Bölgede Kürtlere karşı geliştirilen ikinci uluslar arası komplonun
öncülüğünü yapan Türk devleti bir taraftan Güney Kürdistan’a yönelik
işgal hareketinin hazırlıklarını yaparken diğer taraftan da Suriye’ye
yönelik askeri bir operasyonun ön hazırlığı için Arap dünyasına
diplomatik atakta bulunuyor. Hafta sonu Irak ve Güney Kürdistan’a
göndermiş oldukları Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu önce
Bağdat’ta Irak dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ve Irak Milli Parlamento
Başkanı Usema Necufi ve Irak cumhurbaşkanı Sayın Celal Talabani ile bir
görüşme gerçekleştirdi.
Bağdat’tan sonra Kürdistan’a gelen Sinirlioğlu
Selahaddin’de Kürdistan bölge başkanı Sayın Mesut Barzani ile görüştü.
Bu görüşmeleri iki şekilde yorumlamak mümkündür; Birincisi Erdoğan ve
AKP hükümeti için bu kadar önemsenen işin ucunda PKK hareketinin
tasfiyesi gibi önemli bir operasyonun olduğu böylesi bir göreve bu kadar
alt düzeyden ve bölgede ki güçleri tanımayan bir kişinin gönderilmesi
Türkiye’nin ne Irak nede Güneyli güçlerden istediği desteği
koparamayacağı anlamı çıkmaktadır. Dolaysıyla sadece alanda ki güçleri
yapılacak olası bir kara operasyonu için bilgilendirmek ve Güneyli
güçlerden olabilirse tehdit ve şantajla bazı şeyleri koparmaktır.
Elbette yapılan görüşmelerde destek vereceklerine inanmasalar dahi Türk
tarafı hem Irak hem de Güneyli güçlerden bazı taleplerde bulunmuştur.
Kimi talepler yerel basına yansıdı. Bu taleplerin ne olduğunu ileriki
bölümlerde yazmaya çalışacağım.
İkincisi ise ki yerel basın
tarafında çokça ön plana çıkarılan ihtimal olarak dile getireyim.
Sinirlioğlu’nun Güney Kürdistan yetkililerden özelikle Sayın Celal
Talabani’den PKK ile devlet arasında aracı rol oynama talebinde bulunmuş
olma ihtimalidir. Görüşmeler esnasında hiçte gündemde olmadığı halde
Celal Talabani’n BDP parlamenteri Leyla Zana’yı davet etmesi yerel basın
tarafından bu şekilde yorumlandı. Yine Celal Talabani’n bizzat
Sinirlioğlu heyetinden Sayın Öcalan’ın yakında İmralı’dan İstanbul’a
taşınacağı bilgisini aldığını basına yansıtması ise bölgede tamda
böylesi bir hava yansıttı. Bu durumun tamda böyle olmadığını
düşünüyorum. Her ne kadar Sayın Celal Talabani ile Sinirlioğlu arasında
böylesi bir diyalog geçmiş olsa da basına yansıtılan şeylerle
görüşmelerin esas içeriğini örtbas etmeye yönelik bir enformasyon
kirliliği olduğunu düşünüyorum. Ben ikinci ihtimalinin ve Leyla Zana’nın
çağrılmasının BDP’li parlamenterlerin meclise dönmeleri için ikna
diplomasisinin yürütüldüğünü düşünüyorum. Tabi sadece ikna
diplomasisinin bununla sınırlı olmadığını son dönemde Mesut Barzani,
Neçirvan Barzani, YNK’li olan Güney Kürdistan Tahran Temsilcisi Nazim
Ömer Debax’ın PKK ve PJAK gerilla güçleri silahları bırakarak mülteci
kamplara yerleşmeli ve silahlı mücadelenin anlamsızlaştığı çağrılarının
kendi başına yapmadıkları anlaşılıyor.
İşte bu ikna diplomasisinin diğer
bir ayağı ise BDP’ye Türk devletinin dediği gibi PKK ile kendi arana
mesafe koy sorunları şiddetle değil parlamenter yolu ile çözmeye çalış
elinize bir fırsat geçmiş bu fırsatı iyi değerlendirin görevinin Güneyli
yetkililerin önüne koymuş olmalılar. Bu mesajlar Leyla Zana’ya verildi
mi verilme dimi bilmiyoruz? Ama ileriki dönemlerde bu konular daha da
netlik kazanacaktır. Bu ikili diplomasinin özü bir taraftan askeri
operasyon için Güneyli güçlerden destek alarak direnen güçleri tasfiye
iken diğer tarafı ise siyasi alanda Kürt iradesini teslim almaya
yöneliktir. Bunu Erdoğan bayram öncesi yürütmüş olduğu psikolojik
savaşla denedi. Tüm Kürt siyasetçileri ve şahsiyetlerini tehdit ederek
taraflarını netleştirmelerini “terör” ile aralarına mesafe koymalarını
yoksa kendilerinden hesap soracaklarını söylemişti. Ama anlaşılan o ki
Erdoğan’ın tehditleri çokta yer bulmamış olacak ki bu sefer Güneyli
güçleri devreye koymaya çalışıyor.
Güneyli güçlerin son dönemlerde
en üst düzeyde yapmış oldukları tüm açıklamalar dikkatle incelendiğinde
Erdoğan ve AKP hükümetinin ısrarla BDP’ye ve Kürt Özgürlük Hareketin
ısrarla dayatmak istediği politikalarla birebir örtüştüğünü
göreceksiniz. Bu bir tesadüf mü? Yoksa oldukça planlı bir biçimde
yürütülen bir konsept mi bilemiyoruz? Ancak dünya’da ki tecrübelere
baktığımızda siyaset ve diplomasilerde tesadüflere yer olmadığını atılan
her adımın, söylenen her sözün hangi güce ne mesaj verilmesi gerektiği
önceden milim milim hesaplanarak söylendiği görülecektir.
Bu
görüşmelerde yerel basına yansıdığı kadarıyla Güneyli güçlerden ikna
diplomasisi dışında istenen daha başka şeylerde varmış; birincisi
PKK’nin Güneyde ki faaliyetlerin sınırlandırılması, Medya savunma
alanlarına yönelik tüm giriş-çıkışların kapatılması, PKK’ye lojistik
desteğin kapatılması, PKK’nin bulunduğu alanlarda ki sivil yerleşim
birimlerin boşaltılması (hava saldırılarının daha rahat yapılması için),
var olan askeri ve istihbarat üslerinin daha aktif hale gelmesi için
daha fazla imkân tanınması, Süleymaniye’ye bağlı Ranya ve Qeledız
ilçelerinde yeni ve daha büyük askeri ve istihbarat üslerinin
kurulması(bu alanlarda 2000’de kurulan istihbarat üsleri zaten var.),
yine medya savunma alanlarına giden tüm yollarda ki askeri kontrol
noktalarında peşmerge güçleriyle birlikte kalmak( sinirlioğlu
görüşmesinden sonra medya savunma alanlarına giden son askeri kontrol
noktalarında şimdiye kadar yapmadıkları bir uygulamayı yürürlüğe
koymuşlar. Oda giden herkesin kimliğini ve pasaportunu gidip gelinceye
kadar yanlarında tutuyorlar.) bu güçlerle istihbarat paylaşımıdır.
Bu
taleplerin ne kadarının Güneyli güçler tarafından kabul edilip
edilmediğini bilmiyoruz. Bu durum bir iki hafta içinde netlik kazanır.
Bu temaslar özelikle Sayın Mesut Barzani ile yapılan görüşme oldukça
sıradan ve önemsiz bir görüşme gibi basına yansıtıldı. Çok rutin bir
habermiş gibi geçiştirdiler. Yine Türk devletinin bu görüşmelerde
istediğini koparamadığı havası yansıtıldı. Umarız öyledir.
Yusuf Ziyad
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder