24 Ağustos 2011 Çarşamba

Kaddafi’ye Üzülelim mi, Sevinelim mi?


Kraliyeti devirerek 1969 yılında iktidara geldiğinde Kaddafi, Arapların birliğini savunan genç bir subaydı. Mısır ve Suriye’nin kurdukları Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin başarısız olup dağılmasından sonra Suriye ile birleşerek aynı fikri canlandırmak istedi, ancak olmadı. Yenileri bulunan petrol yataklarının hepsini millileştirdi. Emperyalist şirketlerin hepsini kovdu. Giderek artan petrol geliri ile halkını refah içinde yaşattı. Ülkenin hemen hemen tek ya da en önemli sanayisinde ve hizmet sektöründe başka ülkelerden Arap veya Afrikalı göçmen işçiler çalışırken Libyalılar petrol geliriyle devletin tümüyle dışarıdan ithal ettiği tüketim mallarını kullanarak yaşayıp gittiler.

Petrol zengini bütün Arap ülkelerinde durum hemen hemen aynıdır. Bu ülkeler arasındaki temel farklılık büyük petrol gelirinin geriye kalanının hangi siyasi tercihler doğrultusunda ne amaçla kullanıldığıdır. Örneğin Suudi Arabistan şimdiye kadar hiçbir savaşa girmediği ve girmeyeceği halde muazzam silahlanma harcamaları yaparak emperyalist tekelleri zenginleştirip karşılığında onlar tarafından korunarak yaşamayı tercih etmiştir. Libya ise petrol gelirinin fazlasını Arap dünyasında ve Afrika’da belirli bir anti-emperyalist çizgiyi hakim kılmak için kullanmıştır. Her ikisinin de kendi siyasi nüfuzunu arttırmak için petrol gelirini kullandığını söyleyebilirsiniz ama bunların birbirine zıt iki siyasal çizginin nüfuzları olduğu açıktır.


Libya halkının refahı 1980’lerin ortasından itibaren kesintiye uğradı. Bu, Kaddafi’nin dünya çapında sürmekte olan mücadelede anti-emperyalist güçlerden yana aldığı aktif tavrın bedeliydi. Bugün çoktan unutulmuş bir gerçeği vurgulamak gerekiyor. İrlanda Kurtuluş Ordusu-IRA’nın dünyadaki en büyük mali destekçisi ne Amerika’daki zengin İrlandalılar ne herhangi bir sosyalist ülke değil, Kaddafi idi. Ayrıca IRA’nın dost güçlerle en kritik gizli temasları Libya’da yürüttüğü İngiliz istihbaratı tarafından sonraki yıllarda açığa çıkardığı için biliniyor. İngiliz istihbaratı 1986’da Berlin’deki bir diskonun bombalanmasında ölen ABD askerlerinin sorumlusunun Libya olduğunu; ayrıca IRA’nın üstlendiği bir İngiliz kadın polisin öldürülmesiyle de Libya’nın ilişkili olduğunu iddia etti.


Bunun üzerine, ABD 160 uçakla Trablus’u bombaladı. Kaddafi’nin evinde, kızı dahil 44 kişiyi öldürdü. Bunun misillemesi olarak da 1988’de düşürülen ve çoğu İngiliz ve Amerikalı 270 kişinin öldüğü Pan Amerikan uçağının Libya tarafından düşürüldüğü ortaya çıktı. Ayrıca 1989’da 170 kişinin öldüğü bir Fransız uçağının yine Libya tarafından düşürüldüğü iddia edildi. Zaten Filistinli devrimci grupları desteklediği gerekçesiyle ABD, 1979 yılında Libya’yı “terörist” ilan etmiş ve elçiliğini kapatmıştı. 1986’dan itibaren ise Libya’ya ticari ambargo başlatıldı. Petrol dışında her şeyi dışarıdan ithal eden Libya için ambargo sarsıcı oldu. Dolaylı kanallardan ithal edebildiği her şey dünya fiyatlarının beş-altı misline geliyordu, ekonomik büyüme neredeyse sıfırlandı.


Bu yıllar aynı zamanda Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nin dağıldığı ve dünyanın Libya gibi ülkelerin lehine olan politik iklimin kötü bir biçimde değiştiği yıllardır. Kaddafi yönetimi ambargoya 17 yıl dayanabildi. “Lockerbie faciası” denilen Pan Amerikan uçağının düşürülmesinin sorumluluğunu 2003’te kabul etti. Ölenlerin hepsine yüklü miktarda tazminat ödedi. Uçağı düşüren Libyalı istihbaratçıyı İngiltere’ye teslim etti. Ayrıca nükleer silah üretmemeyi ve bu konuda denetlenmeyi taahhüt etti ve petrol sanayini vaktiyle kovduğu Batılı şirketlere açtı. Bu sayede Fransa, İtalya, İngiltere ile ilişkileri düzeltti, ambargoyu kaldırttı. Ancak Batılılarla her temasta Afrika Bedevi harmanilerine sarılmaktan vazgeçmemesi, eski düşmanı Paris’e, Roma’ya ziyaret gitmek için Bedevi çadırının kurulmasını şart koşması, geçen yıl BM Genel Kurulu’nda kürsüde dünya düzenine hakaret edip BM Sözleşmesi’ni yırtıp atması, “sizinle uzlaştım ama beni teslim alamazsınız” mesajını verme çabalarıydı.


Ayrıca Kaddafi’nin Erbakan’ı Kürtler konusunda azarlayan sözlerini de unutmamak gerekir. O dönemler, Libya Milli Günü’nün kutlandığı Trablus stadyumunda tribünlerdeki Libya devlet erkanı ve yabancı diplomatik misyonun önünde Libya askeri birliklerinin peşi sıra geçit resmi yapan çeşitli ulusal kurtuluş hareketleri kortejlerinin arasında gerilla giysileri ve PKK bayraklarıyla Kürt işçilerin oluşturduğu kortejin de yürüdüğü ve bu yüzden Türk büyükelçisinin protesto ederek törenleri terk ettiği dönemlerdir. Bizler bunları unutuyoruz ama emperyalistler hiçbir şeyi unutmuyor ve intikam almak için ilk fırsatı değerlendiriyorlar.


Önce, “NATO’nun Libya’da ne işi var” deyip, işgale karşı çıkmaya çalışan; ancak ABD’nin bastırması karşısında, Libya’ya yönelik NATO operasyonunun ana karargahı olmaya soyunan AKP iktidarı, Batılı müttefikleriyle birlikte Kaddafi’nin düştüğü durum için sevinebilir ama biz devrimciler için bunun son tahlilde bizim zararımıza bir gelişme olduğunun bilincine er ya da geç varacağız.


Hiç yorum yok: