20 Temmuz 2011 Çarşamba

Sağlıkta AKP Yıkımı

AKP, hükümetlik yaptığı süre boyunca birçok kesimin tepkisini çeken politikalara imza attı. AKP’nin geçtiğimiz yıllardaki uyguladığı sağlık politikası da, insan sağlığının ticarileştirilmesi ve halkın rant kapılarına mahkum edilmesi açısından, önemli veriler barındırıyor.


Uluslararası sözleşmelere aykırı 

Birleşmiş Milletler’in (BM) sağlıkta yüksek standartlara erişim hakkını içeren „Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi“nin 12. maddesi, Türkiye’nin pek çok başlıkta olduğu gibi, sağlık alanında da uluslararası standartlara ve sözleşmelere aykırı davrandığının özeti gibi. BM’nin „Sağlık hakkı, sağlığa erişim ve sağlığın belirleyicilerinin herkes için gerçekleştirebilir olması ile bir bütündür“ ilkesine uygun davranmayan AKP hükümeti, sağlık hakkından sadece parası olanların yararlanmasına dönük düzenlemelere imza attı. AKP’nin sağlık politikasına dair uygulamaya aldığı yasalar, devlet veya özel hastanelere başvuran kişilerin mutlaka belli bir miktar ücret ödemesini zorunlu kıldı. Bunun yanısıra özelleştirme politikalarıyla birlikte gerek söz konusu ücretlerde artışa gidildi, gerekse de hasta ile ilgilenmede ‘doğal olarak’ kalitesizlik baş gösterdi.



Sağlıkta rant programı!

AKP’nin uyguladığı ‘sağlıkta dönüşüm programı’, hem sağlık emekçileri hem de halk açısından olumsuz bir program oldu. Verilere göre, Sağlık Bakanlığı bünyesinde taşeronlaştırma AKP dönemi içerisinde 10 kat artış gösterdi. 2002 yılında taşerona bağlı çalıştırılanların oranı yüzde 4 iken, bu oran yine AKP dönemiyle birlikte yüzde 25’e yaklaştı. AKP’nin ‘sağlıkta dönüşüm programı’, sağlığı da bir hak olmaktan çıkardı. Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın 27. maddesindeki, „Bu Kanun kapsamındaki sağlık yardımlarından yararlanan sigortalı ve bakmakla yükümlü olduğu kişiler sağlıklarını korumaktan asli olarak sorumludur“ ibareli düzenleme, AKP’nin sağlığı hak olarak görmediğinin de özeti. Çünkü bu kanuna göre, sağlığını korumak bireye bir yükümlülük olarak getiriliyor ve bu durumda söz konusu ‘yükümlülüğü’ yerine getirmeyen, sorumlu tutuluyor. Oysa Türkiye’nin uluslararası alandaki imzaları, sağlığı devletin en temel yükümlülüğünden sayıyor. Oysa AKP, sağlığı bir ‘tüketim malzemesi’ şeklinde gördüğünü, aynı uygulamada sağlık hizmeti için „...bunu tüketen müşteriler“ tanımını kullanarak ve bu ‘tüketimin’ kişi tarafından ödenmesi gerekliliğini zorunlu kılarak, ortaya koymuş oluyor.



‘Peşin’ sağlık hizmeti!

Aynı uygulamada katkı payı adı altında kişileri ücret ödemeye mahkum eden AKP, böylece Genel Sağlık Sigortası ile birlikte, sigortalı kişilerin şimdiye kadar yalnızca ilaç alımında verdiği katkı payını artık, ilaçla sınırlı bırakmıyor ve hekim muayenesi, tahlil ve tetkikler ile ayaktan tedavi giderleri için de zorunlu kılıyor. Ayrıca katkı payının sağlık hizmetinin sunumu esnasında peşin olarak alınmasının da ön görüldüğü uygulamada, parası olmayanın sağlık hizmeti alamayacağı gibi bir anlayışı hakim kılıyor. Katkı payının ilaçla sınırlı bırakılmaması ise, ücret olarak yüzde 20’den yüzde 50’ye kadar artabiliyor. Asgari ücretin açlık ve yoksulluk sınırının altında olduğu Türkiye’de, bu kesimin ilaç almaya dahi bütçesi yetmezken, AKP’nin uygulamasıyla birlikte bir bütün olarak sağlık hizmetinden yararlanamaz hale getiriliyor. Türkiye’de milyonlarca kişi ise asgari ücretle geçinmekte.



Sağlık hizmeti hep para

Artık yeşil kartlı olmak da pek bir şey ifade etmiyor. Zira, sağlık problemleri nedeniyle hastane veya sağlık ocaklarına başvuran kişiler, henüz doktorun karşısına bile çıkmadan, giriş ücreti olarak 6-15 TL gibi ücretler ödemek zorunda. Doktor karşısına çıktıktan sonra ise çeşitli tahlil, tetkik ve ilaç alımı için ayrı ayrı para ödemesi yapılıyor. AKP’nin uygulamaya koyduğu sağlık politikalarıyla, genetik hastalıklar haricinde bütün hastalıAklar para karşılığı tedavi ediliyor. AKP, bu tedavi masraflarında hastaya yüzde 10’unu karşılama zorunluluğu getirdi.



Yeşil Kart gerçeği; Kürtler yoksul!

Her ne kadar AKP ile birlikte yeşil kart uygulamasının pek bir anlam ifade etmediği döneme girilse de, çoğunlukla hangi bölgelerde yeşil kart sahiplerinin bulunduğu, açlık ve yoksulluk sınırı açısından da bir veri sunmuş oluyor. Sağlık Bakanlığı’nın 2010 verilerine göre, toplam yeşil kartlı sayısı 9 milyon 388 bin 146’ya yükseldi. Kürt coğrafyasındaki rakam ise, 5 milyona yaklaştı. Diğer bölgelere bakıldığında da yine Kürtlerin yoğun olarak göç ettikleri bölgelerde yeşil kart sahipleri çoğunlukta. Az önce de değindiğimiz gibi, artık yeşil kartların kayda değer bir geri dönüşümü yok; lakin, sadece aç ve yoksul statüsündeki yani sendikaların tanımıyla ‘ölüm sınırına yakın’ yaşayan kimselere verildiği üzerinden yola çıkılırsa, Türkiye’deki bu kesimi Kürtlerin oluşturduğu anlaşılabiliyor.



Aile Hekimliği sistemi

Yine AKP döneminde geçerlilik kazanan Aile Hekimliği sistemi de, gerek hastalar gerekse de sağlık çalışanları açısından tepkiyle karşılanan yasalardandı. Bu yasayla birlikte sağlığın gereksinimlerine göre değil, piyasaya, rekabete, müşteri memnuniyeti ilkesi ile talebi sürekli kışkırtan ve tüketmeye dayalı yeni bir sağlık algısına dayandırılıyor. İş yoğunluğunu artıran bu yasa, her iki tarafı da -çalışan ve hasta- memnun etmekten yoksun. Kaliteyi düşüren ve haliyle hastayla ilgilenme süresinde kısıtlama yaratan sisteme dönük, Türk Tabipleri Birliği’nin raporunda, şu tespit yer alıyor: „Aile Hekimliği uygulamasıyla aile hekimleri sadece bireylere yönelik tedavi edici ve sınırlı düzeydeki bireysel koruyucu hizmetlerden sorumlu tutulurken, topluma yönelik sağlık hizmetleri yani halk sağlığı sorunları toplum sağlığı merkezlerine (TSM) aktarılmıştır. Ayrıca toplum sağlığını korumaya yönelik hizmetlerin bir bölümü Çevre ve Orman Bakanlığı, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, yerel yönetimlere devredilerek de hizmet bütünlüğü parçalanmıştır.“



Sağlığın kiraya verilmesi!

Ayrıca Aile Hekimliği sistemi ile birlikte devlet kendi binalarını hekimlere „kiraya“ veriyor. Söz konusu kanunun içeriğine baktığımızda, „Kamuya ait taşınmazların kullanımı“ başlıklı madde, bu durumu en iyi özetliyor: „Hazine, belediye veya il özel idaresine ait taşınmazlardan aile sağlığı merkezi olarak kullanılması uygun görülenler, Maliye Bakanlığı, belediye veya il özel idarelerince bu amaçla kullanılmak üzere doğrudan aile hekimine kiraya verilebilir.“ Bu madde baştan aşağı AKP’nin insan sağlığına nasıl yaklaştığını gösterse de, diğer taraftan maddenin yol açtığı sorunlar artıyor. Örneğin AKP’nin uyguladığı rantçı yöntem dolayısıyla, bazı bölgelerde yeterli hekim bulunmadığı için aile sağlığı merkezleri boş kaldı. İstanbul’da İl Sağlık Müdürlüğü tarafından belirlenen 3645 Aile Sağlığı Birimi’nin 345’i uygulamanın başlangıcında doldurulamadı.



AKP’nin sağlık anlayışı öldürüyor!

AKP döneminde hem sağlık hakkına hem de insan haklarına karşı olan bir uygulama da, ‘terör’le ve çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele iddiasıyla, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları tarafından imzalanan „Üçlü Protokol“ oldu. Bu protokole göre, tutuklu ve hükümlüler, muayene sırasında yalnız olamayacaklar. Uygulamanın 61. maddesi, sendikalar tarafından insan hakları ile hekimlik mesleğinin ilkelerine aykırı olmasının yanı sıra hekimle hasta arasında bir tür „güvenlik duvarı“ oluşturduğu için eleştirilmişti.



Sonuç olarak uygulama, hastanın en temel insan haklarından olan tıbbi yardım ve tedavi alma hakkını ortadan kaldırıyor. Uluslararası ve konunun asıl sorumluları tarafından belirlenmiş tespitlere aykırı davranan AKP’nin bu uygulaması, Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları, Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü, Hasta Hakları Yönetmeliği, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği, Dünya Tabipler Birliği’nin Portekiz, Amsterdam, İstanbul Bildirgeleri’ne de aykırı. Aynı zamanda ulusal nitelik taşıyan bu mevzuat, Türkiye’nin taraf olduğu ve o nedenle Anayasa’nın 90. maddesine göre bağlayıcılığı olan uluslararası nitelikteki; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin 2, 4, 8, 10. maddeleri hükümleri; hastaların, ırk, dil, din ve mezhep, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, ekonomik ve sosyal durumları ile diğer farklılıkları dikkate alınmadan muayene ve tedavi edilmelerini, gizlilik ilkesine uyulmasını, kişilik haklarına saygılı olunmasını öngörmekte.


AKP hükümetinin söz konusu „üçlü protokol“ü, çok geçmeden etkisini göstermişti! Cezaevinde tedavi edilemediği için tutuklu Abdullah Akçay, Üçlü Protokol uygulamasının kurbanlarından olmuş ve yaşamını yitirmişti. 18 yaşındaki Abdullah Akçay, tutuklu olduğu sırada kanser hastalığına yakalandı ancak teşhisi gecikti. Tedavi olasılığı bulunmasına rağmen bu olasılık Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ’ın da imzası olan ‘Üçlü Protokol’ün 61. maddesi nedeniyle uygulanmadı ve Akçay yaşamını yitirdi. Bunlar, pek tabii AKP’nin sağlık alanındaki halk karşıtı uygulamalarının tümünü oluşturmuyor. Fakat, ne yazık ki AKP’nin sağlıksız politikaları sayfalara sığacak gibi de değil!

ALİ BARIŞ KURT

Hiç yorum yok: