22 Temmuz 2011 Cuma

Zorla Bastırmanın Yeni Teorileri


Silvan’da operasyona çıkan 20 askerin ölümünden sonra Türk siyaseti ve basınının tavrı; siyaset bilimciler, sosyologlar ve psikologlar tarafından kapsamlı bir değerlendirmeye tabi tutulması gereken bir karakter taşımaktadır. Türkiye’deki düşünce yapısının nasıl devlet ve hükümete endeksli olduğu bir daha görülmüştür. Tek değişen, dün devlete ve hükümete hakim olanlarla bugün hakim olanların farklı olmasıdır.


20 askerin ölümünden sonra en fazla tartışılan konu ordunun zafiyeti ve gerillanın nasıl tasfiye edileceği konusu olmuştur. Sadece orduyu yıpratmayı yürüttükleri siyasal mücadelenin parçası olarak görenler böyle bir yaklaşım içinde olsaydı bunu anlardık. Ancak kendine liberal ya da demokrat diyen bazı çevreler de bu olayı bir asker zafiyeti ve nasıl bir ordu olması gerektiği ekseninde değerlendirince bu yaklaşım üzerinde durulmayı gerektirmiştir.


Siyasi, sosyal ve kültürel boyutlarından söz edilse de bunu söyleyenler Kürt sorununu anlamamış ve esas olarak güvenlik sorunu olarak gören yaklaşımı aşmamışlardır. Bu düşünce sahiplerine göre ordu kendilerinin dediği gibi olursa bu sorununun üstesinden gelinirmiş. Bunu söyleyenlerle gidelim Kandil’i ele geçirelim, PKK liderlerini getirip zindana atalım diyenlerin yaklaşımı arasında büyük fark yoktur. Bu yönüyle 1990’lı yıllardaki zihniyet yeni bir biçimde hortlatılıyor. Sadece uygulayanlar değişik olacak.


Bu zihniyete göre kendi istedikleri ordu olursa gerilla eylem yapamazmış! Bizim bildiğimiz gerilla zaten ordunun güçlü olduğu tahkim edilmiş yerlere gidip eylem yapmaz. Gerilla; takip eder, gözler, nerede bir zayıflık varsa oradan vurur. Zaten savaşların tümü de bu yaklaşımla yürütülür. Gerilla savaşın bu temel kuralını sadece daha incelikli ve yaratıcı bir biçimde yapar.


Dünyanın en büyük askeri gücü Amerika’dır. Her türlü tekniğe sahiptir. Gerilla savaşlarına karşı en tecrübeli ülkedir, ama Vietnam’da başarılı olamadı, Somali’den çıkmak zorunda kaldı, Afganistan’da zorlanıyor, Irak’ta başarılı olduğu söylenemez. Her türlü tedbiri almasına rağmen Irak’ta binlerce ABD askeri öldü. Savaş başladığında bin ABD askeri ölürse bu yenilgi anlamına gelir deniliyordu.


Türk ordusu ve polisinin Kürt gerillalarına karşı az savaştığını kimse iddia edemez. Gerillaların varlığını ve eylem kapasitesini sürdürmesini iyi savaşılmamasına ve hatalara bağlamak Kürt sorununu yanlış ele almak olur. Şu bilinmelidir ki, ordu söylenen biçimde organize edilse bile zaafları yine olacaktır. Gerilla da kendini ona göre organize edecektir. Gerilla savaşının doğası budur. Askeri uzmanlar gerilla savaşının artık yapılamaz olduğunu söyleyemiyor. Çünkü en başta da ABD hâlâ bu savaş tarzıyla karşı karşıyadır.


Yaşanan çatışmalar ve asker kayıpları sadece birilerinin savaşmak istemesiyle izah edilemez. Kürt sorunu belki de dünyanın en ağır siyasi sorunudur. Dünyada 40 milyona aşkın bir nüfusa sahip, ama statüsüz olan başka bir halk yoktur. 40 milyon halkın bir siyasi statüsü yoksa, anadilde eğitimi yasaksa orada bir direnişin olacağı kesindir. Hele hele 40 yıllık kesintisiz bir mücadele varsa; gençleri fedaileşmişse böyle bir yerde mücadeleye hiçbir askeri yöntemle son verilemez. Ya bu halk büyük katliamlarla ezilip susturulacaktır ya da bu halkın talepleri karşılanacaktır.


Birileri kalkıp TRT 6 açtık, kurslara izin verdik, sokakta konuşuyorlar, şarkı-türkü söylemelerinin önünde bir engel yoktur, bu nedenle sorun kalmadı, dolayısıyla bir direnişi gerektirecek bir durum yok deniyorsa ya kendini kandırıyordur ya da egemen ulus zihniyetin bir halkın taleplerine yaklaşımı ortaya konulmaktadır.


Sorun ordunun zaafıyla açıklanamaz. Böyle açıklamak tam bir siyasi saptırmadır. On binlerce asker Zap’a gitti, ağır kayıplar vererek döndü. Eğer Kürtlerin siyasi ve kültürel talepleri karşılanmazsa hiçbir askeri tedbir ya da TMK gibi yasalar bu direnişi önleyemez. Sadece acıları arttırarak Türkiye’den daha fazla kopuşu ve direnişin daha köklüleşmesini beraberinde getirir.


Bu direnişi sonlandıracak tek yol demokratik anayasal çözümdür. Bu iradenin açık ve somut ortaya konulmasıdır. Yoksa tüm söylemler çözümsüzlük politikalarının üstünü örtmekten başka bir anlam taşımaz.


Mehmet Altan gibi liberal ve demokrat olduğunu söyleyenler bile sorunu anlamamış. Ona göre gerillanın eylem yapma kapasitesi yoktur. Gerilla eylem yapıyorsa ya ordunun hatasıdır ya da birileri bu eylemlerin yapılmasına izin vermiştir. 30 yıllık gerilla savaşını böyle açıklamak, kendisinin çok karşı çıktığı askeri kafanın başka bir biçimde ifadelendirilmesidir.


Kendine liberal diyenler sorunu böyle ele alırsa bu savaşı sürdürenleri desteklemiş olurlar. Eğer savaş neden sürüyor denilirse esas olarak da kendine liberal ve demokrat diyenlerin bile bu sorunun doğru tespit edememesidir cevabını verebiliriz. Eğer mevcut siyasi zihniyetin ve onun medya ordusunun etkisinden kurtulunamazsa doğru düşünce de üretilemez, doğru önerilerde de bulunulamaz.


Şu açıktır ki Türkiye’de aydınlar, yazarlar 1990’lı yıllar gibi baskı altındadır. Belki baskının biçimi değişmiştir, ama özgür düşünce üretilemediği açıktır. Banu Güven gibi bir gazetecinin başına gelenler Türkiye’deki siyasi iklimin nasıl olduğunu ortaya koymaktadır.


AKP yandaşı ve destekçisi liberallerden olan Gülay Göktürk’ün tutumu Türkiye’de yazarçizer takımının nasıl bir garabet olduğunu ortaya koymuştur. Nasıl bir psikolojiye sahip olduğu ayrı bir konudur, ama kendisini beğenmiş bu yazara göre bundan sonra yasalar BDP ve DTK için uygulanacakmış. Şimdiye kadar bunlara müsamaha edilmiş ve merhamet gösterilmiş! Anlaşılıyor ki bu hanımefendiye göre KCK davası adıyla tutuklanan binlerce siyasetçi azmış. Daha da tutuklama olmalıymış. Açıkça hukuk terörüne davetiye çıkarmaktadır. 12 Eylül anayasasının kurumsal faşizm karakterine ve TMK’ye karşı çıkacağına, bunların uygulanacağı konusunda tehdit yapıyor. Herhalde bu pespaye tehditleriyle tüm baskıcı zihniyetlerin arzuladığı gibi korkutma yaratacak ve bunun sonucu demokratik siyaset içinde parçalanmalar olacak. Bu zihniyete göre Kürtler gerektiğinde akıl verilmesi ve gerektiğinde azarlanması gereken bir besleme topluluktur.


Başbakan’ın yeni konsepti, 1990’lı yılların yeni bir versiyonunun pratikleşmesi olacaktır. Zaten yeni anayasayla çözümü değil, Kürtler üzerinde yeni siyasi egemenlik ve kültürel soykırım sistemini kurmayı hedeflemektedirler.


Eğer Kürt halkı ve demokrasi güçleri devletin ve AKP hükümetinin bu planını boşa çıkarırsa o zaman Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir anayasanın yapımı gündeme girecektir. Böyle bir anayasa mücadelesi güçlü bir biçimde verilmezse sonuçta AKP ve CHP’nin ittifakıyla Kürtler ve demokrasi güçleri üzerinde yeni bir kurumsal faşizmi ifade eden bir anayasa dayatılacaktır.

Hüseyin ALİ

Hiç yorum yok: