21 Eylül 2011 Çarşamba

Erdoğan Hangi Yüze Tükürüyordu?

Türk devleti, Fransa ve Britanya’nın ortak eseri ve bir Ortadoğu yapılanmasıdır. Ortadoğu tipi „demokrasi“ denilince, seçim akla gelir. Seçilen, diktatör olma hakkını da kazanır.

Rejime, uzaktan kumanda eden baş efendi için, dikta önemli değildir. Önemli olan „şak“ diye görev verdiğinde, „tak“ selamıyla hizmet almaktır. Hele hele, AKP rejiminin yaptığı gibi ilgisi, ilintisi bulunmayan, dahası ekmeğini de yediği ülkeye savaş ilan edip, gösterilen hedefleri vuruyorsa, içeride Kürdistan’ın esir kampı, imamın mezar kazıcı, kamp gardiyanı olması, yayımlanmamış kitabın imha edilmesi, övmeme suçu işleyen 76 yazı adamının tutuklanması, kimseciğin umrunda olmaz. Tersine Araplara model olacak düzeyde, mükemmel kabul edilir. Ta ki, yenisi bulunana kadar.

Nitekim baş efendiye göre, düne kadar Tunus’ta işleyen bir demokrasi vardı. Bin Ali de demokrasinin meyvasıydı. Mısır’ın Hüsnü Mubarek’i, Irak’ın Saddam’ı, götürülme sırasını bekleyen Suriye’nin Esad’ı da… Emre itaatsizliğe kadar, alkışlar onlar içindi. Ömür boyu TC’nin başına layık (ki öyle görünüyor) Recep Erdoğan, efendiye hizmetleri nedeniyle, şimdilerde el üstünde. Ortadoğu’nun diktatörlerine giden alkışları tek başına topluyor. Doğrusunu söylemek gerekiyorsa, gün görmemiş halklar da gelene alkışa durma, gidene tükürme konusunda talimlidir. Toplumsal hayata katılımda, kendilerine biçilen rol, verilen görev de zaten budur. Amerika ve Avrupa’nın son zamanlarda götürdükleri liderler görüldükleri yerde alkışa tutuluyor, omuzlara alınıp dolaştırılıyor, bütün bu düzmece hallere, „halkın önlenemeyen sevgisi“ adı veriliyordu.

TC tarihi, zaten baştan başa düzmece sevgi galeyanlarıyla doludur.

Bugünkü rejimin anası İttihatçılar, 1914 yılında Rusya’yı fethetme azmiyla Sarıkamış’a 120 bin kişilik bir ordu yığarak, dünya savaşının doğu cephesini açmıştı. Askerlerin bir kısmı bitlerin hücumuyla başlayan salgın hastalıklardan ölmüş, 90 bin kişisi de bir gecede donarak kırılmış, böylece savaşa girmeden yok olan ilk ordu rekorunu elde etmişti.

Fakat, TC kahrından ölünmesi gereken bu kahrediciliği, „zafer kazanılmış“ gibi gösteriyor, her yıl olmamış savaşı yeniden canlandırıyor Cumhurbaşkanının da seyrediyordu. Gazeteci olarak, davet alan kurumum adına, bu hameset müsamerelerinin bir kaçını, sonuncusunu da 1986 yılında seyrettim. Kenan Evren, başlara baş, Türklerin babası Cumhurbaşkanıydı. Ankara’dan koruma ordusu arasında ve gazetecilerin eşliğinde, özel trenle Sarıkamış’a gidiyordu. Tren, her istasyonda duruyor, Evren seygi ve sedakat göstermeye gelenleri selamlıyor, sonra düdüğünü çala çala karlar arasında ilerliyordu. Aşkale’de hava ayaz, yer kar, dondu. Ayakları lastikli, paltosuz ilk okul öğrencileri, yüzleri mor, ellerinde Türk bayraklarıyla sıraya dizilmiş, ısınma güdüsüyle tepinerek bekliyorlardı. Alkışlayıcı göreviyle, arkalarında dizilmiş babalarının bıyıkları buz salkımıydı. Çocuklar üşümekten ağlaşıyorlardı. Pencereden bakıyorduk. Kız çocuklarından biri, dizleri üstünde bükülüp yere düştü. Bıyıkları buz bağlamış biri, arkadan koşarak, geldi. Çocuğu kaldırıp, göğsüne bastırdı. Sonra, Evren’e doğru bakıp, „ulan Evren, ben senin ananı…“ diye dümdüz küfretti.

Sarıkamış ve Kars’ta da, yollara dizilmiş, benzer yoksul manzaraları gördük. Ama gazeteler, zorbanın zulmünü, „Evren halk tarafından coşan sevgiyle karşılandı“ diye yazdılar. Ortadoğu böyledir. Zoraki alkışlayıcılar, her yerde sevgi göstericisi oluyordu. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Libya’da Recep Erdoğan’a „sevgi gösterisini“ de benzer bir düzmeceydi. Çoğu da „vivil gösterici” kamufle edilen „ithalat malları”ydı. Türk medyası, her şeyin düzmece, kalabalıkların güç tarafından toplatıldığını bile bile, „Libyalılar onu bağrına bastı“ dalkavukluğu yapıyordu. Buna diyeceğimiz yok da, Erdoğan katliam yapan ülkelerden birinin sorumlusu değilmiş gib adalet dağıtıcısı, iyi yürekli kurtarıcı rolündeydi. Ağzının bir kenarıyla görgüsüzce bir kibirle, muhalefetin hakkını arayan adalet tellalı, öbür yanıyla yıktıklarını ücret mukabilinde tamir etmeye talipti.

Müsameresel „insani” görünüyor, ama o sırada Kürdistan’da olanlar, „atma Recep din kardeşiyiz” dedirtiyor, rolünü yere düşürüp, berbat, malamat ediyordu. Çünkü ordusu Şemdinli’de sivilleri tarayıp, dört can alıyor, evleri, iş yerlerini kurşunluyor, Şırnak’ta, Cizre’de, bir gecede 55 kişi tutulanıyor, Kürt şehirleri gaz serpilerek zehirleniyor, Türk medyası İstanbul’daki Kürt avını, „120 göz altına alındı„ diye zafer narası yapıyordu.

Kürtlere uygulanan zulmün bir günlük bilançosu, palavrayı bırak, utanılası gerçeğe bak demeye yeterlidir. Nafile yere bu sözü söylemeyeceğim. Sormakla yetineceğim: Erdoğan’ın ayna tutup, tükrüğe buladığı yüz, tanıdık ama, kimindi?

AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: