31 Ağustos 2011 Çarşamba

ABD’nin SUÇ DOSYASI-2

Petrol İçin Soykırıma İmza Atanlar 

Amerikan Emperyalizminin geçmişteki ve şimdiki liderleri ve bakanları, terörizmle savaş adı altında tüm ortadoğuda kimyasal biyolojik ve nükleer silahlar kullanarak soykırım yasasını ve insan haklarını ihlal etmişler ve sadece ortadoğu ve orta asya ülkelerindeki petrol rezervlerini ele geçirmek için milyonlarca insanı katletmiş ve sakat bırakmıştır.Amerika hem ortadoğudaki hemde kafkasyadaki petrollerin peşindedir.Geçmişteki ve şimdiki amerikan liderleri bakın hangi dev petrol şirketlerinin emri altındadır. 

George Bush: ABD eski devlet başkanı. Cariyle Group’un danışmanlığını yaptı. 

George W Bush: ABD başkanı 1977-1984 yılları arasında Arbusic Enerji şirketinin başkanlığını yaptı. 

Dick Cheney: ABD başkan yardımcısı.1975-2000 yılları arasında, tam 25 yıl dev petrol şirketi Haliburton’un yöneticiliğini yaptı. Kendisine 40 milyon dolarlık hisse senedi ödül olarak verildi.
Colin Powel: Emekli general, ABD dışişler bakanı. Bir dönem Cariyle Group’un sözcülüğünü yaptı. 

Donald Rumsfeld: ABD savunma bakanı. Petrol ve teknoloji firmaları SCF-IV ile R: Chaney’in milyon dolarlık hisse senetlerine sahip. 

John Ashcrot: Adalet bakanı. Değişik petrol şirketlerinin hisse senetlerini alarak yatırım yapmıştır. 

Chrisitine Whitman: Çevre bakanı. Petrol şirketleri Cex, Hunt ve St. Mary’e ait yüzbinlerce dolarlık hisse senetlerine yatırım yapmıştır. 

Cordolezza Rice: Ulusal güvenlik danışmanı. Yıllık geliri yaklaşık 100 milyar dolar olan dünyanın en büyük şirketleri sıralamasında 14. sırayı alan Chevron Texaco’nun yöneticiliğini yaptı. 

Spencer Abraham: Enerji bakanı. 2000 yılı senato seçim kampanyası için petrol şirketlerinden 400 bin dolar bağış aldı. 

Donal Eyans: Ticaret bakanı. 1975-2000 yılları arasında tam 25 yıl, Tom Brown petrol şirketinin başkanlığını yaptı. 

Henry Kissinger: Eski dışişleri bakanı. Unocal petrol şirketinin danışmanlığını yaptı. 

Frank Carlucci: Eski savunma bakanı ve üst düzey CIA yöneticisi. Cariyle Group’un başkanlığını yaptı. 

James Baker: Eski devler bakanı. Cariyle Group’ta üst düzey danışmanlık yaptı. 

John Maresco: Avrupa güvenlik ve işbirliği kurulunda ABD elçiliği yaptı. Petrol şirketi Unocal’ın uluslararası ilişkilerinden sorumlu başkan yardımcılığını yürüttü. 

Donal Rice: ABD hava kuvvetleri eski sekreteri. Unocal’da yönetim kurulu üyelği yaptı. 

Charles R. Larson. ABD ordusunun pasifik kolunun eski komutanı. Unocal’ da yönetim kurulu üyeliği yaptı. 

ABD Emperyalizminin IRAK İşgali (2003) 

1991 Körfez Savaşı’nda 40 günde atılan 350 Cruise füzesi, Irak halkını “özgürleştirmek” için gerçekleştirilen son saldırı sırasında birkaç günde atıldı. Bombardımanda ölenlerin sayısı hastanelerden verilen günlük ölüm rakamları, gazetecilerin verdikleri hastane raporları, patlamarda ölenler ve ihtarlara (!) uymadığı için öldürülenler de dahil edildiğinde kayıplar on binlerle ifade edilmektedir. 

ABD güçleri bombardımanlarını sürekli olarak devam ettirmişler ve geniş kapsamlı ekonomik yaptırımlar ile Irak halkını hedef almışlardır. Bu silah, askerlerden çok kadınları, çocukları, yaşlıları, fakirleri ve hastaları etkilemiştir. BM yaptırımlarının uygulandığı 12 yıl boyunca yüz binlerce çocuk hayatının kaybetmiştir.
Nükleer Savaşın önlenmesi için Uluslararası Fizikçiler Örgütü’nün İngiltere kolu olan MedAct, ölü sayısının 49,000 ile 260,000 arasında öngörmüştü. İç savaşın çıktığı yada nükleer saldırıların gerçekleştiği koşullarda bu rakam 380,000 ile 3.9 milyona kadar çıkabilmektedir. BM’nin Irak Ofisi ve İnsani Yardım Koordinatörü ile birlikte hazırladığı 10 Aralık 2002 tarihli bir belgeye göre, doğrudan ve dolaylı yaralanmalar sonucu 500,000 kişinin tedaviye, 3 milyon kişininde (2 milyon beslenme yetersizliği olan çocuk ve 1 milyon hamile ve süt veren anne) gıda malzemesine ihtiyaç duyacağı belirtilmişti. 7 Ocak 2003 tarihli bir diğer belgede ise, BM insani Olaylar Koordinasyon Ofisi muhtemel çocuk ölümlerine şöyle dikket çekmişti: “Bir kriz sırasında, beş yaşın altındaki çocukların 0’u beslenme yetersizliği nedeniyle ölüm riski altında olacaktır.” 

BM’deki planlamacılar, kamu sağlığı uzmanı Richard Garfield, Uluslar arası Çalışma Ekibi ve Ekonomik ve Sosyal Haklar Merkezi ile birlikte, Irak halkının 1991 yılında olduğundan daha kötü durumda bulunduğunu kabul ediyordu. Bu konuda hazırlanan rapora katkıda bulunan Fizikçi David Hilfiker ve Charlie Clements’in birinci elden verdikleri raporlar da aynı gerçeği gözler önüne sermiştir. Irak’ta halkın `’dan fazlası Irak hükümeti tarafından kontrol edilen Petrol Karşılığı Gıda Programı’na bağımlı olarak yaşamaktaydı. Gıda dağıtımı ise saldırı sırasında kesildi.
İngiltere Savunma Bakanlığı, santrallerin de askeri bir hedef olarak ele alınabileceğini doğrulamıştı. Nitekim saldırılarda , elektrik enerjisiyle çalışan su pompalama istasyonları, kanalizasyon boşaltım merkezleri ve sağlık kurumları elektrik kesintisinden dolayı hizmet dışı kaldı. ABD’nin Irak stratejisi konusunda, Ocak 2003 tarihinde bir demeç veren Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ullman “Aynı zamanda şehri de yerle bir edeceğiz. Bundan kastım,en büyük güçleri olan suyu keseceğiz.” demişti, öyle de oldu. Bu tip saldırılar Cenevre Anlaşması’nın 54-2 no’lu maddesinin doğrudan ihlali anlamına gelmektedir. Bu anlaşmada: “içme suyu ve sulama kanalları gibi sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan unsurlara saldırmak, hasar vemek ve kullanılmaz hale getirmek yasaktır.” 

2003’te Yapılan İlk 21 Günlük Saldırı 

Bağdat’taki 19 hastanenin kayıtları, saldırı boyunca hastanelerde 1,105 sivilin öldüğünün göstermektedir ki bu ölümlerin çogu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşmaktadır. Yine aynı kayıtlar bize 6,800 sivilin ağır yaralı olarak tedavi gördüğünü, bir kısım yaralıların –bunların içinde ağır yaralı olanlar da vardır- Pntagon sözcüsü sivil ölümlerin kabul edilemez olduğunu itiraf etmekle beraber, bu saldırıyı Körfez Savaşı ile mukayese ederek,”bu savaşta cok daha az sivil kayıp oldu, ancak bu bir savaş ve bunların olması doğaldır” diyordu. 

Bölgede hastaneleri gezen gazetecilerin verdikleri bilgilere göre hastanelerde günlük sivil ölüm sayısı 5-15 arasında değişmiştir. Örneğin, bunlardan ölü sayısının en düşük olduğu Bağdat’ın merkezindeki Şehit el-Adnan Hastanesi’nde sivil ölüm ortalaması günlük dört kişi olmuştur. ABD ve müttefikleri saldırının başladığı günden son güne kadar bu sayıları düşük göstermeye çalışmışlar ve ölülerin çoğunun sivil kıyafet giymiş askerler olduğunun iddia etmişlerdir. Ancek Reuters ve AP başta olmak üzere tüm medya kuruluşlarında yer alan hastane röportajlarında doktorlar, verdikleri sayıların asker vasfı olmayan kadın, çocuk ve yaşlılar olduğunun defaatle ifade etmişlerdir. Hatta Bağdat’taki doktorlar ölülerin kimliklerinin hala kendilerinde olduğunun ve ispata hazır olduklarının beyan etmişlerdir. 

Başka bir örnek de Necef Eğitim Hastanesi’dir. Buradaki kayıtlara göre savaş süresince 286 sivil ve 57 asker yaşamını yitirmiştir. Ancak hastane yetkilileri ağır yaralıların imkansızlıklar nedeniyle tedavi edilemediğini, bu sayıya saldırıdan dolayı yaralanan ama daha sonra ölenlerin de eklenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Uluslararası Kızılhaç Örgütü Bağdat’taki 19 hastane başta olmak üzere saldırının gerçekleştiği tüm yerleşik yerlerindeki hastanelerin tamamının saldırılardan zarar gördüğünü açıklamıştır. 

Bağdat’ta sadece havaalanının çevresindeki üç hastane olan el-Harama, el-Askan ve Yermük hastanelerindeki sivil ölümlerin toplamı 845’dir. Bunların dışında hastaneye getirilmeyen ama kaydı tutulan sivil ölümlerin sayıları ise sadece Bağdat’ta 1255 kişidir. Bu saldırıda toplam 245 kişi silahla veya tank ateşi ile vurularak, 83 kişi mühimmat depolarındaki patlamalarla ve 3,357 kişi de bombardımanlar neticesinde hayatını kaybetmiştir. Öte yandan ABD ve müttefiklerinin esir düşen askerleri Irak televizyonunda gösterilince, Rumsfeld başta olmak üzere tüm müttefik yetkilileri bunun Cenevre anlaşmalarına aykırı olduğunun iddia etmişlerdir. Hukukçular ise görüntülerden hareketle net yorum yapılamayacağını ancak röportaj yapılan odada askeri bir tehdit olursa bir sakıncasının olabileceğini ifade etmişlerdir. Esirler kurtulduktan sonra Iraklı askerlerin kendilerine hiç de kötü davranmadıklarını, aksine yiyeceklerini kendileriyle paylaştıklarını açıklayınca, ABD ve müttefiklerinin savları kendiliğinden çürümüştür. Adilbir değerlendirme olabilmesi için bir de ABD ve müttefiklerinin yaptıklarını Cenevre anlaşmaları çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. ABD ve müttefikleri bu anlaşmaların pek çok maddesinin hatta bizzat kendisini yok saymış ve en büyük ihlalleri gerçekleştirmişlerdir, çünkü ABD ve müttefikleri misket bombaları, salkın (cluster) bombaları, mayınlar, tahrip gücü yüksek füzeler ve kullanımı yasak maddelerden yapılan silahlar kullanmışlardır; siviller hedef alınmış ve masum insanlar öldürülmüştür. 

Felluce Katliamı 

Postmodern soykırım- ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin işgali altındaki Irak’ın Felluce kentinde binlerce sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildiği, cesetlerin köpeklerce yenilmeye başlandığı ve 250 bin kişinin bölgeden sürüldüğü iddia ediliyor. Yeni dünyada, Felluce katliamı “postmodern” soykırım olarak nitelendirilmeye başlandı. İşgalci saldırganlar saldırılarının etkili olması için misket bombasına varıncaya kadar nükleer hariç tüm yasaklı bombaları, kimyasal ve biyolojik silahları çekinmeden kullandılar. 

ABD, Irak’ın Felluce kentinde düzenlediği operasyon sırasında beyaz fosfor maddesini silah olarak kullandığını itiraf etti.
Savunma Bakanlığı Pentagon’dan bir sözcü, bu maddenin çıkardığı yangın ve dumanın, düşman savaşçıların saklandıkları yerlerden çıkarmak amacıyla kullanılmış olabileceğini söyledi. Amerikalı yetkililer bugüne dek beyaz fosfor bombalarının Irak’ta yalnızca etrafı aydınlatmak ya da kendi askerlerinin ilerleyişini gizlemek için kullanıldığını savunuyordu. Uluslararası anlaşmalar, kimyasal silah olarak kabul edilmeyen beyaz fosforun düşman askerlere karşı kullanımını yasaklamıyor. Ancak BBC’nin savunma muhabiri, Felluce’de sivillerin de beyaz fosforla ölüp ölmediği sorusunun gündeme geleceğini söylüyor. Beyaz fosfor deride ağır yanıklara yol açan, bir kez deriyle temas ettiğinde üzerine su dökülse bile sönmediği belirtilen bir madde. Yarattığı yoğun duman yüzünden saldırı harekatlarında askerleri gizlemek amacıyla kullanılabiliyor. Askeri kaynaklar, beyaz fosfor bombası parçalarının tekrar patlayarak ateş toplarına dönüşmesi ve deride ağır yanıklara yol açması yüzünden “psikolojik savaşta büyük avantaj sağladığını” kaydediyor. 

Körfez Savaşı 

ABD eski Adalet bakanı Ramsey Clark’ın başkanlığında Körfez savaşıyla ilgili bir araştırma yapmak üzere “Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi” adıyla bir konsey oluşturuldu. Konseye dünyanın çeşitli ülkelerinden üyeler tayin edildi ve bu konsey uzun süren bir araştırma sonrasında Körfez savaşının birinci müsebbibi ve kahramanı Georges Bush’u savaş suçlusu ilan etti. Konsey başkanı Ramsey Clark da, konseyin tespitlerini şu şekilde özetledi: Irak’l“Körfez savaşı sırasında ABD ve müttefikleri Irak’a, Hiroşima’ya atılan atom bombasının yedi katına denk bomba attılar. Bunlardan sadece %7’sinin belli bir hedefi vardı. Atılan bombaların `’ı doğrudan sivil halkı hedef aldı. Bu savaşta nükleer savaş başlığı dışında her türlü silah kullanıldı. Bombalamalar sonucunda Irak’ta 51 cami, 28 hastane, 687 okul imha edildi. Savaşın sonuçları nedeniyle kötü beslenme yüzünden 45 bin ıraklı çocuk öldü’’. Ramsey Clark’ın öncülüğündeki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, raporunu 30 ayrı ülkede bir yıl kadar süren inceleme ve araştırmalar sonucunda hazırlamıştı. Raporda başta ABD başkanı George Bush olmak üzere, ABD yönetiminin bütün üst düzey yetkililerinin dünya barışına ve insanlığa karşı ağır suçlar işledikleri dile getirildi. Raporda, Bush’un Körfez Savaşı’yla ilgili olarak 19 ayrı suçu işlemekten sorumlu olduğuna işaret edildi. 

BM, 24 ekim 1945 de kurulmuş uluslararası bir örgüttür. BM kendini “ adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği uluslararası tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş global bir kuruluş” olarak tanımlamaktadır. Uluslararası ilşkilerde, kuvvet kullanılmasını ilk olarak evrensel düzeyde yasaklayan ilk anlaşma BM sözleşmesidir. Ancak BM bu ilkelere dayanarak yukarda adı geçen bazı ülkelere (Küba Irak vs.) 12 yıllara varan ekonomik ambargolar koyarak yoksulluktan, açlıktan ve hastalıktan yüzbinlerce sivilin ve yüzbinlerce çocuğun ölümüne sebep olmuştur.BM bu ambargolarla yaşam haklarını ellerinden almış insan haklarını ve soykırım yasasını ihlal etmiştir. 1948 soykırım suçunu önleme yasası bu kuruluşta yapılmıştır.Ancak BM bunun yanında oluşturulan uluslararası savaş suçları mahkemesinde ABD askerlerinin yargılanmamalarını sağlayan kararada imza koymuştur.ABD askerlerini bu cezalardan muaf tutmuştur.2002 yılında yine savaş suçları mahkemesinde bu uygulamanın tekrar uzatılması talebi olmuştur.ABD ‘ nin terörist davranış biçimi maalesef hiç bir şekilde yargılanamamaktadır.ABD ise kendisine karşı çıkan ülkelerini işgalci güçlere karşı koruyan yurtseverleri terörist göstermekte ve işbirlikçi ülkelere giriş ve çıkışlarını kontrol ettirmekte, öldürmekte ve yakaladığı yurtseverleri gizli cezaevlerinde işgenceden geçirmektedir.ABD askerlerinin yargılanması halinde ise yani mahkeme yetkisi dışında bırakılmasını öngören tasarının kabul edilmemesin halinde Bosnadan başlayarak Barış gücü operasyonlarını engelleyeceğini açıklayarak BM’e tehditte bulunmuştur.BM. ABD askerlerinin, insan haklarını ve soykırım yasasını ihlal ettiğinde savaş suçları mahkemesinde yargılamadığından kendi ilkelerini çiğnemiş dolayısıyla soykırıma ortak olmuştur. BM kendini yeniden yapılandırmalıdır.
ABD öncülüğünde son olarak ırak’a saldıran sokırım yasasını ve insan haklarını ihlal eden başta ABD ve İNGİLTERE olmak üzere koalisyona ortak olan tüm ülkeler derhal savaş suçları mahkemesinde yargılanarak cezalandırılmalıdır. İşgalde ağır ekonomik zarara uğrayan ırak’a tazminat ödenmeli yeniden yapılandırılması sağlanmalıdır.Soykırım ve savaş suçlarında zaman aşımı yoktur.

Bu dosya 7 mart 2008 tarihinde savaş suçları mahkemesi oluşturulması amacıyla uluslararası ceza mahkemesi savcılığına ve eş zamanlı olarak saldırıya uğrayan 15 ülke büyükelçiliklerine yollanmış ve alındıları gelmiştir.16 mart 2008 tarihinde cumhuriyet gazetesinin pazar ekinine verdiğim reportaşda amacımın ne olduğunu açıkladım.Buna rağmen U.C.M ve dosyanın gönderildiği ülkelerin hiç bir çabası olmamamıştır.

KAYNAKLAR: 

ABD Tarihi
Amerikan Indian Demographic-Marlita Reddy
Kızılderili katliamı-Bartolome de casas
ABD resmi müdahale kronolojisi
BM 1948 soykırım yasası
Küba cumhuriyet ulusal halkın gücü kurultay bildirisi
U.A Ö Michael Ratner
Human Rights First- Deborah Pearlstein
Yılmaz Dikbaş ( Amerikanın Irak yalanları kitabı)

Yılmaz YUKARİGÖZ
yilmazyukarigoz@hotmail.com

Hiç yorum yok: