9 Temmuz 2011 Cumartesi

Sivas Katliamı Üzerine-1.Bölüm


Dini siyasete alet etmenin en önemli yollarından biri böyle bir düşman yaratmaktır. Sivas’ta da yüzyıllar boyu bu yaratılmıştır. Bu açıdan da bu olayın arka tarihsel planının görülmesi gerekiyor.



2 Temmuz Sivas Katliamı Yıldönümü İçin KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu İle Yapılan Röportaj

- 1993 yılında Sivas’ta Madımak Otelinde 37 Alevi-Aydın diri diri yakılarak katledildi. Hareket olarak bu katliamı o dönemde nasıl değerlendirdiniz? 93 yılının siyasal atmosferi ve neden özellikle Sivas’ın seçildiği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
 
1993’ün 2 Temmuz’unda Madımak otelinin kuşatılarak yakılması sonucu Pir Sultan etkinliklerine katılan 37 Kürt-Türk Alevi ve aydınların katledilmesini lanetliyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onların şahadetlerinin Alevi gerçeğinin açığa çıkarılmasında ve Alevilerin üzerinde tarihsel olarak yapılan katliamların teşhir edilmesinde, gün yüzüne çıkarılmasında önemli etkileri olmuştur. Hatta bir yönüyle Sivas katliamı Aleviler için bir dönüm noktası olmuştur. Aydınların, yazarların, tüm demokratların Alevi gerçeğini ve üzerlerindeki baskının ne düzeyde olduğunu anlamaları, Alevi sorunuyla ilgilenmeleri açısından bu katliamdan sonra önemli tartışmalar yaşanmıştır. Dolayısıyla Alevi inancının varlığını korumak için mücadele eden bu şehitlerin şahadetlerinin boşuna gitmediğini söyleyebiliriz. Onların anılarına bağlılığın gereği bundan sonra Alevilerin özgür ve demokratik yaşamı için tutum ve mücadele daha fazla gelişmiştir. Sivas katliamından sonra hem zihniyette yaşanan gelişmeler hem de yürütülen mücadelelerle Alevilerin kendi inanç kimliklerini ve ibadetlerini özgürce yaşayacaklarını, Alevi kültüründe bulunan değerleri gelecek kuşaklara taşıyacaklarına inanıyoruz.

Bu katliamın olmasının tarihsel ve toplumsal koşulları vardır. 1993 yılında olması kesinlikle tesadüfi değildir. 90’lı yıllar Türk devletinin özellikle de Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı, Kürt halkına karşı tam bir kirli savaş yürüttüğü yıllardır. 1991-92-93-94 faili meçhul cinayetlerin işlendiği, binlerce köyün yakılıp yıkıldığı, 5-6 milyon civarında Kürt’ün topraklarından sökülerek İstanbul, İzmir, Çukurova gibi Türkiye'nin metropollerine zorunlu göçe tabii tutulduğu bir dönemdir. 1993 yılı kirli savaşın Kürt halkı üzerine tam bir karabasan gibi çöktüğü yıllardır. Bunun yanında Kürt Özgürlük Hareketi’yle ve Kürt gerillalarıyla Türk devleti arasında kıyasıya bir siyasi, askeri mücadelenin sürdüğü yıllardır. Bu yıllarda Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek için faili meçhul cinayetleri arttırmıştır. Öyle ki Kürt Özgürlük Hareketi'ne sempati duyan, taraftar olan, bunun için konuşan, bunun için düşünen, çevresine moral veren bütün yurtseverler, aydınlar, toplumun doğal önderleri ya katledilmiştir, ya zindanlara atılmıştır ya da metropollere ve Avrupa’ya göçertilmiştir. Böylelikle suyu kurutup balığı öldürme politikası izlenmiştir.

Kürdistan'da bu politika izlenirken, Türkiye'de de Kürtler üzerinde baskılar yürütülmüştür. Bu süreçte bir yandan fiziki saldırılarla Kürtler sindirilmeye çalışılırken, diğer taraftan Kürt toplumunun Kürt Özgürlük Hareketi'ne kaymaması için büyük bir çaba içinde olmuştur. O dönemde yaşanan serhıldanlar ortaya koymuştur ki Kürt toplumu Kürt Özgürlük Hareketi etrafında toplanmaktadır. Bunun önüne geçmek için siyasal İslam’ın önü açılmıştır. Özellikle de Türkiye'nin metropollerindeki Kürtlerin siyasal İslam’a kanalize olması sağlanarak Türkiye'ye zarar verecek durumdan çıkarılması amaçlanmıştır. Türkiye metropollerine göçertilen milyonlar Kürt Özgürlük Hareketi etrafında örgütlenirlerse Türkiye cephesi büyük bir zarar görecektir. Bu açıdan özellikle İstanbul, Çukurova ve İzmir başta olmak üzere Kürtlerin bulunduğu her yerde siyasal İslam’ın önü sonuna kadar açılmıştır. Kuşkusuz bu politika Kürdistan'da da yürütülmüştür.

Devletin katliamlarının ve baskının had safhada olduğu bu dönemde siyasal İslamcıların önünün açılmasının bir parçası olarak hizbi-kontra denen bir cinayet şebekesi ortaya çıkarılmıştır. Faili meçhul cinayetlerin bir kısmı devlet tarafından işlense de önemli bir kısmı bunlara yaptırılmıştır.  

Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı yürütülen kirli savaşta izlenen diğer bir politika ise Türkiye cephesinin de, yani Türkiye toplumunun da baskı altına alınması olmuştur. Demokrasi güçleri, demokratlar susturularak bunların Kürt Özgürlük Hareketi’yle bütünleşmesi engellenmeye çalışılmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi bir taraftan askeri ve siyasi saldırılarla ezilmek istenirken, diğer taraftan da Türkiye cephesi tümden Kürt Özgürlük Hareketi'ne kapatılarak, nefessiz bırakılıp, kuşatılıp tasfiye edilmesi amaçlanmıştır. Bu yönüyle Türkiye cephesini sağlam tutmak, Türkiye cephesinde Kürt Özgürlük Hareketi'ne nefes olacak hiçbir demokratik gelişmeye imkan vermemek temel bir politika olmuştur. Tamamen şovenist bir politikayla Türkiye toplumu bırakalım Kürt Özgürlük Hareketi'ne destek vermesi ve nefes alacağı bir yer olması, aksine Kürt Özgürlük Hareketi'ni boğacak bir duruma getirilmiştir. 

1993’te böyle bir siyasal ortam var Türkiye’de. Kürdistan'da en ufacık gösteri katliamla bastırılmaktadır. Newroz’da bile ulusal bayramlarını kutlayan Kürtlerin üzerine ateş açılarak onlarca, yüzlerce Kürt meydanlarda öldürülmüştür. Öyle ki on kişi bir araya gelse hemen üzerlerine mermi yağdırmıştır. Türkiye'de de demokrasi güçlerinin en ufacık hareketlerine saldırılmaktadır, ezilmektedir. 1990’lı yıllarda 1 Mayısların yapılmasına tahammül edilmemiştir. Çünkü demokrasi güçlerinin, sol güçlerin örgütlenmesi, demokrasiyi savunması, Türkiye'deki baskıcı rejime karşı mücadele etmeleri çok tehlikeli görülmüştür. Sınırlı demokratik bir ortamın bile Kürt Özgürlük Hareketi'ne yarayacağı, bunun da onların tasfiye konseptine zarar vereceğini düşünmüşlerdir. Böyle çok boyutlu bir kıskaç harekatı vardır. Bu tabii sadece kuzey Kürdistan ve Türkiye'de değil, dünyada da Kürt Özgürlük Hareketi'ne yakınlık duyan ya da PKK ile ilişki kurduğuna kuşku duyulan bütün devletler tek tek dolaşılarak Türkiye pazarlanmış, Türkiye satılmış, böylelikle PKK'nin sadece içeride değil, dışarıda da nefes alması engellenmeye çalışılmıştır. 1993 yılında Almanya Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve PKK'ye terörist örgüt muamelesi yapmaya başlamıştır. 

1993 yılı topyekun kirli bir savaş yürütülürken siyasal İslam’a da müsamaha gösterdiği, hoşgörüyle yaklaştığı, onların örgütlenmesinin gelişmesiyle demokratik alanı daraltmayı amaçladığı bir süreçtir. Sivas katliamı böyle bir konjonktürde olmuştur. Siyasal İslamcıların her türlü katliamına, her türlü saldırısına müsamaha göstermektedir. Diğer taraftan Türk devleti Özellikle Kürt Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle bütünleşmesini engelleme çabaları yürütmektedir. Yine Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürt Aleviler üzerinden Türkiye'deki Alevi Türklere ulaşarak onlar içerisinde kendisine taraftar bulmasını önleme çabaları vardır. Çünkü o yıllarda sadece Kürt Alevi gençleri değil, Türk Alevi gençleri de Kürt Özgürlük Hareketi'ne katılıyorlardı. Öte yandan o yıllarda Aleviler inançlarını özgürce yaşamak ve kendi kimliklerini özgürce ifade etmek için demokratikleşmeden yana tutum koyuyorlardı. Zaten geçmişte hep demokrasi mücadelesi içinde yer almışlardır, sol gelenek içinde yer almışlardır. Öğrenci gençliğin ve aydın kimliği olan Alevilerin sol demokrat bir eğilim taşıdıkları bilinmektedir. Devletin buna yönelik de bir rahatsızlığı olduğu ve Alevilerin bu karakterini ortadan kaldırmak için 12 Eylül’den sonra özel politikalar izlediği de sır değildir.

Sivas katliamı böyle bir süreçte gerçekleşmiştir. Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri yapılmak istenirken bu katliam gerçekleşiyor. Pir Sultan Sivaslıdır, doğal olarak Sivas’ta yapılacaktır bu etkinlikler. Yine Sivas’ta önemli bir Alevi nüfus vardır. Belki şehirde yüzde 20-25 civarında bir Alevi nüfus vardır. Ancak Sivas’ın doğu tarafı olan İmranlı, Zara, Kangal, Divriği, Hafik ve Gürün’de yoğunca Kürtler yaşamaktadır. Bu Alevilerin çoğunluğu da Kürt Alevilerdir. Sivas’ın batısındaki ilçelerdeki Aleviler ise Türk’tür. Sivas merkezinde, çevresinde, Yıldızeli, Şarkışla’da Türk Aleviler vardır. Sivas’ın doğusunda olan Divriği’de de önemli düzeyde Türk Aleviler vardır. Başta Alevi Kürtler olmak üzere Sivas’taki Aleviler içinde PKK'nin gelişme imkanları artmıştır. Birçok genç gerilla saflarına katılmıştır. Bu da Türk devletini rahatsız etmektedir. İşte böyle bir süreçte siyasal İslamcı ve siyasal çevreler Sivas’taki bu etkinliğe karşı tepki geliştirmişlerdir. Bu süreçte siyasal İslamcılar sadece refah partisi içinde örgütlenmiyor; daha radikal, illegal örgütlenmeler içinde de yer alıyorlar. Bunlar Sivas’ı da siyasal İslam’ın merkezlerinden biri olarak görüyorlar ve Alevilerin etkinlik geliştirmesini kabul etmiyorlar. Bir nevi Sivas’ta böyle bir etkinlik yapamazsınız deniyor.
Öte yandan Alevilerle solcular özdeşleştirilmiştir. Bir nevi siyasal İslamcıların buradaki tepkisinin önemli bir bölümü Alevilere yönelikken, aydınlar şahsında solculara da yönelik bir tepki geliştiriliyor. Böylelikle Alevilere ve sol aydınlara yöneltilen tepki üzerinden siyasal İslamcılar kendilerini örgütlemeye çalışıyorlar. Tarihte de İslam’ı siyasallaştırarak, bazı düşmanlar, hedefler göstererek toplumu kışkırtmışlar, bu temelinde de o toplumu örgütleyip onun üzerinden siyasal, ekonomik, sosyal rant elde edilmişlerdir. Siyasal İslam içindeki bu tür elitler yine bu tür anlayışla Pir Sultan Abdal etkinlikleri sırasında halkı kışkırtmışlardır. Bu kışkırtma daha ilk günden devletin müsamahasıyla karşılaşmıştır.

Her yerde olduğu gibi Sivas’ta da MİT’in ve askeri istihbaratın örgütlenmeleri vardır. Anlaşılıyor ki MİT de, askeri istihbarat birimleri de siyasal İslamcıların bu tepkilerini görerek bunu kendi düşündükleri siyasal amaç doğrultusunda kullanmak istemişlerdir. İlk başta sadece siyasal İslamcıların gerici tepkisi biçiminde ortaya çıksa da, daha sonra devlet içindeki bu belirli kesimler her yerde olduğu gibi burada da Sünni toplumu içinde yaratılan Alevi düşmanlığını, sol düşmanlığını kullanarak bu kışkırtmayı daha da arttırmışlardır. 

Kuşkusuz bu katliamı İki boyutlu değerlendirmek lazım. Bir taraftan siyasal İslamcıların dini siyasete alet etmek için Sünni İslam toplumundaki Alevi düşmanlığını kullanarak kendilerini güç yapmaları yaklaşımları varken, diğer yandan da Sünnilerle Aleviler arasındaki bu gerilimi gerektiğinde her zaman kullanan derin devlet, MİT, askeri istihbarat Sivas’ta da harekete geçmiştir. Bu katliamla Alevilere ve aydınlara gözdağı verme, böylelikle onları sindirerek demokratik mücadele yürütmelerini engelleyip Kürt Özgürlük Hareketi'ne nefes aldırmalarının önüne geçmeyi amaçlamışlardır. Diğer taraftan da bu katliam üzerinden başta Alevi Kürtler olmak üzere Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birleşmesini engellemeye çalışmışlardır. Dolayısıyla Sivas katliamını sadece siyasal İslamcıların Sünni İslam toplumu içinde yaratılan Alevi düşmanlığıyla da açıklamak yeterli değildir. Çünkü sadece bununla açıklanırsa mevcut siyasal konjonktürde devletin politikaları gözden kaçırılır ve doğru, isabetli bir değerlendirme yapılamaz. Bu yönüyle bütün boyutlarını bir arada değerlendirmek gerekir. İki boyut bir araya geldiğinde ortaya böyle bir katliam çıkmıştır. Tarihsel nedenlerle güncel nedenler bir araya gelmiş ve kışkırtmalar sonucu Madımak oteli kuşatılmış ve insanlar cayır cayır yakılmışlardır. İnsanlar cayır cayır yanarken de etrafında ölüm dansı yapılmıştır. 

Özellikle neden Sivas’ta böyle bir olay çıktığı irdelenebilir. 12 Eylül öncesinde de benzer birçok provokasyon Tokat, Çorum, Malatya, Sivas ve Maraş’ta da olmuştu. Aleviler ile Sünnilerin yan yana yaşadığı yerlerde bu tür provokasyonlar yapılmıştı. Alevilerle Sünnilerin yan yana yaşadığı yerlerde bu tür provokasyon yaratmanın zemini olduğu bilinmektedir. En ufacık bir kışkırtmayla orada büyük toplumsal olaylara, katliamlara yol açmak mümkündür.  Nitekim 1980 öncesi Maraş katliamı Malatya, Sivas, Tokat olayları tamamen devlet içindeki belirli güçlerin var olan bu gerilimi kışkırtmaları sonucu gerçekleşmiştir. Türkiye'de de en kolay kışkırtılacak konuların başında Alevi-Sünni gerilimi gelmektedir. Tabii ki bunun sonucunda kurban her zaman Aleviler olmaktadır. Devlet ya da devlet içindeki belirli güçler herhangi bir yerde gerilim yaratarak sıkı yönetim ve benzeri uygulamalarla siyasal sonuçlar elde etmek istiyorlarsa bu tür yollara baş vurmuşlardır. Nitekim 1980 öncesi Alevilerin yoğun yaşadığı ve sol örgütlenmelerin bulunduğu yerlerde bu tür provokasyonlarla sol örgütleri ezmek ve Alevileri ezmek istemişlerdir.

- Katliamdan sonra dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller, dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, emniyet müdürlerinin yaptığı açıklamalar bu katliamın devlet eliyle yapıldığını ispat eder nitelikteydi. Buna rağmen davanın sonuçsuz kalması ve bu kişilerin hiçbir şekilde yargılanmaması nasıl değerlendirilmeli? Katliamın sorumluları neden hala bulunmamaktadır?
 
Kuşkusuz o dönemde bu katliamın bizzat içinde aktif yer alanlar siyasal İslamcıdır. İslamcı kimliği bilinen insanlardır. Kışkırtanlar da bunlardır. Kuşkusuz kışkırtmanın bir yanında da devletin derin güçleri vardır. Ama esas görünürde, açıkça olanlar bu siyasal İslamcı kesimlerdir. Bunların Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı çok boyutlu kullanıldığı 1993 yılında devletin bunların üzerine gitmesi düşünülemezdi. Bir nevi o dönemde devlet bunlarla Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etme konusunda bir uzlaşma içindeydi. Tabii bu uzlaşma, ittifak Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kirli savaş yürüten derin devletin aldığı kararlar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bu yönüyle böyle bir süreçte siyasal İslamcıların üzerine sert gidilmesi, açığa çıkarılması, teşhir edilmesi söz konusu olamazdı. Çünkü böyle bir durumda siyasal İslam’la Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı siyasal İslam’ı kullanan derin ve açık devletle bir bozuşma ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle o dönemde yapılan katliamı görmezlikten gelmişlerdir. Tansu Çiller “vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır, bu durum sevindiricidir” diyerek olaya nasıl baktığını göstermiştir. Vatandaşlarımız derken ölenleri kastetmemiştir. Alevileri diri diri yakan kalabalığa bir şey olmamıştır, toplanan bu kalabalıkla devlet güçleri arasında bir çatışma olmamıştır, diyerek bunu başarı olarak değerlendirmiştir. Süleyman Demirel’in yaklaşımı da aynıdır. Süleyman Demirel ile Tansu Çiller zaten derin devletin aldığı kararlardan haberdardırlar. Derin devletin o dönemde siyasal İslam’ı Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı kullandığını bilmektedirler. Kürdistan'da bu zaten açıkça yürütülmüştür. 

O dönemde Kürtlerin refah partisine kayması için devlet özel çaba göstermiştir. Böyle bir süreçte tabii ki bu kesimlere müsamahalı yaklaşmışlardır. Derin devlet bu kışkırtmanın içinde olduğu gibi, açık devlet de bu katliamı izlemiştir. Derin devletin içinde olmasalar da valiler,  kaymakamlar, polis müdürleri, siyasal İslamcıların öncülük ettiği bu katliama müsamahalı yaklaşmışlardır. Olay olduğu andan itibaren harekete geçip bu katliamı önleyebilirlerdi. Ancak devlet politikasını iyi bilenler, askerlere ve polislere “siz bu olaya karışmayın” dediklerinden dolayı katliamın önüne geçilmemiştir. Belki herkes bilmez, ama Sivas Garnizon komutanlığıyla Sivas’taki askeri güç merkeziyle Madımak oteli arasında iki-üç yüz metrelik mesafe vardır. Ordu evinden, askeri karargahın bulunduğu alandan sesler rahatlıkla duyulabilir, hatta gözle görülebilir. Ama buna rağmen böyle bir olaya müdahale etmemeleri o zamanki devlet politikalarıyla ilgilidir. Olay yerine giden bir kısım asker ve polis de katliamcıları izlemekle yetinmişlerdir. Dönemin Refah Partili Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak da bizzat bu yangını gerçekleştirenlerden biri olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz davalar açılmıştır. Ama davalardan hiçbir sonuç çıkmamıştır. Davaların üzerine derinliğine gidilmemiştir. Kürdistan'da, başka bir yerde küçük bir olay olduğunda bile birçok fail getirilir, zindana atılır. Ama Sivas olayında böyle bir uygulama görülmemiştir. 

O dönemde Kürdistan'da devlet ve hizbulkontra tarafından yapılan faili meçhul cinayetlerin failleri de açığa çıkarılmamıştır. Dolayısıyla Sivas katliamının faillerinin açığa çıkması da mümkün değildir. Kışkırtanlar da bellidir, yazanlar da bellidir, tahrik edenler de bellidir, ama bunların üzerine gidilmemiştir. Kürdistan'da da gidilmemiştir. Ergenekon davası diyorlar; bunlar sadece Türkiye'nin dış politikasında sorun çıkaranlar, ABD'yi ve Avrupa’yı rahatsız edenler, ordu içinde hizipçilik yapıp sorun çıkaranlar ve AKP'ye darbe girişiminde bulunanlardır. Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ ve benzerleri de bu kesimlerden rahatsızdır. Eğer dış güçler rahatsız olmasaydı, ordu içindeki genelkurmay rahatsız olmasaydı bu yargılamalar da olmazdı. 

Ergenekoncuların yargılandıkları darbeler zaten olamazdı. Çünkü Türkiye'de ABD ve NATO’nun desteklemediği hiçbir darbe gerçekleşmez. Ancak dış güçleri, orduyu rahatsız ettiği için AKP'ye yönelik bu başarısız darbe girişi nedeniyle yargılanmaktadırlar. Ama Kürdistan'daki faili meçhul cinayetler ve katliamları yargılanmıyor. Halbuki Ergenekon davasında yargılananların çoğu bu cinayetler ve katliamların sorumlusudurlar. Sadece albay Temizöz böyle bir davadan yargılanmaktadır. Onun da ordu içindeki bir çekişmenin kurbanı olduğu ve onun üzerinden birçok kesime gözdağı verilmek istendiği anlaşılmaktadır. Yoksa Kürdistan'daki faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması gibi bir amaçları yoktur. İsteselerdi bu cinayetleri de dava konusu yapıp sorumluları yargılanabilirdi.

Bilinmelidir ki faili meçhul cinayetler Kürdistan'da açığa çıkarılmadan Sivas katliamının da bütün boyutlarıyla açığa çıkarılması zordur. Çünkü faili meçhul cinayetler ve arkasındaki zihniyet, Sivas katliamı ve arkasındaki zihniyet açığa çıkarılırsa o dönemde siyasal İslamcıların devlet tarafından nasıl kullanıldığı gözler önüne serilir. Şu anda böyle bir siyasi irade de devlet kararı da yoktur. Siyasal İslamcılar da faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılmasını çıkarlarına uygun görmüyor. AKP şu anda kozmik oda denilen ve bu tür olayların belgelerinin saklandığı arşivleri kamuoyuna açamaz. Kuşkusuz derin devlet siyasal İslamcılara karşı da bir kısım operasyon gerçekleşmiştir. Ama bunun yanında siyasal İslamcıların nasıl kullanıldığı, derin devletin bunlar üzerinden demokrasi güçlerine ve Kürtlere karşı ne tür operasyonlar yaptığı bu kozmik odalarda belgelidirler. Bu nedenle bir bütün olarak o kozmik odalardaki gerçeklerin açığa çıkmasını ne derin devlet ne de siyasal İslamcılar istiyor. Bu açıdan bu katliamların açığa çıkması zordur. Bu katliamların açığa çıkması için Türkiye'nin tam demokratikleşmesi gerekiyor. Bunun için de Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözülmesi gerekir. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türkiye tam demokratikleşemez, tam demokratikleşmediği müddetçe de bu tür olaylar açığa çıkarılamaz. Bu tür olaylar açığa çıkarılmak istendiği zaman demokratikleşmek zorunludur. Demokratik bir ülkede de her türlü kompleksten arınarak özeleştiri vermek ve geçmişle hesaplaşmak mümkündür. Şimdi Türkiye buna hazır değildir. Bu açıdan Sivas katliamının failleri neden bulunmadı derken bu gerçeği görmek gerekmektedir.

- Katliamın gerçekleşmesinde derin devletin büyük rolü olmakla birlikte siyasal İslamcı gelenekteki partilerde önemli görevler alan Şevket Kazan gibi birinin katliamcıların avukatlığını yapması, bugünkü iktidara yakın olan gazeteler, kişilerin katliamın olduğu dönemdeki açıklamaları neye işaret ediyor? Bu olayın tarihsel arka planında siyasal İslam’ın ne tür bir bağı vardır?
 
Bu olayı iki boyutlu incelemeden doğru değerlendirilemez. Sadece bir kontrgerilla işidir demek de sorunu açıklamaya yetmez. Kuşkusuz derin devletin, kontrgerillanın parmağı vardır, ama derin devlet, kontrgerilla eğer uygun bir zemin olmasaydı Sivas’ta böyle bir katliam gerçekleştirilemezdi. Şu ayrı bir konudur: Kontrgerilla her zaman birkaç kişiyi örgütleyebilir, eline silah da verebilir, gidip bir oteli de yakabilir, bir evi de yakabilir. Bunu yapanlar yakalanmadan ve iz bırakmadan da kaçabilir. Kontrgerillanın bu tür provokasyonları fazlasıyla bulunmaktadır. Bunlar devlet arşivlerinde kesinlikle vardır. Ama Sivas katliamı böyle bir olay değildir. Sivas katliamı kontrgerillanın bir iki kişiyi görevlendirerek gidip bir yere bomba ya da yanıcı madde attırdığı bir olay değildir. Sivas katliamı, Madımak yangını böyle gerçekleşmemiştir. Bu nedenle Şevket Kazan gibilerinin bu olayda yargılananlara avukatlık yapması tesadüf değildir. Şevket Kazan bir kontrgerilla üyesi de değildir. Diğer avukatların da kontrgerillayla ilişkisi olmayabilir, ama Refah Partisine yakın avukatların hepsi Sivas davasına müdahil olmuşlar, sahiplenmişlerdir. 

Sivas katliamı olmadan önce, siyasal İslamcıların nasıl yayın yaptığını Sivas gazeteleri açılırsa görülür. Yine katliamdan sonra siyasal İslamcıların, Refah Partisinin bu olaya nasıl yaklaştığını o günün gazeteleri araştırılırsa rahatlıkla ortaya çıkar. Yaşanan bu vahşi katliam sonrası özeleştiri vereceklerine, siyasal İslamcıların tarihten gelen yaklaşımlarıyla Sünni insanlarımızı Alevi toplumuna düşman eden tutumlarını görerek özeleştiri vereceklerine, “Aziz Nesin şöyle demiş, toplumu şöyle provoke etmiş, orada Pir Sultan etkinlikleri yapılmış bu nedenle toplum provoke edilmiş” denilerek bu katliamın üstü örtülmeye çalışılmıştır. Katiller değil, diri diri yakılanlar suçlanmıştır; Aziz Nesin suçlanmıştır. Bu gerçeklik bu katliamla siyasal İslamcılar arasındaki bağı açıkça göstermektedir. Dolayısıyla olayı sadece bir kontrgerilla olayı olarak ifade etmek yanılgılara götürür. Doğru çözümleme ve doğru değerlendirme yapmamaya götürür. O gün Sivas katliamı dolaylı ve dolaysız sahiplenilmiştir. Şöyle kışkırtılmış, böyle kışkırtılmıştır, denilerek Sivas katliamını yapanlar mazur görülmüştür. Yani öldürülen suçlanmıştır, bu açıktır.
 Bu katliam bir gün içinde meydana gelmiş bir olay değildir. 12 Eylül öncesinde de yine bu tür olaylar yaşanmıştır. Sivas’ta Alevi mahalleleri basılarak Aleviler öldürülmek, katledilmek istenmiştir. Bu provokasyonlar nasıl oluyor? Çünkü bir zemin var. Bu bakımdan Sivas katliamını değerlendirirken sadece yararlananları ve derin devleti suçlamak yüzeysel bir yaklaşım olur. Bu toplum içinde neden bu kadar Alevi düşmanlığı gelişmiş? Neden Madımak otelinin etrafına bu kadar insan toplanmış? Bunun sorgulanması gerekiyor. Hiç kimse, hiçbir devlet gelin şurada şöyle solcular var, şöyle farklı inançta olanlar var, bunları yakalım diyerek bu kadar insan toplayamaz. Ama ey ahali toplanın Aleviler ve dinsizler gelmişler burada eğleniyorlar, mum söndürüyorlar, dinimize hakaret ediyorlar diyerek bu kadar insan toplanmış ve bu toplanan insanları gözü dönmüş bir biçimde insanların içerde olduğu biline biline oteli yakmışlardır. Burada düşmanlığı bu düzeyde kışkırtan bir zihniyet bulunmaktadır. Siyasal İslamcılar ya da Alevi-Sünni geriliminden rant elde eden kimi kesimler yüz yıllardır bu düşmanlığı körüklemişlerdir. Bu düşmanlık üzerinden Sünni toplumu örgütleyerek, Sünni toplum üzerinde etkinliğini sürdürmüşlerdir. Bu düşmanlığın arkasında bir çıkar vardır. Zaten dini siyasete ilan etmek kadar büyük, ama bir o kadar da çirkin çıkarcılık olamaz. Dini siyasete alet etmenin en önemli yollarından biri böyle bir düşman yaratmaktır. Sivas’ta da yüzyıllar boyu bu yaratılmıştır. Bu açıdan da bu olayın arka tarihsel planının görülmesi gerekiyor. 

Bu kadar vahşi bir katliam nasıl yapıldı? İnsanlar nasıl böyle bir katliama giriştiler? Bunun düşünülmesi gerekiyor. Bu bir zihniyettir. Alevilere düşmanlık yaratıldığı için bu kadar öfkeli bir topluluk Madımak’ın önüne yığılmıştır. Peki, bu düşmanlığı kim yarattı? O insanlar doğuşlarından mı düşmandı? Bir kültür verilmiş, bir zihniyet verilmiş, peki bunu kim verdi? Toplum kendiliğinden mi alıyor bu düşmanlığı? Kuşkusuz bir yerlerde üretiliyor, bir yerlerde yaratılıyor, kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Bu açıdan tabii ki siyasal İslamcı kesimlerin, o siyasal İslamcı kesimlerin kanaat önderlerinin, Sünni İslam toplumu üzerinde etkin olan kişiliklerin, dini önderlerin de bunda sorumluluğu vardır. Bunların hepsinin görülmesi gerekmektedir. Sivas gibi, Maraş gibi yerlerde Aleviler hakkındaki önyargıları kimler oluşturmuştur? Sünni toplum, halk kendiliğinden bu bilgileri edinmiştir? Bu düşmanlık onların içinde kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Örneğin Alevilerle Sünnilerin yan yana yaşamadığı ortamlardaki Alevilere karşı düşmanlık bu kadar derin değildir. Kuşkusuz buralarda da Alevilere karşı ön yargılar vardır, ama bu kadar derin değildir. Dolayısıyla toplum kendiliğinden yaşamı içinde böyle bir düşmanlığı derinleştirmiyor, ama yan yana yaşanılan yerlerde birileri derinleştirmiştir. Bunların görülmesi gerekmektedir.
Özellikle de 1980 öncesi Alevilikle solculuk özdeşleşmiştir. Sosyalistler hakkında uydurulan hikayeler vardır. Aleviler için uydurulan hikayelerle sosyalistler için uydurulan hikayeler benzer olmuştur.  İslam içinde bu sol düşmanlığı nasıl yaratılmıştır? Kuşkusuz bu uydurmayı geliştiren de ABD ve batı olmuştur. Alevilerin de çoğu solcu olunca bu düşmanlık daha da pekiştirilmiştir. Bunda siyasal İslamcıların payı çok vardır. 1980 öncesi yeşil kuşak, ABD'nin sola karşı İslam’ı kullanma projesi bilinmektedir. Sistemi propaganda ve örgütlenmelerle özellikle Ortadoğu’da İslam sola karşı düşman ilan edilmiştir. Türkiye'de komünizme karşı mücadele dernekleri kurulmuştur. Bu komünizme karşı mücadele derneklerinin başında çoğunlukla bugünkü siyasal İslamcılar ve Gülen cemaati önderleri vardır. Zaten Fetullah Gülen Erzurum’daki Komünizmle Mücadele dernekleri başkanıdır. Aleviler de zaten sola yakındır, çünkü haksızlığa uğramışlardır, demokrasi mücadelesi vermektedirler. Demokrattırlar, özgürlükçüdürler, bu nedenle de solla buluşmuşlardır. Alevilerin sola bu yakınlığı, özellikle siyasetçiler tarafından, siyasal İslamcılar tarafından tarih içinde Sünni toplumda Alevilere karşı var olan önyargıların daha da derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Sivas katliamı değerlendirilirken bu gerçekliğin de bilinmesi gerekmektedir.

- Gülen cemaati ve AKP'ye yakın bazı basın organlarında son dönemlerde Sivas katliamı PKK'ye mal edilmeye çalışılmaktadır, bundaki amaç nedir?
 
Gülen cemaati ve AKP'ye yakın bazı basın yayın organlarında “Sivas katliamını PKK’liler yapmıştır” biçiminde bir yayın yapılmıştır. Tabii bunlar masa başında üretilen uydurmalardır. Özel savaş yayınlarıdır. Tabii genelde PKK'yi, Kürt Özgürlük Hareketi'ni toplum gözünde küçük düşürmeye çalışmaktadırlar. Kürt halkında Türkiye halkı içinde PKK'nin imajı kötülenmeye çalışılmaktadır. Öte yandan Sivas katliamını PKK’liler yapmıştır diyerek Alevi Kürtleri PKK’den uzaklaştırmayı hesaplamaktadırlar. Bunu seçim öncesine denk getirmeleri de ayrı bir hesaptır. Tüm bunlar siyasal İslamcıların Alevi Kürtleri PKK'den uzaklaştırma planının içinde oldukları göstermektedir. Bu yönüyle aslında Kılıçdaroğlu ve CHP içindeki bazı çevrelerin Alevi Kürtleri PKK'den uzaklaştırma anlayışıyla Gülen cemaati ve AKP'ye yakın çevrelerin Alevi Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketinden uzaklaştırma politikalarının nasıl örtüştüğünü, bu konuda nasıl ortaklaştıklarını, birleştiklerini açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekten de ibret verici bir durumdur. Sivas katliamının hangi koşullarda, hangi ortamda yapıldığını biliyoruz. O dönemdeki Fetullah Gülen’e ait gazetelerin, yine AKP'nin mirasçısı olduğu çevrelerin, yayınların Sivas katliamında hangi cephede yer aldığını biliyoruz. O zaman maktulleri suçlu görüyorlardı. Katilleri ise meşrulaştırıyorlardı. Bu gerçekler ortadayken,  Sivas katliamının sanıklarını bizzat bu çevreler savunurken şimdi kalkıp bu katliamı PKK'nin üzerine atmaları, hem de PKK içindeki Aleviler üzerine atmaları tamamen bir psikolojik savaş yöntemidir. Tamamen bir provokasyondur. Siyasal İslamcıların kendi suçlarını, bu katliamdaki ortaklıklarının üstünü örtmektir. 

Bu katliamın ortağıdırlar. Böyle yaparak bu katliamdan kurtulacaklarını sanıyorlar. Kendilerinin bu katliamla hiçbir ilişkileri yokmuş, Dersim dağlarından birkaç tane Alevi gelmiş, buradaki insanları kışkırtmış, bu Madımak otelini yakmış! Buna kargalar bile güler. Anlaşılıyor ki artık Sivas katliamını derin devlet yaptırmış demekten de vazgeçmişler. Yüzlerce kilometre uzakta, en zor koşullarda ve imkansızlıklar içinde savaşan birileri gelmiş bu işi yapmış! Sivas katliamı siyasal İslamcılar üzerinde ağır bir yüktür. Güçlü bir özeleştiri vermeden de bu yükten kurtulamazlar. Bunun derin bir suçluluğu içindeler. Anlaşılıyor ki bu ağır suçu, bir katliamı, unutulmayacak insanlık suçunu kendi üzerinden atmak istiyorlar. Bu haberin ve haberi yapanların en trajik yanı ise şudur: “Sivas Madımak’taki insanların ölümünden ne siyasal İslamcılar ne de derin devlet sorumludur. Bunları kendileri ördürtmemiştir.  Alevileri öldürenler yine Alevilerdir. Yani siyasal İslamcıların, Alevi düşmanlığı kışkırtılmış topluluğun bu olayda hiçbir sorumluluğu yoktur. Bu katliam PKK içindeki bazı Alevilerin komplosudur”. Yani Alevilere şu deniyor: neden bu kadar tepki gösteriyorsunuz, Sünnileri ve siyasal İslamcıları suçluyorsunuz? Asıl bunu yapan Alevilerdir, kendi kendinizi öldürmüşsünüz, bir de bizi suçluyorsunuz biçiminde pişkince bir yaklaşım içindedirler. Özcesi hem suçludurlar hem de güçlü olmaya çalışıyorlar.

Aslında bu bir süredir PKK'ye karşı yürütülen bir psikolojik savaşın bir parçası olarak da gündeme getirilmiştir. PKK Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesiyle derin devleti, Gladioyu başarısız kılmıştır, teşhir etmiştir, tecrit etmiştir. Özellikle Kürt toplumu Ergenekon denen, derin devlet denen kesimlere karşı büyük bir tepki içindedir. Türkiye toplumu içinde de bunların ipliği pazara çıkarılmıştır. Onların bütün baskıları, zulümleri deşifre edilmiştir. Bunu sağlayan kuşkusuz Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Kürt Özgürlük Hareketi onları mücadelesiyle lanetli bir grup, haline getirmiştir. Şimdi AKP, Fetullahçılar hükümet olmuşlar. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye ederlerse devletin içine daha fazla yerleşecekler, devletin derinliklerinden aferin alacaklar. Bunun için uzun süredir PKK'yi etkisizleştirme ve Kürt toplumundan koparma aracı olarak PKK'yi Ergenekon’la, derin devletle ve bazı çevrelerle ilişkilendirme politikası izlemektedirler. Kara çal, izi kalır anlayışıyla hareket etmektedirler. Böylece Kürt toplumunun ve Türkiye demokrasi güçlerinin tepkilerini PKK'ye yöneltmeye çalışıyorlar. Öyle ya Kürtler ve demokrasi güçleri Ergenekon denilen kontrgerillaya ve Gladioya tepkilidir. PKK'yi başka türlü Kürt halkından koparamayanlar bu yolu deniyorlar. Çünkü Kürt halkıyla PKK'nin bağlarını kırmada başarısız kalıyorlar. Bunun sonucu PKK'yi Kürtlerin en fazla tepkili olduğu güçlerle ilişkilendirelim ve sonuç alalım diyorlar. Böyle çok ucuz bir yaklaşımı, bir süredir izledikleri bu yönlü kirli psikolojik savaşı bu sefer Sivas katliamı üzerinden yapmaya çalışıyorlar. Geçmişte derin devlet bu olayı yaptırmış biçiminde bir algı yaratmaya çalışıyorlardı. Şimdi bu olayı PKK içindeki Aleviler yapmıştır denilince hangi algının yaratılmasının hedeflendiği açıktır. Bu propagandanın sonucu bu katliamı derin devletle ilişkileri olan, PKK içindeki gruplar bunu yapmıştır biçiminde bir algı yaratmaya çalışıyorlar. 

Bu tabii çok çirkin politikadır. Alevilere hakarettir, Alevilerle dalga geçmektir, Alevilerin tarih bilinciyle alay etmektir. Böyle çok ağır tarihsel bir olayı, gerçek nedenlerini çarpıtarak, yapanları farklı göstererek Alevilerin tarih bilincini bulanıklaştırmaya çalışıyorlar. Bir taşla iki kuş vurma misali Alevilerin tarih bilincini çarpıtarak gerçekleri görmenin önüne geçecekler. Diğer taraftan da kendilerini temize çıkaracaklardır. Tabii bu kolay değildir. Bu siyasal İslamcıların ve Fetullahçıların kolay kolay üzerinden atacakları bir katliam değildir. Bu katliam konusunda mutlaka özeleştiri vereceklerdir. Vermek zorundadırlar. Vermeden kendilerini temize çıkaramazlar. Sadece bu olay konusunda değil, Maraş katliamı, diğer Sivas olayı, Tokat, Çorum ve Malatya kışkırtmalarının hepsi konusunda özeleştiri vermeleri gerekir. İçinde derin devletin parmağı da olsa, kışkırtma da olsa özeleştiri vermeleri gerekir. Çünkü Alevi düşmanlığı bu düzeyde neden arttırıldı? Niye bu insanlar Alevileri ve aydınları diri diri yakar hale geldi? Maraş’ta olduğu gibi çocukların, yaşlıların boğazını nasıl kestiler? Ancak büyük bir özeleştiriyle, hesaplaşmayla bu yükten kurtulabilirler. Ne var ki buna yanaşmadıkları için, böyle bir zihniyet devrimi ve özeleştiri yaklaşımı içinde olmadıkları için böyle ucuz yaklaşımlar içindedirler. Bu şuna benziyor: geçmişte Dersim’de Çiller döneminde -o da Sivas katliamından bir yıl sonradır- Türk helikopterleri Dersim’deki köyleri bombalamışlardı, yakmışlardı, yıkmışlardı. Çiller, PKK'nin helikopterleri kuzey Irak ve İran’dan gelip bu köyleri bombalıyor, bu köyleri bombalayan helikopterler Türk helikopterleri değildir, biçiminde açıklamalarda bulunmuştu. Dersim’deki bu yakmaları, yıkmaları gizlemek için, toplumu aldatmak için böyle bir yalana başvuruyordu. Herhalde hem kendi yapmadığını göstermeyi hem de Dersimlileri PKK'ye karşı düşman haline getirmeyi hesaplıyordu. Çünkü Aleviler içinde bir kısım devlet ajanı olan ve devletin her dediğini tekrarlayan, devleti temize çıkarmaya çalışan keklik soylular var. İşte Çiller de bazı keklik soylular vasıtasıyla belki bir kafa karışıklığı yaratırım diyerek Dersim’deki köylerin bombalanmasını PKK helikopterleri biçiminde yansıtmıştı. Çiller’in helikopter iddiaları ne kadar doğruysa Sivas olayının PKK içinde kendisi de Sivaslı olan bir Alevi Kürt tarafından yapıldığının söylenmesi o kadar doğrudur.

- Alevi Kürtlerin Türk olduğu, Zazalığın ve Kürtlüğün farklı olduğu yönündeki söylemleri nasıl yorumluyorsunuz? Devletin Kürt Aleviler üzerinde nasıl bir hesabı vardır? 
 
Zazalıkla Kürtlüğün farklı olduğu yönündeki söylemler de yine Türk devletinin böl-parçala ve tasfiye et politikalarının bir parçasıdır. Bu tür söylemler 1938 katliamından sonra ortaya çıkmıştır. Yoksa Dersim’deki Dımıli lehçesini kullanan Kürtler 1938’den önce hiçbir zaman kendilerine Türk dememişlerdir. Kendilerine Kırmanc demişlerdir. Kürtçenin çeşitli lehçeleri vardır, bunlardan biri ve en yaygın olanı da Kurmancidir. Kurmanclık bir nevi Kürtlük anlamına da geliyor. Dersimliler de Kırmanc diyor. İki farklı lehçe konuşan Kürtlerin kendilerini böyle tanımlaması öyle tesadüf de değildir. Kürtlerin büyük bölümünün kendilerine Kurmanc demesi gibi Dımıli lehçesiyle konuşanlar da kendilerine Kırmanc diyerek Kürt olduklarını söylemektedirler. Kaldı ki Dersim Kırmancaları (Dımıli lehçesi konuşanlar) yanında Mazgirt, Hozat ve diğer yerlerde Kurmanci konuşan Kürtler vardır. Bunlar kendilerini ayrı görmezler ve görmemişlerdir. Kendilerini Kürt olarak görmüşlerdir, ama lehçeler farklıdır. Dolayısıyla Zazalığın Kürt olmadığı ya da Alevilerin Türk olduğu iddiası Dersim katliamı sonrasıdır. Vartolu Mehmet Şerif Fırat adlı Alevi Kürt bir devlet ajanı vardır. “Doğu iller, Varto tarihi” adlı bir kitap yazmış. Orada Dımıli konuşan Kürtlerin ve Alevilerin Türk olduğunu yazmaktadır. Bilindiği gibi Varto Kürtleri de Dımıli lehçesiyle konuşuyorlar. Mehmet Şerif Fırat gibi iddiada bulunanların kaynağı esas olarak Kürtlere karşı özel savaş yürüten merkezdir. Bunu sadece Dersim Kırmancları için değil, giderek Bingöl, Amed ve Siverek’te Dımılki konuşan Kürtler içinde geliştirmeye çalışıyorlar. Böylelikle Kürtleri bölüp parçalayacaklarını ve bu temel üzerinden de siyasal egemenlik ve kültürel soykırım politikalarını sürdüreceklerini sanıyorlar. 

Bu tür iddialar, Soranlar ayrıdır, Behdiniler ayrıdır ya da İran’da Kurmanclar ayrıdır Soranlar ayrıdır, Hewremanlar ayrıdır, Lorlar ayrıdır Kelhorlar ayrıdır gibi İranlıların, Iraklıların yaptığı propagandalara benzemektedir. Günümüzde de maddi imkanları, medya imkanlarını, başka imkanları kullanarak bunu savunan işbirlikçiler yaratmaya çalışıyorlar. Ama bunların tutması mümkün değildir. Çünkü Dersim’de Kırmanciler ve Kurmanclar birlikte direnmişlerdir. Yine Sivas’taki Dımılilerle Kurmanclar birbirlerini ayrı görmezler. Kendilerine ortak bir tanım olarak Kürt derler. Birbirlerinden en ufak bir aykırılık görmezler. Bunların hepsi çok somut bilinen gerçeklerdir. 

Bu gerçekliklere rağmen Türk devleti böyle bir politika izliyor. Bunu en fazla gündeme getirenler de önceleri ve şimdi de MHP’lilerdir. En fazla da MHP’liler Dımılilerin-Zazaların Kürt olmadığını ileri sürüyorlar. 1980 öncesi MHP içinde yer alan Dımılkiler kendilerinin Kürt olmadığını iddia ederlerdi. Benzer bir iddiayı MHP’li Ümit Özdağ konuştuğu her yerde dile getirmektedir. Bunların Kürtleri Türkleştirmek için böl, parçala, yönet politikası olduğu açıktır. Bu tür söylemlerin özellikle de Özgürlük Mücadelesinin gelişmesiyle birlikte daha da geliştirilmek istendiğini biliyoruz. Bu iddianın tutmadığı yerde bu sefer de Alevi Kürtler ayrıdır, Sünni Kürtler ayrıdır biçiminde ayrılık yaratmaya çalışıyorlar. Bir taraftan Zazalık-Kürtlük ayrımı, bir taraftan Alevi Kürt ve Sünni Kürtleri ayrı gösterme politikasını izliyorlar. Bunların hepsi psikolojik savaş politikalarıdır. Birazcık aklı başında olan, biraz dürüst olan, biraz bilimsel düşünen hiçbir kimse bunlara inanamaz. Ancak bu tür iddialara ruhunu satmış olanlar, uşak olanlar inanır. Bu tür iddialar 1938 Dersim isyanı ve katliamından sonra Yatılı okullarda yetiştirilerek kendi toplumuna yabancılaştırılanların savundukları şeylerdir.

Yatılı okullarda okuyanlara ya da Dersim dışına çıkıp okuyanlara Kürtlük geriliktir, Türklük ilericiliktir, çağdaş olmaktır biçiminde bir bilinç veriyorlar. Kürtlük algısını gerilikle özdeşleştiriyorlar. İlericilik de Türkleşmeyle özdeşleştirildiğinde kendi toplumuna yabancılaşanlarda “biz aslında Türk’üz” söylemi dillerde pelesenk oluyor. Böyle bir ilericilik algısıyla bazıları geri olarak ifade edilen Kürtlükten uzaklaşmaya çalışıyor. Ben Kürt değilim, ben Aleviyim ve Türküm, Zazalar Türk’tür, Aleviler Türk’tür biçimindeki safsatalar böyle ortaya çıkarılmıştır. Bunların aslında gülünüp geçilecek söylemler olduğu açıktır. Alevi Türk oluyor, ama Alevi Kürt olmuyor. Böyle bir şey olabilir mi? Çorumun Alevileri, Tokat’ın Alevileri Türk’se, bir etnik kimliği varsa, Afyon Alevilerinin, Antalya Alevilerinin bir etnik kimliği varsa Dersim’deki, Sivas’taki, Maraş’taki Alevilerin de bir etnik kimliği vardır. Bu etnik kimliği ya Kürt’tür ya da Türk’tür. Türk olmadığına göre bu etnik kimlik Kürt’tür. Çünkü Dersimli Zazalar ve Kurmanc Alevilerin Türk olduğunu söylemek gülünç bir iddiadır.

Artık Dersimle özdeşleşen Seyit Rıza kendini Kürt biliyordu. 1938 öncesi Dersimliler kendini Kürt biliyorlardı. Türk devleti de resmi belgelerinde Dersimlileri Kürt olarak tanımlıyorlardı. Türkiye devrimci mücadelesi içinde yer alan Kürt devrimcileri kendini Kürt biliyordu. Kürt özgürlük mücadelesi içinde binlerce Alevi Kürt genci şehit düşmüştür. Bunlar öyle kandırıldığı için şehit düşmemiştir. Bunlar Kürt ve yurtsever oldukları için bu mücadele içinde yer almışlar ve şehit düşmüşlerdir. Bunu da hiç kimse inkar edemez. Sadece PKK değil, başka Kürt örgütleri de Dersim’de var olmuştur. Kawacılar ve Özgürlük Yolu da 1980 öncesi Dersim’de kendine az da olsa taban bulmuşlardır. Türkiye solunda da Dersim Kürtleri fazlasıyla yer almıştır. Bu hareketler içinde de birçok Kürt genci şehit düşmüştür. Ama hiçbirisi Dersim Kürtlerinin Türk olduğu biçiminde bir iddiada bulunmamıştır. Biz Aleviyiz, bu nedenle Kürt değiliz biçiminde bir iddiada bulunmamışlardır. Gerçeklik budur. Kamer Genç’in “biz Kürt değiliz, biz Türk’üz” demesi, “bizim dilimizle Kürtlerin dili ayrıdır, onun için biz Kürt olamayız” biçimindeki yaklaşımları tamamen Türk devletinin okullarında yetişmiş bir sosyal ajanın ifadeleridir. Resmi MİT ajanı olmasa bile tamamen objektif olarak sosyal ajanlık, kültürel ajanlık biçiminde bir konum içinde bulunduğu açıktır. 

Kürtler çok zengin lehçeler konuşan bir toplumdur. Bu konuda büyük bir zenginliğe sahiptir. Farklılıklar sadece lehçeyle sınırlıdır. Hepsinin gramer yapısı ve sözcük kökleri birbirine çok yakındır. Kürtçe gramerle Türkçe gramerin, Dımıli gramerle Türkçe gramerin hiçbir alakası yoktur. Zazacılığı bir kısım kişi bilinçli yapıyor. Kimileri de Türk milli eğitiminin okullarında gördüğü eğitimle Kürtlüğü geri gören, Türkleşmeyi ileri gören bir anlayışla, bir sosyal mühendislikle gerçek kimliği dışında yeni bir kimlik yaratma yaklaşımıyla Zazacılık ortaya çıkarmışlardır. Bu yaklaşımlarda Alevicilik diyebileceğimiz bir anlayışın payı da bulunmaktadır. Diğer Kürtler Sünni’dir, o zaman biz bu Kürtlerle bir olmayalım diyen bir anlayışın kendisine gerekçe bulması olarak da değerlendirmek mümkündür. Bunların eğilimini de böyle izah etmek yanlış değildir. Çünkü doğrudan Türk’üz diyemiyorlar, doğrudan Türk’üz dese bunun inandırıcılığı olmayacak, tutmayacak, tutmuyor da. Ama işte “biz Aleviyiz, Alevilik de Sünnilerden ayrıdır söylemiyle Kürt inkarcılığı yapmak için Dımılkiyle  Kurmanci ayrı dillerdir diyerek biz Türk’üz yaklaşımının başka bir versiyonunu ortaya koymaktadırlar. Türk’üz dediğinde kabul görmediği için bu sefer böyle bir söylemle bu tür eğilimlerini ortaya koymaktadırlar. 

Kuşkusuz tarih içinde Aleviler inançlarından dolayı çok baskı görmüşlerdir. Sünniliği devlet dini olarak kabul eden bürokrasiden ve kendilerine Sünni diyen topluluklardan baskı görmüşlerdir, horlanmışlardır. Bu yönüyle tarihsel bir kırılma vardır. Bu da nemli bir gerçekliktir. Aleviler üzerinde çok büyük baskılar uygulandığı ve bunun da kendi dışındaki inançlara karşı bir soğukluk, bir kırılma, bir güvensizlik yarattığı açıktır. “biz Aleviyiz, Şafi ve Sünni Kürtlerden ayrıyız” diyerek, inanç kimliğinden yola çıkarak kendilerini bütün Kürtlerden ayrı göstermesinin böyle bir tarihsel kırılma ve tepki zemini vardır. Bunun görülmesi, anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu tarihsel tepkiyi, bu kırılmayı kendisi Sünni devlet olduğu halde, diyanet işlerini esas güç haline getirdiği halde kullanarak Kürtleri bölmek, parçalamak için derinleştirmeye çalışmaktadır. Alevileri kendi diğer Kürt kardeşlerinden ayırarak, güçsüz bırakarak hem Türklüğü hem de Sünniliği kabul ettirmek için böyle bir böl-yönet politikası izlemektedir. 

Bugün devlet Aleviciliği kışkırtarak Kürt kimliğinden ve diğer Kürtlerden tümden koparıp Alevi kesimleri güçsüzleştirip Sünnileştirme politikası izlemektedir. Bu bakımdan Alevileri etnik kimliğinden koparma yaklaşımları arkasında bu yönlü niyetler aramak gerekir. Ama burada şunu belirtmek gerekmektedir: kuşkusuz Alevi Kürtlüğü ezilmiştir, Alevi kimliğinin kabul edilmesi ve inancını özgürce yaşaması gerekmektedir. Alevi Kürtler için şöyle bir yaklaşım göstermek yanlıştır. Kürtsünüz, Alevilik, Sünnilik, şafilik fark etmez denilemez. Özellikle ezilen bir kimlik olması açısından Alevi Kürtler için Alevilik kendini ifade etme açısından önemli bir kimliktir. Hatta yüzyıllara yayılan baskı ve zulüm altında bu kimliği belirleyici hale gelmiştir. Dolayısıyla bu kimliğine sahip çıkması, bu kimliğini özgürce yaşaması gerekir. Bunun için de Alevi kimliğine yapılmış baskıların ve zulmün ortaya konulması lazım. Alevi kimliği üzerindeki her türlü baskının, horlanmanın, önyargılı yaklaşman kırılması ve ortadan kaldırılması gerekir. Alevilerin kendi kimliğine sahiplenmesi, böyle beklentiler içinde olması ve bunların yapılması Alevicilik değildir. Alevicilik: Alevi toplumunu Kürt kimliğinden koparma yaklaşımıdır. Yoksa Alevilerin kendi Aleviliklerine sahiplenmesi, Aleviliğiyle onur duyması, Aleviliğini yaşamak istemesi, bu kültürünün önemli görülmesi, bu kültürünün kabul edilmesinin ortaya konulması Alevicilik değildir. Bu onurlu bir şeydir. Mutlaka Alevilerin kendi kimliğine, inançlarına sahip çıkması lazım. Bunu her yerde dile getirmesi lazım. Dersim’de de dile getirmesi lazım. Diyarbakır’da da Muş’ta da, Bingöl, Maraş, Malatya, Adıyaman’da kendi kimliğiyle onurlucu yaşaması gerekiyor. Diğer Kürt kardeşleriyle ortak ulusal kültürel değerlerinin baskı görmesine karşı mücadele etmeleri gerekiyor, ama aynı zamanda da kendi inançlarını, kendi kültürlerini yaşamaları gerekiyor. Bu inanca ve bunun gerektirdiği haklara ve taleplere de herkesin saygı göstermesi gerekiyor.

Devletin Kürt Aleviler üzerinde önemli bir hesabı olduğu açıktır. Kürt Aleviler önemli bir direniş ve demokrasi potansiyelidir. Kürtler nasıl ezilmişlerse, bu ezilmişlikleri önemli bir özgürlükçü direniş potansiyeli ortaya çıkarıyorsa, aynı gerçeklik Alevi Kürtler için de geçerlidir.  Kürt Aleviler hem etnik hem inançsal yoldan ezildiklerinden güçlü bir devrimci demokratik potansiyeldirler. Bu açıdan Kürt özgürlük mücadelesi büyük bir mücadele verirken Türk devleti Kürt özgürlük mücadelesini böyle bir potansiyelden mahrum bırakmak istemektedir. Alevi Kürtler Kürt Özgürlük Hareketi’nden önce de devrimci hareketler içinde yer almışlardır. Devrimci demokratik hareketlerin yanında yer alarak kendileri için de gerekli demokrasiye ulaşmak istemişlerdir. Zaten devlet Alevi Türklerin ve Alevi Kürtlerin hem soldan hem de Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaşması için çok yönlü bir çaba içindedir. Böyle bir devlet politikası olduğu bilinmektedir. 

Öte yandan tabii ki Kürt Alevilerin Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından, özellikle de Kürt Halk Önderi’nin paradigması açısından önemli bir değeri vardır. Kürt Halk Önderi, Kürt Özgürlük Hareketi komünal demokratik değerle yüklü ahlaki politik toplum yaratmayı hedeflemektedirler. Bu değerlerle yüklü örgütlü toplumu Demokratik konfederalizm biçiminde bir demokratik sisteme kavuşturmak istemektedir. Yani Kürt Özgürlük Hareketi toplumcu değerlere vurgu yapıyor. Toplumcu değerlere dayanarak kendi sistemini kurmak istiyor. Şu anda Kürdistan'da toplumcu değerlere en fazla sahip toplumsal kesim Alevilerdir. Bu nedenle Alevilikle de Kürt Aleviliği, tam da Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni yaşam projesinin maddi temelidir. Bu özgürlükçü demokratik projenin önemli bir toplumsal kültürel kaynağıdır.  Bir de bu yönüyle Türk devleti toplumcu, demokratik değerlere sahip Alevi Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden kopararak Kürt Özgürlük Hareketi'ni böyle özgürlükçü, demokratik, toplumsal temelden yoksun kılmaya çalışıyor. 

Bir bütün olarak Kürt Aleviler Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırılıp Kürt toplumu parçalanmak ve güçsüz bırakılmak isteniyor. Bu amaçla Dersim, Malatya, Maraş, Sivas, Bingöl’deki Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden koparmaya çalışıyorlar. Bu politikası aslında Kürdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme stratejisinin parçasıdır. Böylelikle Kürdistan'ın önemli bir bölümü bu teorilerle Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmeye çalışmaktadır. Bu nedenle bu tür iddialarda bulunan çevreleri desteklemektedirler. Daha doğrusu bu tür iddiaların ortaya atılmasının kökü Türk devletinin özel savaşına dayanmaktadır. Türk devletinin özellikle de 1990’lı yıllardan sonra Alevi Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden koparmak için önemli bir plan yaptığını, bu plan dahilinde hareket ettiğini biliyoruz.

Hiç yorum yok: