10 Ağustos 2011 Çarşamba

Duran Kalkan: Bütünlüklü Mücadele İle Çözümü Dayatacağız!

Tüm saldırılara karşı hem ideolojik alanda ve propaganda alanında, hem de siyasi alanda serhildanla, demokratik siyasetle direneceğiz. Gerilla direnişi ile serhildanı iç içe geçireceğimiz süreç olacak. Böyle bütünlüklü bir mücadeleyle kazanacağız.

Ortadoğu’da yeniden yapılanma süreci, değişim süreci başladı. Kürdistan’daki mücadelede yaşanan dengelerdeki değişim süreci, Ortadoğu’da var olan statüko ve o temelde süren mücadele içerisinde yaşanan değişim süreci. Tunus’tan, Mısır’dan başlayan Arap halkının isyan durumu Arap toplumunun çelişkilerinin en çok yoğunlaştığı merkezlerden birisi olan Suriye’de odaklandı. Arap alemi için en problemli yer kuşkusuz Irak’tır. Arap toplumu açısından çözüm üretmeye muktedir yer de Mısır’dır. Fakat Irak’taki, Mısır’daki sorunların çözülmesini belirleyen yer her zaman Şam’dır. Suriye, Arap toplumunun sorunlarıyla bölgenin diğer toplumlarının sorunlarını çözmeyi birleştirildiği bir odak nokta oluyor.
 
Bu konuda da Kürdistan, Kürt sorunu, Kürtlerin durumu birinci planda geliyor. Arap alemi içerisindeki o isyan, çelişkili durum geldi Şam’da bir çözüm arayışına girdi. Kürt sorununa çözüm arayışı da bir yerde Suriye’de çözüm arar noktaya geldi.

Çözümün adresi Kuzey Kürdistan

 
Bu noktada bizim mücadeleyi yoğunlaştırdığımız, çözüm arayışlarını somutlaştırdığımız alan Kuzey Kürdistan’dır. Kuzey Kürdistan’da, Türkiye’de hem Kürdistan’a, hem de Ortadoğu’ya ilişkin sorunları çözmek istiyoruz. Türkiye çözümünün bütün Ortadoğu’yu daha yoğun, daha hızlı etkileyeceğini düşünüyoruz. Suriye ya da Kürdistan’ın diğer parçalarında çözümün kalıcı hale gelmesi Türkiye’deki sonuca bağlı oluyor. Ortadoğu’da kalıcı rejimlerin oluşup istikrar kazanmaları Anadolu’da aldığı biçimle oluyor. Irak’tan, Mısır’dan, Arabistan’ın derinliklerinden yeni gelişmeler olsa da, bu durum Şam’da çözüm siyasetini yaratsa da, kalıcı sistemlerin kuruluşunda da Anadolu, yukarı Mezopotamya etkili bir coğrafya olmaktadır. 

 
Dolayısıyla mevcut ulus-devlet statükosunun parçalanıp demokratik yeni bir Ortadoğu yaratılmasında Türkiye’nin demokratik ulus çözümü ekseninde sorunlarını çözmesi belirleyici oluyor. Bu durum Ortadoğu’yu da etkileyecek, belirleyecek bir özellik taşıyor. Dolayısıyla bölgesel düzeyde mücadelenin Türkiye’de odaklandırılması önemlidir. 

 
Tabi bu Kürt sorununu çözme açısından da böyledir. Kürdistan’ın coğrafi olarak, nüfus olarak, stratejik konum olarak mevcut bölünmüşlük içerisinden çıkmasında belirleyici olan Türkiye’nin egemenliği altındaki Kürdistan parçasının özgürleşmesi oluyor. Kürdistan açısından da kalıcı, belirleyici olacak çözümün bu parçada gelişeceği geçen yüzyıl mücadelesinin tecrübeleri sonucunda net olarak ortaya çıkıyor.

AKP hep tasfiyeyi amaçladı

 
Türkiye’de son üç yılda üç tane büyük seçim oldu. Bu nedenle halkın nabzı tutulmaya, Kürt halkının eğiliminin ne olduğu, isteğinin nelerden oluştuğu anlaşılmaya çalışıldı. Bu süreçte sorun kendisini siyaset zeminine dayattı. Kürt Özgürlük Hareketi de, Önder Apo’nun yürüttüğü siyasi çözüm stratejisine bağlı olarak siyasi çözümü daha kapsamlı ve derinlikli olarak dayattı. Buna karşı AKP Hükümeti’nin de ‘demokratik açılım’ adı altında çok yönlü bir manevra stratejisi uyguladığı ortada. Oluşmuş siyasi çözüm zeminini eritebilmek, hile ve oyunlara dayalı yöntemlerle bir imha ve tasfiye zeminine dönüştürmek için çok yoğun bir çaba içerisinde oldu. Bir taraftan baskıyı tehdidi, askeri operasyonları, polis terörünü; bir taraftan ise hukuk terörünü kullandı. Siyasi soykırım operasyonları temelinde mevcut demokratik siyaseti ve zemini yok edebilmek için çok kapsamlı saldırı operasyonları yürüttü. Fakat biliniyor, her üç seçimi de Kürt Özgürlük Hareketinin karşısında kaybetti. 

 
Her kaybettiği seçimden sonra ortaya çıkan siyasal zemini Kürt sorununu çözmenin ve demokratikleşmenin zemini değil de tasfiye etme arayışı içine girdi. 12 Haziran genel seçimlerinden sonra da siyasi alanda yaşadığı hezimetin sonuçlarını yok edebilmek için siyasi iradeyi kırmayı öngören kapsamlı saldırılar içinde oldu. Mevcut meclis krizi, meclisi boykot etme durumu buradan ortaya çıktı. Kürt Halk Önderi AKP’nin bu yaklaşımlarını, amaçlarını teşhir etti. Milletvekilleri meclisi boykot ettiler. Siyasi ve askeri alandaki operasyonlara karşı halk ve gerilla belli bir direniş içine girdi. Bu yönlü gelişen mücadeleyi daha da boyutlandırmak üzere 2011 yılını Kürt sorununun çözüm yılı yapabilmek için bu dayatmayı daha da kapsamlı ve derin hale getirmeyi öngördük.
 

2011 çözüm için kader yılı

 
Bu süreç 2009’da başladı. 2010 iyi bir yıldı. 2011 mutlaka sonuç alınması gereken bir yıl konumunda. Tabi 2012 geç kalmış olacak. Demokratik çözümü gerçekleştirebilmek, Kürt sorununu çözebilmek, Kürdistan’da ve Ortadoğu’da demokrasi mücadelesi veren bir güç olarak kalabilmek için bu kesinlikle gereklidir. Burada yapılması gereken, hamle sağlanacak gelişmelerdeki başarılara bağlıdır. Bu bakımdan da 2011’i kader yılı olarak çok doğru ve haklı olarak tanımladık. Bunun gereğine göre de adım atmaya çalışıyoruz. Şöyle bir durum stratejik olarak yaşanır hale geldi: Ne olursa olsun mevcut süreçte çözüm gelişmesi gerektiğini dayatan, varlığı buraya bağlı olan bir hareket haline geldik. 

 
Tabi AKP ve soykırım rejimi açısından da bugünlerin, stratejik sonuç alınmadan, oyalamayla geçiştirilmesi gerekiyor. AKP’nin demokratik açılım siyaseti böyle bir oyalama ve siyasi gündemi erteletme, boşa çıkartma siyaseti oluyor.  Bizim de buna tahammülümüz yok. Ne olacaksa 2011 yazında olacak yaklaşımıyla tüm imkânlarımızı seferber ederek Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini dayatmamız gerekiyor. Nitekim taraflar siyasetlerinde net; birbirlerini anlıyorlar da. Çünkü işler açık yürüyor. Hileli desek de işin gizli kapaklı yanı kalmamıştır.

Demokratik Özerklik hamlesi

 
14 Temmuz’da Demokratik Özerklik ilan edildi. Demokratik Özerklik ilanıyla AKP’nin oyalama, zaman kazanma, irade kırarak Özgürlük Hareketimizi zayıflatmaya dönük politikalarına karşı Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorunun çözümünün gerçekleşmesini dayatma hamlesi olmuştur. 

 
Gerilla ve halk da buna göre bir direniş konumu içine girdi. Saldırılar karşısında daha aktif direnen, daha iradeli, inisiyatifli, serbest hareket edebilen bir konumda olmuştur. Dolayısıyla operasyonlar gerillada karşılık bulmuştur. Taraflar arasında bir çatışma düzeyi ortaya çıkarmıştır. Bu da bahar sürecindeki durumu tersine çevirdi. O zaman deyim yerindeyse taşlar bağlanmış, köpekler salınmıştı. Gerilla durdurulmuş ordu, polis istediği gibi katliam yapmak üzere serbest bırakılmıştı. Fakat son dönemde önceki süreçlerdeki sonuçlardan farklı sonuçların askeri operasyonlarda, çatışmalarda ortaya çıkması devleti, hükümeti biraz daha zorlayan, kaygılandıran bir durumu ortaya çıkardı.
Kısaca bir ucu Suriye de odaklaşan çatışma durumu olurken esas olarak çözümün Kuzey’de, Türkiye’de gerçekleşmesi için dayatmada bulunuyoruz. Çünkü bölgeyi içine alacak kalıcı çözüm kesinlikle Türkiye’de gelişecek. Türkiye’nin demokratikleşme oranı, Ortadoğu’nun demokratikleşme oranını belirleyecek. Türkiye’deki Kürt sorununu çözüm durumu Ortadoğu düzeyinde Kürt sorununun çözümünü belirleyecek.

 
Sömürgeci, soykırımcı rejim dışarıda ABD’nin, Avrupa’nın, Arap aleminin desteğini almaya çalışıyor. İçeride Türkiye kamuoyunun desteğini almaya çalışıyorlar. Bazı işbirlikçi Kürtleri çok kötü kullanıyorlar. Bölüp parçalamaya çalışıyorlar. Demokratik Özerklik’in ilanı stratejik bir hamleyi ifade ediyor. Dördüncü stratejik dönem hamlesidir. Bu stratejik hamleyi başarısız kılabilmek için her türlü hileye, oyuna, demagojiye başvuruyorlar.

 
Artık mevcut durumun devam etmesi mümkün değil. Bu nedenle hep şunu söyledik. Çözümü gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız. Bu konuda asla oyalamaya, oyuna gelmemeliyiz. Gerekirse devrimci halk savaşı temelinde en büyük çatışma içerisine girmeliyiz. Ama mutlaka çözümü gerçekleştirmeyi öngörebilmeliyiz. Çünkü bölgedeki durum, Suriye’deki odaklanma, Türkiye’deki durum, ABD ve Avrupa’nın duruşları ortada. Çözümün en elverişli, imkan dahilinde olduğu ve AKP ile devletin en zayıf konumda olduğu süreç bu süreçtir. Dolayısıyla bu süreçte sonuç almak için mutlaka sonuç alıcı hamleler yapılabilmelidir. Ona göre de hazırlıklar yapılmıştır. 

 
Şöyle bir durum ortaya çıktı; aslında yeni bir çatışma alanı olarak 2011 yılında Suriye odağı ortaya çıktı. O dengededir. Sistem AKP’ye destek veriyor. AKP o gücü kullanıyor. Bizim güçlü bir halk desteğimiz var. Biz o gücü kullanıyoruz. Orada karşılıklı bir birbirini yoklama ve hazırlık süreci yaşanıyor. Çözümün orada olması yerine çözümü, mücadeleyi en çok geliştirdiğimiz ve stratejiye en uygun olan Türkiye, Kuzey Kürdistan’da siyasi ve askeri mücadele olarak dayattık. 14 Temmuz ilanı bunu ifade etti.

‘Üçüncü cephe İran’dan açıldı’

 
Kuzey’de Kürt sorununun çözümünü dayatan bir tutum, siyaset izleyince; bu konuda etkinliğimiz, başarımız ortaya çıkacağı görülünce karşı taraf da İran üzerinden hamle yapmayı öngördü. 14 Temmuz Demokratik Özerklik hamlemiz İran’dan gelen saldırıyla karşılandı. Böyle bir saldırıyı sömürgeci soykırım sistemi uygun buldu. Dikkat edilirse çözümü biz Kuzey’den dayatırken onlar da bizim çözülmemizi, darbelenmemizi sağlayacak saldırıları İran üzerinden geliştirmeyi öngördüler, dayattılar. Şimdi Kandil’de yaşananların böyle bir tanımı var.

 
Yığınaklar vardı, biliyorduk. İran her şeyi yapabilirdi, belliydi. Mevcut çatışma Kürdistan üzerindeki sömürgeci soykırım egemenliğinin bir operasyonu olarak gelişiyor. İnkar ve imha sisteminin içinde olan tüm güçler bu saldırının içinde varlar. Amerika’sından Avrupa’sına, İran’ından Suriye’sine, YNK’sinden Irak’taki yönetime kadar şu veya bu düzeyde herkesin bu işin içinde parmağı var. PKK’ye karşı İran-Suriye-Türkiye ittifakı oluşmuştu. Bir de Türkiye-Irak-ABD ittifakı vardı. Sistemin yönlendirdiği ittifak bu ikincisiydi. Bölgenin yönlendirdiği statükoysa birincisiydi. Bölgede son yüz yıl içerisinde soykırımı dayatan, uygulayan, bu soykırımı geliştiren bölge sistemiydi, statükosuydu. Fakat son gelişmeler tabi Suriye’yi kendi işiyle uğraşır, kendi derdine düşer hale getirdi. O bakımdan Suriye’nin bu son şeylerde etkisi fazla olamaz. Gücü yok. Mevcut saldırıyı esas olarak Türkiye ve İran yürütüyor.


Tabi İran’ın kendine göre amaçları var. İran’ın en az Türkiye kadar Kürt gerçeğini inkar eden, Kürt soykırımından yana olan bir gerçeği var. AKP siyasetini baştan beri İran yürütüyordu. “AKP’de Kürt sorununda değişiklik yaptı, şu kadar açılım yaptı” dediler, geldiği nokta İran siyasetini uygulamak oldu. Tayip Erdoğan yönetimiyle, AKP çizgisiyle İran İslami çizgisi arasında fark yoktur. Özellikle de Kürt sorununda hiç fark yoktur. Kürt diyerek Kürt’ü yok edeceksin. Var gösterip, irade tanıyormuş gibi görüp, aslında gerçekteyse iradesiz kılmak, yok etmek istiyor. Bunu İran baştan beri uyguluyor. Dikkat edilirse uluslararası komplodan sonra da PKK’ye saldıran güç İran oldu.
‘Kandil saldırısı stratejiktir’

 
Kandil’de olanları öyle taktik bir olay, PJAK’ın varlığı nedeniyle olan geçici taktik bir durum olarak görmemek gerekiyor. Sadece İran’ın yürüttüğü bir saldırı olarak da görmemek gerekli. Tam tersine, Kürt sorununun çözümünü dayatmamıza karşılık Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı gelişen bir imha saldırısı oluyor. Kürt sorunu çözülsün, inkar ve imha sistemi çözülsün, demokrasi ve özgürlük gelsin diye bir stratejik dayatmada bulunuyoruz; onlar da PKK imha olsun diye bir stratejik saldırıda bulunuyorlar. Bu tümüyle bizi imha etmeyi öngören bir stratejik saldırıdır. Kuzeyde, Türkiye’de AKP hükümetine dayattığımız stratejik çözüme karşı bize verilen karşı stratejik saldırı, stratejik dayatma oluyor. Bunu görmek lazım. 

 
Bizim stratejik duruşumuza ve stratejik çözüm dayatmamıza göre bize stratejik imha saldırısı dayatılıyor. İşin esası budur. Türkiye’nin askeri olarak saldırma gücü yok, sistem olarak siyasi-askeri yapı saldırı gücüne ulaşmadı, o nedenle bunu İran üzerinden gerçekleştirmek istiyor. Yani aslında ihale İran’ın üzerine yıkıldı. PKK’ye karşı stratejik askeri saldırı yapma ihalesini İran devralmış oluyor. Türkiye ihaleyi oraya verdi.

 
İran en az Türkiye kadar Kürt düşmanıdır. İnkar ve imhacıdır. Kürt demesine bakmayın, bu siyaset AKP siyasetinden öteye geçmiyor. Aslında AKP siyasetinin yaratıcısı, mimarı, yıllardır uygulayıcısı İran’dır. AKP İran’dan devraldı, Türkiye PKK’ye karşı mücadeleyi İran’dan devralmış durumda. İran onlardan devralmıyor. Öncü İran’dır bu anlamda. Mevcut tarzdaki soykırım saldırıları uygulamanın mimarı, öncüsü, yürütücüsü İran’dır. Bu anlamda Kürt direnişini kesinlikle bastırmak, ezmek ve Kürtleri tam tahakküm altına almayı öngörüyor. 

 
İran, uluslararası komplonun en faal aktörlerinden biri oldu hep. Önderliğizin Suriye’den çıkartılmasında da önemli rol oynadı. ABD ajanı olarak birinci planda Hüsnü Mübarek rol oynadıysa, ikinci planda rol oynayan Ankara ile bu işi örgütleyen güç de İran’dı. Mübarek kadar, o zamanın İran Dışişleri Bakanı da faaldi. Yine Avrupa’da, Önderliğin Roma’dan çıkartılması, denetim altında tutulmasında İran aktif rol oynadı, çaba harcadı. Komplo ardından YNK’yi PKK üzerine saldırtan İran’dı. Bu konuda hiç kimsenin tereddüdü olmasın.

 
Bir de İran süreç açısından, yani Ortadoğu’daki gelişmeler açısından da bunu kendisi için gerekli görüyor. İşin İran açısından şöyle bir boyutu da var: Ortadoğu’daki halk hareketi mücadelesi geldi Suriye’ye dayandı. Suriye’nin ne olacağı belli değil. Çatışmaların yoğunlaştığı yer orasıdır. Suriye’deki rejim gitti, gidecek. Eğer Suriye’deki mevcut rejim düşerse, onun ardından küresel sistem İran’a dayanacak. İran bunun farkındadır. Bunun için güvenlik çemberi oluşturmaya çalışıyor.

ABD ve AB’den Türkiye’ye destek

 
ABD’nin mevcut saldırılar karşısındaki duruşu şöyle: ABD, PKK’nin zayıflatılmasından yana. O anlamda Türkiye-İran saldırı ittifakına onay vermiştir. Amerikanın Dışişleri Bakanı Türkiye’ye geldi ve bu saldırı ondan sonra gelişti. Dolayısıyla onlar da bu işin içindeler ve kontrol altında tutuyorlar. Fakat Amerika politikasına göre PKK zayıflatılmalı, ama İran da güçlenmemelidir. İran’ın güçlenmesi de ABD’nin aleyhinedir. Bu anlamda Türkiye ile Amerika politikası aynı değil. 

 
Avrupa ise, PKK’nin zayıflaması için Türkiye ile anlaşma yaptı. PKK’yi zayıflatacağız diye güvence verdiler. Herhalde televizyonu kapattıracaklar. Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden de o çıkıyordu. Dernekleri basacaklar, biraz daha fazla tutuklama yaptıracaklar. Şimdiye kadar Avrupa’daki bütün saldırıları Amerika yaptırdı. Şimdi de özerklik hamlesine karşı Avrupa da Türkiye’ye bu çatışma süreci içinde böylesi bir destek verecektir.

‘Saldırılara karşı direneceğiz’

 
Yeni bir sürece girildi. Yeni dengeler ortaya çıkacak, mevcut durum değişecek. Ne kadar değişecek, nasıl bir çatışmayla olacak, kim ilerleyecek, kim gerileyecek, mevcut hakimiyet durumları ne biçimde değişiklik yaşayacak, nerelere kayacak, bunu bu mücadelenin sonucu belirleyecek. Böyle sert bir mücadele içine girmiş durumdayız. Dikkat edelim, bütün Kürdistan mücadele içerisinde. Bütün Ortadoğu savaş halinde aslında. Ortadoğu’da bir çatışma ve devrim durumu böyle yaşanıyor. Kürdistan’ın bütün parçalarındaki çatışma demek; Ortadoğu’nun genelinde bir çatışma anlamına geliyor. Zaten Ortadoğu’yu bu düzeyde etkiliyor, ilgilendiriyor. Bu bakımdan bizim için bir tesadüf de değil, öyle öngörmediğimiz bir durum da değil. Öngördüğümüz bir mücadeleydi, önemli olarak buna hazırlık da yaptık. Şimdi bu hazırlıklarımızı çok aktif ve etkin bir biçimde devreye koyacağız.

 
Özgürlük Hareketi olarak bütün bu saldırılara karşı direneceğiz. Her alanda bir mücadele var. En yaygın mücadele konumuna ulaştık. Dört parçada mücadele ediyoruz. Mücadelenin merkezinde direniş var, şiddet, gerilla savaşı var. Bazı alanlarda, örneğin Batı’da ve Güney’in bazı kısımlarında sınırlı olsa da, Kuzey ve Doğu’daki kesinlikle böyledir. Dolayısıyla belirleyici olan da bu iki alandaki mücadeledir. O bakımdan da yeni bir savaş sürecine girdik. Devrimci Halk Savaşı böyle başlıyor ve gelişiyor. 


Şimdi Demokratik Özerklik’e saldırı bu biçimde gündeme geldi. Biz de bu saldırılara karşı hem ideolojik alanda, propaganda alanında, hem siyasi alanda serhildanla, demokratik siyasetle direneceğiz. Fakat en büyük direniş askeri alanda olacak. Gerilla direnişi ile serhildanı iç içe geçireceğimiz süreç olacak. Bunu Kuzey’de yürüttüğümüz gibi, Medya Savunma Alanları’nda da yürüteceğiz. Doğu’da bu duruma gelmek istemedik. Cephenin bu kadar büyümesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Böylece Kürdistan’daki mücadele bütünleşmiş oluyor. Kürdistan bütünlüğü de ortaya çıkıyor. Bu nedenle de kazanacaksak böyle bütünlüklü bir mücadeleyle kazanacağız.

DURAN KALKAN

Hiç yorum yok: