20 Ağustos 2011 Cumartesi

Türkiye-İran-Suriye Denkleminde Kürtler ve Olası Operasyonlar



Erdoğan, Libya politikasında olduğu gibi Suriye’de de ABD-NATO politikasına angaje olmasının karşılığını, Kürtlere yönelik savaşı en üst boyuta çıkartarak alıyor. Bu konuda ABD ve AB açık destek vereceklerdir. İttifak, çelişki, çatışma, rekabet ilişkilerinin iç içe geçtiği bölgede hedef tahtasında olan Kürtlerdir.

Son politik gelişmeler, bölgenin ciddi bir istikrarsızlığa doğru ilerlediğini ortaya koyuyor. Küresel güçlerin yeniden dizayn etmeye başladığı bölge devletlerinin önemli sorunlar yaşadıkları da bir gerçek. Özellikle İran-Irak-Suriye ve Türkiye dörtgeninde yaşananlar, önümüzdeki süreçte çok daha ciddi politik ve askeri gelişmelerin olacağına dair önemli veriler ortaya çıkarmış bulunuyor.


Birincisi, İran sanırım ilk kez, PJAK-Kürt gerillalarına yönelik bu düzeyde kapsamlı bir saldırı yaptı. Türkiye’nin askeri güçlerinin de içerisinde yer aldığı bu saldırı, bölgesel politik denklem bakımından önemsenmektedir. Ayrıca Irak ve ABD’nin de bilgisi dâhilinde yapılan saldırı operasyonun hedefindeki Kürtlerin politik önderliğini yürüten güç, ideolojik-politik olarak küresel sermayenin çıkarlarıyla çelişmektedir. Kapitalist sisteme karşı kendi alternatif modelini önermekte ve kendi koşulları içerisinde bunu yaşama geçirmek için somut adımlar atmaktadır. Bu bakımdan İran’da da alternatif bir güç olan PJAK’a karşı saldırı ABD ve AB’nin de onayını almış bulunuyor. İran askeri güçlerinin yapmış olduğu açıklama bunu doğrular niteliktedir.


İran ile ABD’nin, bölgede ciddi çıkar çatışmaları olmasına rağmen, Kürt Toplumsal Hareketine yönelik ortak hareket etmeleri bir çelişki olmayıp, ortak buluşma noktalarını oluşturmaktadır. İran’ın operasyonuna özellikle Bağdat hükümetinin sessiz kalması, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin birkaç küçük çıkış yapması, hem ABD’nin Irak’ı koruyan askeri komutanlığının hem de Obama hükümetinin ciddiye alınır merkezi bir açıklama yapmamış olmaları, operasyonu desteklediklerine dair önemli bir veridir.


Kürtlere saldırarak verilen mesaj

İran’ın nispeten bölge ülkelerinin de onayını alarak Kürt toplumsal güçlerine yönelik başlattığı saldırı, esasen stratejik bir ittifaktır. Özellikle İran-Türkiye arasında bölgeye hâkim olma konusunda belirgin bir rekabet bulunmakla birlikte, stratejik buluşma noktaları; Kürt Meselesidir. Kürtler, her iki devlet sınırları içerisinde ciddi ve devletlerin politikalarını etkileyecek bir güce erişmiş bulunuyor.

İran’ın, Kürt hareketine karşı bu düzeyde, kapsamlı bir saldırıya yönelmesi, Türkiye’ye de verilmiş önemli bir mesajdır. İran, ABD’nin yakın gelecekte, Türkiye’yi kendisine karşı kışkırtacağının farkındadır. Türkiye-İran ilişkilerinin zedelenmesinin, bölgesel dengelerde önemli bir etki yaratacağı biliniyor. İran’ın, yalnız kalmamak için, Türkiye’nin de yumuşak karnı olan Kürt gerillalarına yönelik saldırıda bulunması, Türk devletine verilmiş ciddi politik bir mesajdır.


İran’ın, Ortadoğu’da belirleyici bir güç olmasını engelleyecek en önemli faktörlerden biri, Kürt meselesidir. Kürt meselesi, bir bakıma İran’ın da yumuşak karnı olarak tanımlanmaktadır. İran molla rejimi içerisinde ciddi bir iç rekabet var. ABD-AB politikalarına yönelen önemli bir toplumsal tabanı olan bir kesim bulunuyor. Ayrıca molla rejimi içerisinde de dini lider Hameny ile Cumhurbaşkanı Ahmet Ahmedinejad arasında bir iktidar kavgası olduğu biliniyor. Bu durum, İran’ın iç politikasında olduğu gibi bölgesel ilişkilerini de etkileyen olumsuz bir faktör olarak ön plana çıkmaktadır. Bu bakımdan İran, dikkatleri iç politik çatışma ve rekabetten kaçırıp Kürtlerle çatışmaya çekerek, nefes almaya çalışıyor. Ayrıca Kürtlere yönelik askeri operasyonları, Pers halkı arasında milliyetçiliği körükleyerek bir avantaja dönüştürmek istiyor.


Kürtlerin Suriye denkleminde de yeri var

İkincisi, Suriye’nin iç politikasında bir kriz var. Suriye’nin Baas rejiminin, küresel güçlerin de dolaylı ve kısmi olarak destekleyip geliştirmeye çalıştıkları iç muhalefeti, askeri güçleri kullanarak bastırmaya çalışması, Ortadoğu denklemini etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin Suriye’deki iç politik gelişmelerine müdahale etmeye başlaması ve dolaylı ‘işgal’ tehdidine vurgu yapması, Suriye-Türkiye ilişkilerinde gelinen yeni politik düzlemi ortaya koymaktadır.

Ayrıca Suriye’nin iç muhalefeti sanıldığı gibi güçlü değil. Toplumun farklı kesimlerinin Baas rejimine belirli bir desteği var. Muhalefetin örgütsüz ve kendi içinde farklı politik eğilimlere sahip olması nedeniyle, özellikle batı basınında işlendiği kadar güçlü yapılar yok. Ayrıca Suriye’de iç politik dengeleri değiştirmede rol alacak olan ve önemli bir toplumsal taban oluşturan Kürtler, politik gelişmeleri izliyor. Kendi içerisinde ciddi bir örgütlülük oluşturmaları, ‘Demokratik Özerklik’ için somut adımlar atmaları ve hatta kendi savunma gücünü kurma kararı almaları, Şam rejiminin de buna özel bir tepki göstermemesi, zımni bir anlaşma olarak algılanmaktadır. Bu hem Şam rejimini rahatlatmakta hem de Kürtlere önemli bir politik alan açmaktadır.


ABD ve AB gibi küresel sistem güçlerinin Baas rejimini, iç politik çelişkileri kullanarak değiştirme şansı son derece zor görünüyor. Geriye dış müdahale kalıyor. Bunun için Birleşmiş Milletler Konseyinin kararı gerekiyor. ABD-AB ikilisinin burada bir karar çıkarma şansları da zor. Rusya ve Çin’in buna pek izin vereceklerini sanmıyorum. Libya örneğinde olduğu gibi bunun bölgesel rekabette bir sorun yaratacağı biliniyor.


Suriye yolunda bir taşeron

ABD, Suriye’ye karşı Türkiye’yi çok farklı boyutlarda kullanmaya çalışmaktadır. Karşı karşıya kaldıkları ekonomik ve politik sorunlar nedeniyle bölgesel ilişkilere istedikleri düzeyde müdahale edemeyen ABD ve AB, saldırı politikalarını Türkiye üzerinde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Şam’a gönderilmesi bunun bir işareti olarak algılandı. Davutoğlu’nun ziyareti sonrasında, ‘Esad hizaya geldi, uyarılar sonuç verdi’ biçimdeki açıklamaların hiçbir politik değeri olmadığı anlaşıldı. Hatta sadece ABD’nin tehdidini Şam’a götürmekle taşeronluk görevini yapan Türkiye’nin pek de ciddiye alınmadığı da daha ikinci günde ortaya çıktı.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Şam yönetimine “operasyonları derhal durdurun. Durmazsa konuşacak bir şey kalmaz" biçimindeki tehdidini yorulmayan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, "Bir hafta önce Türkiye'nin bakışı, bakan Davutoğlu'nu Suriye'ye gönderme ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Essad'a sert talep listesi verme yönündeydi. Umut, Essad'ın yıllardır Suriye ile güçlü siyasi ve ticari ilişkileri olan, önemli etkisi bulunan komşusunu dinleyebileceği yönündeydi. Ama bu ziyaretten sonra hepimizin gördüğü, kan dökmenin artması oldu. Türk sabrının giderek tükeniyor olması bizim için sürpriz değil. Bu, bizim şu anda durduğumuz pozisyonla tamamen tutarlı.”


Nuland, “Türk askerinin sivilleri korumak için Suriye'ye yönelik askeri müdahale yapması halinde, bunu destekleyip desteklemediklerine” yönelik soruya yanıt verirken, “amaçlar aynı, taktikler de yeni ekonomik ve siyasi adımların atılmasıyla ilgili olarak her hükümetin kendi egemenliğiyle ve ulusal olarak alınacaktır.” Bu değerlendirme, aslında Türkiye’yi olası bir askeri harekâtın içine çekme politikası veya projesidir.


Üçüncüsü, Suriye meselesi, esasen Türkiye’nin bölgesel politikasının yönünü belirleyecek niteliktedir. Seçimlerden önce ABD-AB ile AKP hükümeti arasındaki görüşmelerde Libya, Suriye ve İran’a yönelik belirlenen stratejinin yaşama geçirilmesi için Türkiye’ye önemli roller verildi. AKP’nin söz konusu politikaları kabul etmesiyle bir bakıma yeniden iktidar olmasının önü açıldı.


Türkiye, bölgesel ilişkilerde küresel sermayenin aktif bir oyuncusu olmak için ön plana çıkartılıyor. Bunun için, Libya politikası bütünlüklü olarak iflas etti ve NATO eksenli ABD-AB’nin belirlediği politikalara tamamen entegre oldu. Aynı şekilde, Suriye ile ‘sıfır problem’ yaygarası da fiilen sona erdi ve ABD’nin belirlediği politikalar ekseninde Suriye’ye yönelik bir kısım politik-ekonomik ve askeri saldırıların hazırlığı yapıldı.


“Suriye iç meselemizdir”

Son birkaç haftada ABD’nin Ortadoğu-Suriye uzmanları, askeri temsilcilerinin Türkiye’yi sık sık ziyaret etmesi ve buna paralel olarak Erdoğan’ın “Suriye sorunu biçim iç politikamızdır” biçimindeki değerlendirmesi ve bir bakıma müdahale tehdidini yapması, esasen ABD’nin belirlediği bir politikadır. Böylelikle ABD’nin, bölgesel saldırıyı Türkiye üzerinden yapmaya karar verdiği anlaşılıyor.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik ABD eksenli bir dış politika izlemesinde bir başka faktör, Suriye’de Kürtlerin Özerklik konumuna doğru gitmeleridir. Böylesi bir oluşum, Türkiye’nin bütün planlarını alt üst edecektir. Bu devletin stratejik varlık nedenini ortadan kaldıracaktır. Bundan dolayı Esad yönetimine karşı ciddi bir öfke oluşmuş durumdadır. 850 kilometrelik komşuluk ilişkisinin arka plandaki karşılığı Suriye’de ‘Özerk Kürdistan’ın kurulması korkusudur.


Türkiye, ABD’nin bölgesel stratejisine uygun bir politika izlerken, kendisi bakımından son derece önemli olan Kürt meselesinde ise küresel güçlerin daha aktif desteğine ihtiyaç duymaktadır. Yapılan görüşmeler ve anlaşmaların bu yönde olduğuna dair çok sayıda veri bulunuyor.


Erdoğan’ın savaş ilanı

Erdoğan’ın Kürtlere yönelik savaş ilanı, sadece histerik duygularıyla ortaya koyduğu bir değerlendirme değildir. Bunun arkasında ABD ve AB ikilisi bulunuyor. PKK şahsında Kürtlere karşı çok yönlü tasfiye kararı olan AKP hükümeti, Türkiye’yi bölgesel bir savaşın içine çekmeye başlamış bulunuyor.
AKP’nin savaş hükümeti kurması ve fiilen yeniden ‘Olağanüstü Hal’ sürecine dönülmesi, operasyonların çok kapsamlı olarak geliştirilmesi, çözüm yerine savaşı esas alan politikaların uygulanmaya başlanmasıyla Öcalan’ın aradan çekildi. PKK’nin de süresiz ateşkesi bitirme kararı alması, savaşın yeniden şiddetlenmesi anlamına geliyor.


Erdoğan, Libya politikasında olduğu gibi Suriye’de de ABD-NATO politikasına angaje olmasının karşılığını, Kürtlere yönelik savaşı en üst boyuta çıkartarak alıyor. Bu konuda ABD ve AB açık destek vereceklerdir.


Kürtler hedef tahtasında

Türkiye’yi tehdit eden en büyük iç politik krizin kaynağı olan Kürt hareketine karşı, yeniden sınır ötesi operasyon yapabilir, çok kapsamlı hava saldırıları gerçekleştirebilir, nokta operasyonlarına yönelebilir, demokratik Kürt siyasetçilerine karşı çok büyük tutuklamalara girişebilir. Bütün veriler savaş hükümetinin politikalarının bu yönde geliştiğini gösteriyor.
İttifak, çelişki, çatışma, rekabet ilişkilerinin iç içe geçtiği bölgede hedef tahtasında olan Kürtlerdir.


Bu bakımdan;

- Suriye’ye yönelik yakın gelecekte Libya’dakine benzer bir askeri operasyon söz konusu olacağını sanmıyorum. 

- Küresel sermaye güçleri, Türkiye’yi kullanarak Suriye’ye yönelik baskıyı çok kapsamlı olarak arttırmaya çalışmaktadır. Ekonomik, politik ve diplomatik baskı daha çok ön plana çıkacaktır, en son olarak kısmi bir askeri harekât gündeme gelebilir. 

- Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon, İran’ın ciddi bir tepkisini alacaktır. 

- Türkiye’nin Suriye’ye yönelik izlediği ABD yanlısı politikası, Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde gücünü arttırmayacak tersine zayıflatacaktır. 

- Suriye, Kürtlerle barışmak için çok daha somut adımlar atarak Türkiye’ye tutum alabilir. 

- İran ve Türkiye, Kürtlere yönelik tek ve ortak operasyonlarını devam ettirecektir. Özellikle, jeo-stratejik ve politik bakımdan oldukça önemsenen Kandil’e yönelik daha kapsamlı bir operasyon yapabilirler. 

- İran ve Türkiye’nin operasyonu, ABD’nin bilgisi, onayı dâhilinde olacağı gibi esas istihbarat, ABD’nin askeri güçleri tarafından verilecektir. 

- Türkiye’de devletin askeri saldırıları çok daha kapsamlı olarak artacaktır. Devlet, PKK gerillalarına yönelik sınır ötesi bir askeri harekata yönelebilir ve nokta operasyonlarını deneyebilir. 

- Kürt siyasetçilerine yönelik bir tasfiye süreci başlayabilir. Yeni dönem tasfiye politikasının, KCK davasının çok üstünde olacağı da kesin.

Peki, devletin yıllardır denediği bu askeri saldırıların başarılı olma şansı var mı? Son derece düşük görünüyor. 30 yıllık deneylerden anlaşılacağı gibi başarılı olunmadı. Bundan sonrası da geçmişin bir tekrarı olacaktır.
Ayrıca askeri saldırıların başarısızlığı da çözüm sürecini hızlandıracak bir faktördür.


Kürtlere yönelik bölgesel operasyona karşı, Kürtlerin politik aktörlerinin alacağı tutum çok önemlidir. Başarı ve başarısızlığı belirleyecek güçler Kürtlerin kendileridir.


Bıçak kemiğe mi dayandı yoksa birinin boynuna mı dayanmaya başladı? Bunu birlikte göreceğiz. 

Mustafa Peköz

Hiç yorum yok: