzun soluklu gerilla mücadelesinde peşmergesiyle tüm Kürdistan coğrafyasında mücadelesini sürdürüyordu. Mesud Barzani ve Celal Talabani 91’den itibaren batılıların sağladığı güvenlik şemsiyesi altında modern bir kürd devleti yaratma için biraraya gelirken yola kesinlikle sıfırdan çıkıyor değillerdi yani. Güneybatı’da ise hem yola sıfırdan çıkmak var, hem bahsettiğimiz yakın, çok yakın zamana değin politika algısını belirlemiş Güney ve Kuzey Kürdistan’a umut bağlamış olma problemi var, ve hem de tarihsel olarak, Qamışlo için geçerli olmak üzere, siyasi merkezin bugün TC’de küçük bir ilçe konumuna indirgenmiş olan Cizre olması tarihi gerçeği var. Kürd nüfus içerisinde önemli yeri olan Ezidi Kürdler açısındansa bağlılık Güney Kürdistan’daki Ezidi Kürdlere ve onları siyasi olarak etkileyen, Şeyh Ahmet Barzani’den beri onların hamiliğini yapmış olan Barzani ailesine, bugünkü lideri olan Mesud Barzani’yedir.
 
PKK’nin bu denklem içerisindeki önemi yadsınamaz. ABD’nin Güneybatılı küçük Kürd parti ve şahsiyetlerine yıllardır yaptığı yatırıma rağmen, olaylar bağlar başlamaz bir grubun Qandil’e fikir danışmaya ve birlik aramaya gitmesi elbette çok anlam içermektedir. Çözüm ne olursa olsun PKK bunda çokça belirleyici olacaktır.
Sorun PKK’nin önerdiği ve PKK’nin dışında pek kimsenin (ve anlaşılan o ki içindeki kimilerinin de) ne olduğunu bilmediği Demokratik Özerklik formülü. Bunun yerine herkesin ne olduğunu ilk duyduğunda anlayıp hedefleyebileceği ve ne kadar zayıf veya güçlü olacağının tartışılıp / uzlaşılıp formüle edilebileceği özerklik veya federasyon önermesi yapılsa çok daha mantıklı olurdu. Kısacası PKK çözümde çok önemli bir bileşen olmasına rağmen kendisi hariç kimsenin anlamlandıramadığı ve belki anlamlandırmak da istemeyeceği formülasyonlarla kafa karışıklığı yaratıyor.
 
Oysa Güney Kürdistan Yönetimi örnek verilip aynısı veya benzeri talep olarak öne sürülebilir, öylesi bir yönetimle Güney Kürdistan Yönetimi’nin bir Kürd Ulusal kongre veya konferansıyla ilişkide bulunacağı açıklanabilir. Net ve temiz bir strateji ilanı olur böylesi. Üstelik PKK’li olmayanların da üzerinde anlaşabileceği bir hedef olur.
 
Böylesi bir uzlaşma veya anlaşmadan sonra hedefe uygun diplomasi, güvenlik, hukuki ve idari kurullar oluşturulup bir konsey tarafından eşgüdümleri sağlanır. Öyle bir konseye de, üzerinde anlaşılmış, karara bağlanmış ilkeler dahilinde her türlü karar serbestisi tanınır ki bir ilerleme olabilsin. Yetki Qandil’de veya Hewler’de olmaz yani. Mutlak yenilgi getirir. Ancak strateji değiştirmek gerektiğinde Konsey Hewler ve Qandil’le toplantı önerir, hatta zorlar. Ulusallık da böyle olur zaten. Önemli olan üzerinde uzun uzadıya tartışarak ve sonrasına kıvırtmalara meydan vermeyerek hedefi belirlemektir. Hukuk böylesi zeminlerin üzerine oturarak gelişir ve ete kemiğe bürünür, dayatmalarla veya dalavereli politikalarla değil.
 
Bir kongremizin olmayışı ne kadar acı değil mi? Kırk milyon nüfus bir kongre toplayamamanın utancını ne kadar hissetsek azdır. Hadi açık bir kongre toplanamıyor, bunun gizlisi de mi yapılamıyor?
 
M. Husedin

mhusedin@yahoo.com
 

Hiç yorum yok: