12 Eylül 2011 Pazartesi

Bitmez Tükenmez Senaryo Savaşları

MUSTAFA KARASU

Herhalde PKK’nin Türkiye’ye kazandırdığı şeylerden biri “terör” uzmanlığıdır. Televizyon programları uzmanlardan geçilmiyor. Tasfiye senaryoları gazete sayfalarında bolca yer alıyor. Herkes kendisine göre bir tasfiye senaryosu çiziyor. Birçoğu da bu senaryolar gerçekleşebilirmiş, hatta gerçekleşiyormuş gibi toplumu aldatıyorlar. Bunların önemli bölümünün Kürt halkının moralini bozmaya yönelik psikolojik savaş yöntemi olduğunu biliyoruz. Hatta bu senaryoların Kürt dostlarını parçalamak için yapıldığı da söylenebilir. Böylelikle kaybeden tarafta yer alıp siz de kaybetmeyin mesajı verilmektedir.
En ilginci de bu senaryoların ciddi ciddi tartışılmasıdır. Anlaşılıyor ki bu senaryolar yirmi-otuz yıldır yapıldığı için insanlar çizilen senaryolara inanır hale gelmişler. Ya da çizdikleri senaryoların esiri olarak bu yönlü düşüncede ısrar etmektedirler. Beklentilerini böyle dile getirmektedirler. Günlük tutanlar ve anı yazanların bir süre sonra kendilerini o günlük ve anıların kalıplarına sokmaları gibi.

Çok uzaklara gitmeyelim. 2007 5 Kasımı’ndaki Erdoğan-Bush görüşmesinden sonra yazılanları hatırlayalım. Liberalleri, demokratları, muhafazakarları hep bir ağızdan “PKK’nin ipi çekildi, sonu geldi” demişlerdi. Tüm makaleler PKK’nin sonunun nasıl geldiği üzerine yazılmıştır. Senaryo yapmada ufku geniş olan Mahir Kaynak hızını alamayarak “merak etmeyin, bir-iki ay içinde PKK’nin birinci, ikinci, üçüncü adamları İmralı’daki liderlerinin yanına konulacaktır” demiştir.

Bugün PKK’nin nasıl tasfiye edileceği, nasıl sıkıştırılacağı üzerine senaryo yazanlar dört yıl önce Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra ne yazdıklarına baksınlar. PKK o günden sonra bırakalım tasfiye olmayı ya da zayıflamayı, aksine daha da güçlenmiş, toplumsallaşmıştır. Bu gerçeklik Türkiye’de yazarçizer takımının ne kadar öngörüden yoksun olduğunun kanıtıdır. Daha doğrusu o günkü hüküme t ne istiyorsa öyle yazdıkları görülmektedir.

En son İran’ın PJAK’ı ve PKK’yi nasıl sıkıştırdığı, hatta büyük darbelediği yazılmıştı. Halbuki İran Kürtlerin atlı geldiler yaya gittiler deyiminde olduğu gibi mehter marşıyla gelmiş İzmir marşıyla yüz geri olmuştur. Çok dar bir cephede kırıma uğramıştır. Herhalde İran saldırıları Zap’taki Türk helikopterleri gibi kendi kendine kırıma uğramamıştır. İran’ın başarısından söz edenler, İran’ın ateşkes için nasıl arabulucular devreye koyduğunu bilseler şaşırırlardı.
Türk Dışişleri Sözcüsü Irak’a, Güney Kürdistan’a gidip operasyon ve tasfiyeyi konuşacaklarmış. Bu kaçıncı görüşmelerdir? Bu yazarlar kaçıncı defa Türk dışişleri sözcülerinin tasfiye harekatını konuşmak için gittiğini yazmışlardır. Bu yandaş yazarlar ve psikolojik savaş basını hiç değilse arşivlerden bir şey öğrensinler.

Bu işler görüşmeler ve masabaşında olsaydı Türk devleti PKK’yi yüz defa tasfiye ederdi. Bu yazarlar kendilerine göre bir PKK profili çizmişler, bir devletle anlaştıklarında bu iş tamamdır diyorlar. PKK herhangi bir devlete bağlı olsaydı bu çabalar sonuç alabilirdi. Ama ne var ki, PKK hiçbir güce bağlı değildir. Kimseye diyet ödeme durumu yoktur. Kürt halkının çıkarına olmayan hiçbir şeyi bu hareketin kabul etmeyeceğini kırk yıldır öğrenmiş olmalılar. Yoksa sürekli başarısız senaryoların kalemşorları olmaktan kurtulamazlar.

Herkes bilmelidir ki, Türk devleti başarılı olacağını bilse hemen yeni büyük bir operasyon yapar. Bu konuda ne ABD ne de Güney Kürdistan hükümeti engeldir. Kuşkusuz güney şehirlerine ya da Güney Kürdistan hükümetinin hakim olduğu alanlara girilmesini bu güçlere kabul ettirmesi mümkün değildir. Türk devleti PKK’nin Medya Savunma Alanları dediği yerlere giremiyorsa, kendine güvenmediği içindir. Sonuçlarından kuşkulu olduğu içindir. Bazılarının beklediği gibi Türk devleti girip bitirmeyi hedefleyen bir operasyon yapmaya cesaret edemiyor. Çünkü bunun olamayacağını en iyi Türk devleti biliyor.

Türk devleti ve AKP Hükümeti şimdi böyle bir bitirme operasyonu yerine propaganda yanı ağır basan bazı şeyler yapma planı içindedir. Daha doğrusu propaganda yanı ağır basan böyle bir askeri harekat yapmak zorundadır. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın tarzı sürekli bu tür görüntüyü kurtarma ve propagandayı esas alan hamleler yapmaktır. Herhalde büyük operasyon dedikleri de böyle bir şey olacaktır.
 

PKK yetkilileri ve gerilla komutanları “bekliyoruz” demektedirler. Bir operasyon sürpriz olmayacaktır, ama sonuçları ne olacaktır herkes görecektir. Kısa vadede medyatik bir gösteriye dönüştürseler de, sonuçta Kürt Özgürlük Hareketi pozisyonunu güçlendirerek çıkacaktır. Hatta böyle bir operasyon Kürt sorununun çözümünü zorunlu hale getirecektir. Her işte bir hayır vardır sözü tam da böyle bir operasyon için söylenmiştir.

Medya Savunma Alanları denen yere Türk devleti ile KDP birkaç defa birlikte operasyon yapmışlar ve sonuç alamamışlardır. O dönemde KDP ile PKK arasında ciddi sorunlar olduğu bilinmektedir. Ancak mevcut durumda hiç kimse KDP’nin ya da YNK’nin önceki yıllarda olduğu gibi PKK ile savaşmasını bekleyemez. KDP ve YNK isteseler de böyle bir savaşın içinde yer alamazlar. Güney Kürdistan’da köprülerin altından çok su akmıştır. Güney Kürdistan eski Güney Kürdistan değildir. Kürtler de dört parçada eski Kürtler değildir. Hiçbir dönemde olmadığı kadar kaderlerini birbirlerine bağlamışlardır. Karadeniz ve Ege halkı nasıl ki kader birliği yapmışsa, Kürdistan parçaları da özellikle son on yılda bu yönlü önemli bir bilinç ve bağ geliştirmişlerdir.

Tüm Kürtler sınırların değişmesini talep etmeden her ülkede özgür ve demokratik yaşamak istiyorlar. Ama birbirlerine karşı da özgür ve demokratik yaşam konusunda sorumluluk duyuyorlar. Güney Kürdistan’da bölgesel hükümet ve partiler ne düşünürse düşünsün, Güney Kürdistan halkı Türk devletinin kendi Kürtlerini ezdikten sonra sıranın kendilerine geleceğini iyi bilmektedirler.

Bu gerçeklik görülmüyor. Sinirlioğlu gidecekmiş, ‘sabrımız taştı’ diye tehdit edecekmiş! Aslında Kürtlerin sabrı taşmıştır. 21. yüzyılda hala kimlikleri, özgürlükleri, kültürleri soykırım tehdidi altındadır. Demokratik ÖzerkliK’i tartışmayız bile diyen bir Türk devleti ve başbakan söz konusudur. Güney Kürdistan halkı özerkliği tartışmayız bile diyen bir devletin niyetinin ne olduğunu iyi anlamaktadır.

Kuşkusuz Güney hükümeti de Güney halkı da Kürt sorununun demokratik çözümünü istiyor. Kim demokratik yollardan çözüm varken savaş ister? Ne var ki Türkiye demokrasi içinde bu hakları isteyemezsiniz, talep edemezsiniz diyor. Demokratik Özerklik olmazmış! Anadilde eğitim olmazmış! Çift dilli kamu yaşamı olmazmış! Kürtlerin kendi kendini yönetmesi kabul edilemezmiş! Bu ayrı bir devlet kurmakmış! Bu haklar demokrasi içinde kabul edilemez derken, biz bu talepleri “Kürtsüz demokrasi” içinde engelleriz demek istiyorlar. Zaten bu zatlar TMK gibi bir kanunun olduğu ülkede pişkince demokrasinin olduğunu söylüyorlar. Eski genelkurmay başkanı, Kürtlerin tüm bu haklarının reddedildiği “liberal demokrasi” çözümünden söz ediyor.

Kürdistan kelimesinin duyulmak istenmediği, Kürt sorununu öne çıkaran partilerin etnik siyaset yapıyor diye suçlandığı, binlerce demokratik siyasetçinin tutuklandığı bir ülkede demokratik yoldan hak aramanın mümkün olmadığı açıktır. Başbakan’ın has danışmanlarının demokrasi içinde bu haklar elde edilemez derken kast ettikleri budur. Dolayısıyla Kürt sorununu demokratik yollardan çözülmeli denilirken bunun muhatabı Türk devletidir. Türk devleti, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözmüş de birileri engel olmuş değildir. Türk devleti çözüm için adım atmadığı için bu sorun çözümsüz kalmış durumdadır. Ya da Kürt sorunu kalmamıştır diyerek çözümsüzlük sürdürülmektedir. Bazı aklı evveller de biz sorunu çözsek de terör devam eder diyerek çözümsüzlüğü meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Adama “çöz de kim kabul etmiyorsa görelim” derler. Kaldı ki sorunu çözsek de eylemler devam eder söylemi bir demagojidir. Çözümsüz politikaların üstünü örtme söylemidir.

Türkiye’deki siyasetçiler, yazarlar Kürtleri aptal, kendilerini akıllı sanıyorlar. Psikolojik savaşı arttırarak Kürt Özgürlük Hareketi’ne geri adım attırmayı, özellikle de Kürt demokratik siyasetini kendi çizgilerine yakınlaştırmayı hesaplıyorlar. Böyle düşünenler Kürtlerin yüz yıldır, en son da 30 yıldır yaşadığı tecrübeyi yok sayıyorlar. Kürt demokratik hareketinin ortaya çıkış tarihini ve köklerini görmezlikten geliyorlar. Biz böyle dersek öyle olur diye hareket ediyorlar. Bu kadar subjektivizm, kendine görelik dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Tüm dertleri gerillaya silah bıraktırmak ya da sınırdışına çıkarmaktır. Bunun olmayacağını bile bile işi yokuşa sürmek için bunda ısrar ediyorlar. Kuşkusuz silah bıraktırmayı da sınırdışına çıkartmayı da tasfiye için düşünüyorlar. Çünkü çözüm niyetinde olsalar, bunu gösteren adım atsalar, Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi bunları da tartışmaya hazır olduklarını söylemişlerdir. Özcesi sorun gelip çözüm niyeti olup olmamasında düğümlenmektedir.

Türkiye siyaseti ve basını sürekli tasfiyeyi, tasfiye sonuçlarını tartışıyor. Terör uzmanları PKK’nin nasıl bitirileceğini konuşuyorlar. Eğer Türkiye bunun onda biri kadar sorun nasıl çözülür üzerinde tartışsaydı kırk defa çözülürdü. Kuşkusuz Türkiye ve Kürdistan ayrıdır. Ancak dünyada bu tür sorunlar çözülürken hangi temel ilkeler esas alındı denilerek soruna el atılsaydı bu sorun çoktan çözülürdü. Ancak Kürtleri Türkleştirme; Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme politikasından vazgeçilmediği için bu sorun çözülmüyor. Kürdistan kelimesinden bu nedenle korkuluyor.
Kürt sorunu, Kürtleri Türleştirmekten, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmekten, yani tek millet, tek vatan zihniyetinden vazgeçmekle çözülür. Bu zihniyet bırakılmazsa özel savaş ve psikolojik savaş devam eder. Şöyle yaptık bu sorun bitti, böyle yaptık çözüldü denilerek alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete yaklaşımı devam eder. Bunu da Kürtler kabul etmeyeceğinden direniş de savaş da sürer.
Türkiye’de yaşanan tüm gerçekliğin özü budur.



Hiç yorum yok: