12 Eylül 2011 Pazartesi

Ateşkes Dosyası

2 Ağustos 98 ateşkesinin üzerinden tam sekiz yıl geçti. Ve sekiz yıldır barış mücadelesinin zafere ulaşması için her ateşkesin yıldönümünde dergilerde ve gazetelerde barış konulu dosyalar hazırlandı. Ama gelinen süreç savaşın daha da yoğunlaşacağını gösteriyor. Ortadoğu da patlak veren İsrail’in Lübnan çıkartması bu savaşın sadece Türkiye’yle sınırlı olmadığını gösteriyor. Kendi ülkesinde ki savaşı daha da derinleştiren hükümet Lübnan’da “barışın” sağlanması için asker yollamayı uluslar arası güçlere karşı bir borç olarak görüyor. Türkiye tarihinde görmediği genişlikte bir güçle Kürdistan dağlarına çıkartma yapmışken, Kürt halkına ve onun özgürlük hareketine karşı topyekün bir saldırı başlatmışken bir yandan da barışı sağlamak için Lübnan’a gidiyor. Saymakla bitmeyen çelişkiler zincirinden bir tanesi de hükümet yetkilileri tarafından Hizbullah’ın halk tabanı olan bir hareket olduğu belirtilirken milyonlarca tabanı olan PKK’ye ise terörist örgüttür demekte ısrar ediliyor. Aynı handikabı Türk aydınları da yaşıyor. Lübnan’da Hizbullah taraftarı olan aydınlar nedense kendi ülkeleri söz konusu olunca tarafsız ve hatta PKK karşıtı görünümünde gözükmeye gayret gösteren bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu savaşın böyle devam etmesinden şüphesiz her vicdan sahibi insan rahatsızlık duyuyor ve duymalıdır. Yalnız bu duyarlılığın bir sonuç açığa çıkarabilmesi için çözüm yolları cesaretli bir dille dile getirilmelidir. Ve çözümün ısrarlı bir takipçisi olunmalıdır. Dünyada yaşanan ulusal sorunların birçoğu tarafların diyaloga geçmeleriyle çözülme aşamasındadır. İRA ve ETA örneğinde de görüldüğü gibi diyalog süreçleri sonuç vermektedir. İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu-IRA'nın silahlı mücadeleye son verip, ideallerini bundan böyle siyasal yollardan gerçekleştirmek için çalışacağını açıklaması Türkiye'de 'birilerini' çok sevindirdi. "İnşallah PKK'ye örnek olur" denilen tarihi sürecin ülkemizde de yaşanması için Kürt halkının özgürlük hareketi olan PKK ile devletin diyaloga girmesi gerektiği bilinen bir gerçek. Bu gerçekliğin İRA ve ETA örneklerinde nasıl yaşandığını sizler için araştırdık.

Sinn Fein ile IRA'dan alınabilecek dersler...

İrlanda'nın bağımsızlık mücadelesinin 125 yıllık bir geçmişi var. Bu tarihin 100 yıllık en önemli siyasi aktörü ise Sinn Fein partisidir. Nitekim İrlanda'nın özerkliği için mücadele 1880 yılında başlar. Sinn Fein'in kuruluşu ise 1905'tir. Partinin kuruluş amacı son derece çarpıcıdır:

İngiltere'nin biri İrlanda'nın boğazında, diğeri cebindeki ellerini çektirmek!

Sinn Fein'in siyasi faaliyetlerine paralel olarak silahlanmaya başlayan Katoliklere, İngiliz yanlısı Protestanlar da silahlanarak yanıt verecektir. Protestanların neredeyse dörtte üçü "özerkliği her türlü yola başvurarak engellemek için" taahhüt imzalar ve 1913 yılında bunu yaşama geçirmek için "Ulster Gönüllü Gücü" kurulur.

Avrupa'dan esen 1968 rüzgarı Kuzey İrlanda'ya kadar ulaştığında Katoliklerin barışçı gösterilerine İngiliz ordusunun ve Protestan milislerin saldırısı vahşice oldu. En ünlüsü tarihe "Kanlı Pazar" olarak geçen 1972'deki saldırıda 14 Katolik gösterici öldürüldü. Bu ve buna benzer saldırılara IRA'nın yanıtları da çok sert oldu. Yaklaşık 30 yıl süren çatışmalarda 3 binden fazla insan ölürken, 40 bine yakın insan da yaralandı. Çatışmaların en şiddetli dönemlerinde bile IRA ile İngiltere yönetimi arasındaki 'ilişkiler' hiç kopmadı. Bu ilişkiler, bazan hapisteki IRA militanları üzerinden geliştirilse de, genellikle Sinn Fein üzerinden sağlanıyordu. Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi'nin iktidara gelmesi, Kuzey İrlanda'daki çözüm umutlarını artırdı. Nitekim yapılan seçimlerde Londra'daki parlamentoya giremeyen Sinn Fein, bu seçimlerde son 40 yılın en büyük başarısını elde ederek, 2 sandalye kazandı. Sinn Fein lideri Gerry Adams ile Martin McGuinness Avam Kamarası'na girmeye hak kazandılar. Adams ve McGuinness seçimi kazandıktan hemen sonra, İşçi Partisi iktidarını hemen görüşmeleri başlatmaya çağırdı.

Parlamentoya seçilen Adams ve McGuinnes, 11 Mayıs günü Avam Kamarası'nın tüm imkanlarından yararlanma hakkı elde ettiler. Bunun üzerine, IRA'nın ölüm listesinde adları bulunan bakanlar ateşkes ilan etmeden ve IRA'nın şiddetten vazgeçtiğine dair güvence vermeden Avam Kamarası'na girmesine izin verilmemesi gerektiğini söylediler.

Blair, 25 Haziran'da barış görüşmelerinin Eylül'de başlatılmasını öngören bir takvim belirlemesi üzerine Sinn Fein, 18 Temmuz'da IRA'ya ateşkes çağrısı yaptı. Yanıt geçikmedi ve IRA, 19 Temmuz günü yeniden ateşkes ilan etti.

IRA ateşkesi Sinn Fein'e pazarlık yolunu açınca "önce silahsızlanma" diyen Protestanlar ayağa kalktı. İngiliz yanlısı Protestanların gürültülü itirazlarına rağmen, görüşmeler bazan açık bazan kapalı kapılar ardında devam etti. Dahası güven ortamını daha da artırmak isteyen Blair hükümeti, 1998'in ilk ayında, 1972 yılındaki Kanlı Pazar olayı için bağımsız araştırma yapılacağını açıkladı.

Taraflar "Hayırlı Cuma" anlaşmasına ulaştığında tarih 10 Nisan 1998'i gösteriyordu. Barış Anlaşması'nı onaylamak için 10 Mayıs günü toplanan Sinn Fein Kongresi’ne katılabilsin diye hükümlü 4 IRA militanı 24 saatliğine salıverildi. Militanlara kahramanlara yakışır bir karşılama töreni yapıldı. Buna benzer bir jest, İngiltere yanlısı bir mahkum olan Michael Stone için Protestanları etkilemek için yapıldı. Ulaşılan barış anlaşması halkın onayı için 22 Mayıs günü referandum yapıldı. Halkın yüzde 72'si "evet" dedi. Referandumdan güç alan Kuzey İrlanda Meclisi, 1999 yılında yürütme hakkına sahip bir hükümet seçti.

2002 yılı Ekim ayında Protestanların tavrı yüzünden Kuzey İrlanda kurumları askıya alındı. Biraz da Blair'in dayatmasıyla 2003 yılı Kasım ayında Kuzey İrlanda parlamento seçimleri yapıldı. Ancak hemen 2004 yılı başından itibaren Protestanlar Sinn Fein'in IRA'ya bilgi sızdırdığı iddiasını bahane ederek meclisi boykot etmeye başladı.

2004 yılının son günlerinde gerçekleştirilen 20 milyon sterlinlik soygun IRA'nın üstüne yıkılmaya çalışıldı. Her iki iddia yüzünden 2005 yılı başlarken Londra'da Sinn Fein milletvekillerine yönelik yaptırımlar tartışılmaya başlandı. Yaptırımlardan kasıt, onların dokunulmazlığını kaldırıp hapse atmak değil, yıllık 400 bin sterlini bulan yolluklarını kesmekti. Nisan ayında Sinn Fein, IRA'ya silahsızlanma çağrısında bulundu. Ted Kennedy, IRA'nın silahlı mücadeleyi sürdürmesi halinde Kuzey İrlanda'daki çözüme ABD'den verdikleri desteklerini keseceklerini açıkladı. Bu arada, İngiltere ile IRA arasında el altından sürdürülen pazarlıklar başarıyla sonuçlanacaktı.

Temmuz ayı sonlarında dokuz kez ömür boyu hapisle cezalandırılan bir IRA militanının serbest bırakılmasının ardından, IRA "silahlı mücadeleye son verdiğini; bundan sonra mücadelesini siyasal alanda sürdüreceğini" açıkladı. IRA, 2005 Eylülülünde silahlarının tümünü bağımsız komisyona teslim etti.

ETA'dan alınacak dersler!

ETA, Franco'nun faşist diktatörlüğüne karşı "bağımsızlık ve sosyalizm" hedefleriyle silahlı bir örgüt olarak kuruldu. Franco'nun 1975'teki ölümünden iki yıl sonra başlayan "demokratikleşme" sürecinin sonunda kaleme alınan yeni İspanya Anayasası 1979'da düzenlenen referandumda ülke genelinde kabul edildi; ancak Bask bölgesinde reddedildi. ETA da anayasada "ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının öngörülmemiş olduğu" gerekçesiyle eylemlerini sürdürmeye karar verdi.

Bu tarihten sonraki yirmi yıl boyunca ETA ağırlıklı olarak tekil hedeflere yöneldi, bu eylemleri sonucunda yaklaşık 700 kişi öldü. Bu dönemde aynı zamanda devletin, özellikle de on üç yıl aralıksız süren Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) hükümetlerinin ETA'ya yönelik ağır saldırıları ve GAL adlı gizli örgütte somutlaşan resmi terörü yaşandı. Yüzlerce Basklı yurtsever işkenceden geçirildi, kaçırıldı ve öldürüldü, binlercesi ise hapishanelere tıkıldı.

1980'lerin ortalarında ise, ETA strateji değişikliği içine girmeye başladı. O döneme değin Bask ülkesinin kendi kaderini tayin hakkı sorununu, tüm İspanyol devleti ölçeğinde gerçekleştirilmesi gereken demokratik devrimle ilişkilendiren ETA, daha sonraları kendini bu süreçten ayırıp salt ulusal mücadeleye hasretmeye yöneldi. ETA'nın yeni hedefi artık, İspanya'daki tüm diğer ezilen uluslarla ve işçi sınıfıyla değil, Bask burjuvazisiyle stratejik bir ittifak kurabilmekti.

Bu anlayış çerçevesinde artık örneğin Madridli ve Barselonalı işçiler, ülke ölçeğindeki demokrasi, ulusal kurtuluş ve sosyalizm mücadelesinin vazgeçilmez öğeleri olmaktan çıkıp, ETA ile devlet arasındaki mücadelenin araçları haline dönüştüler. Böylece gündeme gelen Hiperkor, Vallecas gibi kitle ölümlerine yol açan çarşı bombalama eylemleri ülke ölçeğindeki sınıfsal ve ulusal dayanışmanın paramparça olmasına yol açtı, rejimin özellikle Bask'taki baskılarını daha da artırabilmesine zemin hazırladı.

Aznar iktidarının ikinci yılında ETA, "Egemenlik hakkına yönelik yolun açılabilmesi için" süresiz ateşkes ilan etti. Hükümet yetkilileriyle yapılan Zürih görüşmelerinde ise rejim beklendiği üzere ETA'nın Bask'ın kendi kaderini tayin hakkı talebini reddetti. Bunun üzerine, ETA tekrar eylemlere başladı. Sivillere yönelik eylemleri tepki toplarken, devlet operasyonlarla ETA'nın önder kadrolarını tasfiye etti.

Bask sorununun kökünü kazımak isteyen Aznar hükümeti, PSOE ile imzaladığı "terör karşıtı anlaşma" çerçevesinde baskılarını iyice artırdı: Egin ve Egunkaria gazeteleri -ETA yanlısı olduğu iddiasıyla- kapatıldı, başta Batasuna olmak üzere partiler ve toplumsal hareketler yasa dışı ilan edildi, yüzlerce kişi hapse atıldı. Ülkenin en önemli işveren örgütü, Bask parlamentosunun kapatılmasını istemeye başladı. Hükümet, Bask'ın en önemli iki çokuluslu şirketini Madrid'e taşıyıp denetim altına almaya yöneldi.

Ancak hükümetin bu girişimi, tepki çekti. Madrid burjuvazisine tabi olmak istemeyen Bask burjuvazisinin temsilcilerinden Bask Ulusalcı Partisi (PNV) söylemini radikalleştirdi, mevcut otonomi hakkının ötesinde egemenlik arayışlarına yönelebileceğinin işaretlerini vermeye başladı. Nitekim Bask'ta bugün sağcı partiler, otonomi çizgisine evrilirken; Aznar hükümetinin buna yanıtı ise, Bask burjuvazisini ETA'cı olmakla suçlamak ve Bask parlamento ve yerel hükümet başkanlarını hapsetmekle tehdit etmek oldu.

Mart 2004 seçimleri ardından Sol Birlik ve diğer ulusalcı yerel partilerin desteğiyle iktidar olan Sosyalist İşçi Partisi, bu sorunları Anayasa çerçevesinde tek tek yerel hükümetlerle görüşerek ve ulusal burjuvazilerin desteğini alarak çözmek istediği açıkladı. İlk adımı, Katalan burjuvazisiyle anlaşıp yerel hükümetin yetkilerini, neredeyse bağımsızlık anlamına gelecek kadar muazzam ölçüde genişletmek oldu. Herkes bunun ardından Bask sorununun ele alınacağından emindi.

Sonunda beklenen oldu ve ETA'nın hapisanedeki kimi liderleri 2004 yılı ortalarında kaleme aldıkları ortak açıklamada, "Bugün vermekte olduğumuz silahlı mücadele bir işe yaramıyor. Örgüt baskılara tamamen açık durumda ve reaksiyon yeteneğine sahip değil" denildi. ETA yönetimi, bildirinin kendilerini bağlamadığını belirtse de, eski liderlerin ortak mektubu, örgüt için bir dönüm noktası oluşturdu ve dahası Zapatero'ya açık bir davetiye niteliği taşıyordu.

Zapatero parlamentoda, "ETA'nın silahları bırakması halinde kendisiyle görüşme masasına oturabileceğini" ilan edince taşlar artık iyiden iyiye yerine oturdu, gözler ETA'ya çevrildi. Herri Batasuna'nun bu yöndeki bir talebi üzerine, ETA ateşkes ilan etti.

Madrit'teki merkezi hükümetin müzakereler yoluyla Katalonya'ya daha fazla özerklik tanımaya olumlu yaklaşmasının, Bask örgütü ETA'nın süresiz ateşkes ilan etmesinin nedenlerinden biri olarak görülüyor.

İRA ve ETA gibi birçok ülkede gerillalar ile devletler diyalog süreci başlatmış ve bu süreç sonuca doğru gitmektedir. Bu örneklerden yola çıkılarak Türkiye halkını daha fazla oyalamadan ve yine binlerce gencin ölümüne sebep olmadan bu sorunu çözmek gerekmez mi? Yani ETA daha düne kadar Türkiye devleti için de terör örgütüydü. İspanya devleti ETA ile diyaloga girerek bir kayıp mı yaşadı? Hayır, tam tersi demokratik güçlü bir devlet olmanın kapısını iyice açmış oldu. Eğer Türkiye devleti ve aydınları bunu görüp gerekli adımları atmazlarsa tüm sorumluluğun kendilerinde olacağını bilmelidirler. Bu gençlerin katili devletin ve aydınlarının söylediği gibi PKK değil “teröristle masaya oturulmaz” diyerek Kürt sorununun rantını yiyen devlet içerisinde güçlü bir örgütsel ağ ile kendini güç haline getirmiş olan ve şu an devletin yönetimini ele alan çevreler olduğu açık bir gerçektir. Hükümet bu güce teslim olmuş ve tek çare olarak ordu ile PKK’yi çatıştırarak ikisini zayıflatma ve gelecek seçimlerde tekrardan iktidar olma hesapları içerisinde gözüküyor. İnanmış olduğu İslam inancında bu tam anlamıyla “münafıklık” olarak tanımlanır. Yani sorunun çözüm yolunu bilmesine karşın bu sorunu çözmek için uğraşmamak, sorunun üzerinden rant hesapları yapmak münafıklık değil de nedir? PKK’yi cani ve kan emici olarak göstermek ve öyle tanımlamak en ucuz bir yaklaşım değildir de nedir? Durum böyle olunca sorunun çözümünde hükümet otomatikman kendisini devre dışı bırakmış durumdadır. Hükümet,“TMY ile ordunun istediği ne yetki varsa onları verdim ellerine, PKK’nin mali kaynaklarının daraltılması için de diplomatik faaliyet yürüttüm, artık ordu yapamazsa ben ne diyeyim. Elimden ne geldiyse yaptım, bundan ötesi benim işim değil.” Diyerek kendisini sıyırmaya çalışmaktadır. Durum böyle olunca Kürt sorununun görünürde ordu ve PKK olmak üzere iki muhatabı kalmış oluyor. Ordunun da son genelkurmaylık devir teslim töreninde genelkurmay başkanlığını devralan Yaşar Büyükanıt’ın konuşması çerçevesinde hareket edeceği düşünülürse savaş daha da derinleşecek gibi gözüküyor. Yani ufukta bir barış umudu şimdilik yok gibi. Yine binlerce gencin kanının toprağa karışacağı gözüküyor.

Başta da belirttiğimiz gibi defalarca barış dosyası yayınlandı şimdiye kadar. Çünkü insanlar umutlarının tükenmesini istemiyorlar hiçbir zaman. Özellikle de Kürt halkı bunu hiç istemiyor. Kendi özgürlük mücadelesinin eninde sonunda zaferle sonuçlanacağından emin. Dünyada ki diğer özgürlük mücadelelerinde olduğu gibi… Yalnız daha fazla acı çekilmesini istemiyor, daha fazla gencin ölmesini istemiyor. İşte bunun için Önderliklerinin barış perspektifleri doğrultusunda sürekli mücadele etmeye devam ediliyor.

Önderliklerinin uzattığı barış elinin tutulmasından başka bir istemleri yok. Yalnız sürekli barış eli boşta kalıyor ve barış savaşımının ısrarlı savunucusu olan Önderlikleri insanlık dışı uygulamalara maruz kalıyor. İşte bu durum karşısında çocuklarının ölüme gidişine ses çıkaramıyorlar. Bir anne çocuğunun ölümünü ve ölüme gidişini nasıl karşılar bilinir mi acaba? Kürt halk gerçeği olan bu durum anlaşılsaydı acaba aydınlarımız bu kadar rahat değerlendirme yapabilirler miydi; PKK’ye ve Kürt halkının Önderliğine ilişkin? Şu an yaşanan tam anlamıyla Kürt halkının ve onun özgürlük savaşımının anlaşılmaması ve anlaşılmak istenmemesidir. Çünkü eğer geçmişe doğru gözlüklerle bakılırsa Kürt özgürlük hareketinin barışın gelişimi için ne kadar çaba sarfettiği görülecek ve böyle kolay ucuz değerlendirmelere girilmeyecektir. Tarihte PKK 1993, 1995 ve 1998 tarihlerinde ateşkesler ilan etti. 1999'da ise daha da önemli bir adım atarak tüm gerillasını Önderliğinin çağrısıyla sınırdışına çıkarttı. Ancak atılan tüm bu adımlar devlet yetkilileri tarafından hep "taktik, pazarlık girişimi ve toparlanma hamlesi" olarak nitelendirildi, klişe haline gelen 'Devlet eşkiya ile pazarlığa oturmaz' sloganı ise her ateşkeste tekrarlandı. En son 2005 ateşkesi de aynı şekilde geçirildi. PKK’ye silahları bırakması çağrısı yapan aydınlar operasyonların durdurulması için açık bir çaba içerisine girmediler. Son olarak Koma Komalên Kurdîstan’ın barışçıl yollardan sorunun çözümü için üç aşamalı çözüm planına ve 1 Ekim 2006 ateşkesine karşı olumlu tepkiler geldi. Bu biraz daha barış umutlarını canlandırsa da sorunun çözümünün önünde engel teşkil eden güçler hala başta olduğu için yine temkinli yaklaşmak gerekiyor. İstemimiz daha fazla can ve değer kaybı yaşanmadan bu sorunun çözüme kavuşması için Önderlik muhatap alınarak PKK ile diyaloga geçilmesidir. Her ne kadar diğer ülkelerdeki sorunlarla ülkemizdeki sorunlar farklı olsa da çözüm yollarını geliştirecek ortak yan ise diyalogdur. Aksi halde barış savaşımlarını şimdiye kadar aralıksız sürdüren Kürt halkı; gerillasıyla, genciyle, kadınıyla direnişini sürdürüyor ve sürdürecektir. Topyekün bir imha savaşında kaybeden Kürt halkı ve O’nun Özgürlük Hareketi değil insanlık olacaktır.

Kaynak: www.komalenciwan.com

Hiç yorum yok: